Metinin tamamı şu şekilde:
Ülkemizin hukuk devletine, eksiksiz,
gerçek demokrasiye kavuşması; herkesin barış içinde, özgür, onurlu ve müreffeh
bir yaşam sürmesi için, iktidarı, tüm yöneticileri ve hukuk uygulayıcılarını
hukukun üstünlüğü ilkesine uymaya ve adaletli olmaya çağırıyoruz.
Mevcut gidişe seyirci kalmamak, her
duyarlı yurttaşın görevi; insani ve vicdani sorumluluğudur. Çağrımız bu
sorumluluğun gereğidir. Antik çağın ünlü bilginlerinden Herakleitos’un
söylediği gibi “adaletsizliği, bir yangından daha çabuk önlemek gerekir.” Bu
nedenle, yöneticileri ve yetkilileri uyarmayı ertelenemez bir yurttaşlık görevi
sayıyoruz.
Tüm sorunlarımızın temeli adaletsizliktir
Adalet, hukukun üstünlüğüyle, devlet
yönetiminin hukuka bağlı ve hukuk önünde herkesin eşit olmasıyla sağlanır.
Hukukun üstünlüğü yoksa adalet yoktur.
Hukuk, yurttaşların haklarının güvencesi
ve devletin temelidir. Devlet meşruiyetini hukuktan alır. Hukukun taraflılıkla
ve ayrımcı anlayışlarla uygulanması devletin temelini çürütür: devletin
meşruiyeti, halkın devlete güveni, adalet duygusu ve birlikte yaşama iradesi
zedelenir.
Hukukun ve adaletin olmadığı yerde barış
ve huzur, barış ve huzurun olmadığı yerde üretim, verim, gelişme ve kalkınma
olmaz. Ekonomi düzelmez, demokrasi sağlıklı yürümez. Çünkü barışın da,
bereketin de temeli adalettir. Bertolt Brecht’in ünlü deyişiyle “adalet halkın
ekmeğidir.”
Hukuki öngörülebilirlik ve hukuki
güvenlik, insan haklarına saygı, her türlü ayrımcı uygulamanın ortadan
kaldırılması, yolsuzluklara yol verilmemesi, idarenin yargısal denetimi ve adil
yargılama, hukukun üstünlüğünün vazgeçilmez gerekleridir.
________________________________________
Türkiye’de hukuk devleti askıdadır.
Özellikle 2017 Anayasa değişikliğiyle ‘Yürütme Erki’ kişiselleşmiş, “Yasama ve
Yargı” fiili olarak yürütmenin yönlendirmesi ve kontrolü altına girmiştir.
Demokrasinin temeli olan ‘kuvvetler ayrılığı’, kuvvetler birliğine dönüşmüştür.
Anayasa’nın açık hükümlerine karşın AYM (Anayasa Mahkemesi) ve AİHM (Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi) kararlarına çoklukla uyulmamaktadır. Yasaların
uygulanmasında siyasi tercihler ve keyfilik egemen olmuştur.
Makul gerekçelerden yoksun tutukluluklar,
yargılama süresini gereksiz olarak uzatmak, iltisak ve irtibat gibi uydurma
delillerle yeni suçlar ihdas etmek, gizli tanık kullanılarak suç icat ve isnat
etmek, mahkeme kararı olmadan suçlu ilan edilenlerin mal ve mülklerine el
koymak, AİHM’nin kararlarını görmezden gelmek, KAYYIM atamaları ve KHK gibi
uygulamalar anayasayı, uluslararası hukuku ve insan haklarını doğrudan ihlal
etmektir.
Hukukta öngörülebilirliğin zedelenmesi,
yasal öngörü olmayan insanların haksız yere ve hukuka aykırı olarak işinden,
aşından yoksun bırakılması, çalışma hakkının ve mülkiyet güvencesinin ortadan
kalkması, giderek bir “korku ortamı” görüntüsü oluşturmakta ve bu görüntü
içeride toplumun huzur ve refahına, dışarıda ülkemizin saygınlığına zarar
vermektedir.
Adaletsizlik, bir beka sorunudur.
Özellikle ceza yasalarının öngörülemez biçimde yorumlanması, gazeteci, yazar,
iş insanları ve siyasilere dönük keyfi gözaltı, tutuklamalar, yargıya güveni ve
devlete saygıyı sarsmaktadır.
Yargı mensuplarının inançlarını, siyasi
görüşlerini ve ideolojik yaklaşımlarını kararlarına yansıtmaları çözülmesi
gereken en ciddi bağımlılık ve taraflılık sorunudur. Yargının siyasi
hesaplaşmaya ve keyfiliğe yol açacak uygulamalara alet edilmesi hukuk devletinin,
demokrasinin ve özgürlüklerin sonunu getirir. Hak ve özgürlüklerin evrenselliği
gözetildiğinde, hiçbir devlet hak ihlallerini “iç işimiz” savunmasıyla
geçiştiremez.
Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile
“hesap verebilirliği” arasındaki denge kurulmadan yargı ile yasama ve yürütme
organları arasındaki sorun çözülemez. Bu nedenle yargının tarafsızlığını ve
bağımsızlığını güvence altına alacak, hukuk eğitiminden yüksek yargı
organlarının yeniden yapılandırılmasına kadar köklü bir yargı reformu
kaçınılmazdır.
Vatandaşların en temel anayasal hakkı olan
her türlü kaygı ve korkudan arındırılmış güvenli bir hayat sürmelerini sağlamak
devletin varlık sebebidir. Bu nedenle öncelikle siyasi hedef taşıdığı açıkça
görülen yargısal uygulamalara son verilmelidir. Devlete yapılabilecek en büyük
kötülük, hukukun işleyişine siyasetin ayrımcı biçimde müdahale etmesidir.
Güncel adaletsizliklerin çözümü için AYM
ve AIHM kararlarının objektif bağlayıcılığı esastır. “Gizli tanık”, “iltisak”
ve benzeri istismara açık uygulamalarla adil yargılama ilkesinin zedelenmesine
son verilmelidir.
Ciddi biçimde daraltılan ifade özgürlüğü
alanının genişletilmesi demokratik hukuk devleti olma iddiasının vazgeçilmez
gereğidir. İfade özgürlüğünün ve çoğulculuğun birliğimizi pekiştireceği,
çoklukta birliğin bizi güçlendireceği açıktır.
Devlet güç kullanır. Bunun sınırlanmadığı
ve denetlenmediği yerde keyfilik ve hukuksuzluk egemen olur. Yargı, bu tür
olumsuzluklara karşı insanların son sığınağıdır. Hukukun ve adaletin olmadığı
yerde özgürlük yoktur. Özgürlük ancak adalete dayalı bir hukuk düzeninin olduğu
yerde korunabilir.
Bu bağlamda ilk yapılması gereken,
kuvvetler ayrılığı ilkesine gerçeklik kazandırmak, devlet organları arasında
denge ve denetimin sağlandığı bir yönetim biçimine geçmektir.
Temel hak ve özgürlükleri gereksiz yere
kısıtlayan idari uygulamalardan vazgeçilmeli; adil yargılama ilkesinin
gereklerine eksiksiz uyulmalı, kayyım atamalarına ve KHK uygulamalarına son
verilmeli; anayasal toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullanan vatandaşlara
yönelik orantısız müdahalelerden kaçınılmalıdır.
Adalet gözetilmediği için on binlerce
insan mağdur durumdadır. Mağduriyetin giderilmesi için cezaevlerindeki koşullar
iyileştirilmeli; hasta ve yaşlı tutuklular tahliye edilmeli; denetimli
serbestlik ve şartlı tahliye uygulamalarındaki keyfilik sona ermeli; kötü
muamele ve işkence iddiaları ciddiyetle araştırılmalıdır.
Keyfi ve hukuka aykırı uygulamalarla
anılan, tekel niteliğindeki sulh ceza hakimliği sistemi kaldırılmalı; koruma
tedbirlerine karar verme yetkisi genel mahkemelere devredilmelidir. Tutuklama
ceza değil, belirli şartlarda uygulanabilecek bir önlemdir; cezalandırma amacı
taşıyan tutuklama ve adli kontrol uygulamalarına son verilmelidir.
Kadınlara ve çocuklara karşı işlenmiş
cinsel suçlar, cana ve mala kast içeren şiddet suçları ile uyuşturucu ticareti
dışta tutulmak kaydıyla, bir kısmi genel af çıkarılmalıdır. Bireylere karşı suç
işlememiş tüm siyasi tutuklu ve hükümlüler ivedilikle serbest bırakılmalıdır.
“Demokratik Hukuk Devleti” ve “evrensel
hukuk ilkelerine” bağlılık, yurttaşların esenlik ve güvenlik içinde yaşaması
kadar, devletin varlığının ve saygınlığının da temelidir. O nedenle herkesi,
iktidarı ve muhalefetiyle tüm siyasi tarafları, hukukun üstünlüğü ve adalet
ilkesini yüksekte tutmaya, hukuka ve adalete bağlı kalmaya çağırıyoruz.
Çağrımızı tüm duyarlı yurttaşlarımızın
bilgi ve katılımı için kamuoyuna saygıyla sunarız.
İmzacılar
Deklarasyona imza atanlar şu
isimlerden oluşuyor:
Abdulbaki Erdoğmuş (Eski milletvekili,
ilahiyatçı)
Ali Rıza Gören (Doç. Dr., hukukçu)
Bahattin Yücel (Eski Turizm Bakanı,
tarihçi)
Beyhan Aslan (Eski milletvekili, hukukçu)
Doğu Ergil (Prof. Dr., sosyolog)
Erdal Türkkan (Prof. Dr., iktisatçı)
Ertuğrul Günay (Eski Kültür ve Turizm
Bakanı)
Ertuğrul Yalçınbayır (Eski Başbakan
Yardımcısı)
Figen Çalıkuşu (Avukat, KARAR yazarı)
Hakan Tartan (Eski Bakan, gazeteci)
Haluk Özdalga (Eski milletvekili, yazar)
Haşim Kılıç (Anayasa Mahkemesi eski
Başkanı)
Helün Fırat (Yönetici)
Hüseyin Çelik (Prof. Dr., Eski Milli
Eğitim Bakanı)
Mehmet Altan (Prof. Dr. iktisatçı)
Müslüm Doğan (Eski Bakan, mühendis)
Nesrin Nas (Eski milletvekili, iktisatçı)
Saffet Özbek (Eski milletvekili, hukukçu)
Suat Kınıklıoğlu (Eski milletvekili,
uluslararası ilişkiler uzmanı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.