Anadolu İslamı nasıl oluştu?
Anadolu İslamı dediğimiz İslam’ın
(Türk-İslam yorumunun) kaynağı Türklerin İslam öncesi mistik inançlarına kadar
uzanır. Türklerin hem İslam öncesi, hem de İslamlaşma devri hem çok uzundur ve
hem bir o kadar da karanlıktır. Öyle Türkler Talas savaşından sonra topluca
Müslüman oldular diye anlatılanlar gerçek dışıdır.
İSLAM ÖNCESİ MAVERAÜNNEHİR'DEKİ
DİNİ YAPI
Klasik kaynaklara baktığımızda Türklerin
putperest, Mecusî, Şamanist olduğu görülecektir.. Örneğin; Uygur Türkleri
Budisttir. Müslümanlar için Mekke ne ise, Belh’de Mecusiler için aynı şeydir.
Türklerin İslam öncesi dahil oldukları ikinci din Maniheizmdir. Maniheizm
gnostik bir din olduğu için Şamanist ve Budist Türkler tarafından kabul
edilmesi kolay olmuştur. Hazar Türkleri Yahudidir. Buna rağmen bölgedeki bu
kadar dini çeşitliliğe rağmen bu dinlerin mensupları arasında dini nedenlerle
savaşlar olmamıştır. İnsanlar birbirlerinin dini inançlarına tolerans
göstermişlerdir. Bunda Şamanizm’in siyasi, hukuki hedeflerinin olmaması daha
çok manevi/vicdani bir doktrin olmasının da rolü vardır.
Göçebe Türkler hangi dine girerlerse
girsinler Şamanist adetlerini ve dini nazariyelerini muhafaza etmişlerdir.
Şamanizm daima merkezî konumunu muhafaza etmiştir. Şamanizmin İslam öncesi ve
kısmen de İslam sonrası devam eden üç kültü şunlardır.
a) Atalar kültü,
Ecdadın ruhlarından yardım isteme inancı, onlara aşırı hürmet.
b) Tabiatın esrarlı
güçlerle (cinler ve ruhlarla) dolu olduğuna olan inanç, tabiat kültü, cin ve
ruhlardan istimdat,
c) Gök Tanrı kültü.
İslam öncesi Türkler, özellikle Uygurlar
Budist idiler. Aslında Şamanizm ve Budizm o kadar iç içe geçmiştir ki,
birbirinden ayırmak mümkün değildir. Kaşgarlı Mahmud’a göre Uygurlar
putperesttir. Sebebi büyü ilmini öğrenmeleridir. Cüveynî’ye göre ise; bunların
akideleri ve mezhepleri muhtelif ise de, umumiyetle bunlarda hulul (tanrının
insan şeklinde görünmesi) itikadı hakimdir.
İslamiyet bölgeye girdiği sıralarda
Türklerin hangi dine mensup olduğuna dair, herhangi bir dine öncelik vermek
zordur. Örneğin Kuteybe b. Müslim Maveraünnehir’i fethettiği zaman ona en
şiddetli mukavemeti Mecusî aşiretler göstermiştir. Buhara bu yıllarda
Mecusiliğin dini ve kültürel merkezi konumundaydı. Bir diğer din Budizm idi.
Budistlerin viharaları (manastırları) medreseye dönüştürülmüş, Budist mabetleri
de camiye. Kısaca bölgede dinler iç içe geçmiş, birbirlerinden çok şeyler
alıp-vermişlerdi. Türklerin hangi dine tam olarak mensup oldukları söylemek
zordur. Bu dönemde bu bölgedeki dinler için söylenebilecek tek şey, bu dinlerin
mistik ve ruhani bir yapılanmaya sahip olmalarıdır. Bu nedenle Türklerin
tasavvuf temelli bir dini benimsemeleri hiç de zor olmamıştır. Böylece onlar
yeni bir dine girerken, aynı zamanda eski dinlerine dönmüş oluyorlardı.
Bu geçiş döneminde Türkler eski
inançlarını muhafaza eden mistik din adamları olan şamanlar yeni dervişler ve
bunlar eliyle Türkler İslamlaşmıştır. Sufiler, dolayısıyla İslam bu bölgeye
“eski İran ananelerini göğsünde saklayan Horasan” üzerinden girmişlerdir.
Türklerin İslamlaşmasında
Horasan’ın/İran’ın etkisi sanılandan ziyadedir. Köprülü’nün belirttiği
gibi;“Türkler İslamiyet’in birçok unsurlarını doğrudan doğruya Araplar’dan
değil, Acemler vasıtasıyla aldılar. Hem Sufi mistisizmi, hem de medrese Horasan
kökenlidir.
Kitabi İslam’a aykırı heresi /sapkın
fikirler hep Horasan menşeilidir. Bu heretik hareketler fikri referanslarını
kadim İran kültüründen almaktaydı. Fars kökenli mevaliler İslamı tam olarak
benimsememişlerdi. Emevilere tepki Irak’ta sadece pasif bir zühd ile
yetinirken, Horasan ve Maveraünnehir’de ise aktif isyanlar şeklinde tezahür
etmiştir.
Mazdekiyye, Hurremiyye, Muhammire,
Mukannaiyye, Müslimiyye, Babekiyye hareketleri gibi. Zındıklar olarak nitelenen
bu kıyamları temelinde eski dinlerinin tesirleri vardır. Örneğin Ebu Müslim
Emeviler’e isyan ettiğinde topladığı kuvvetler Zerdüşt ve Budistlerin tesiriyle
oluşan batınî guruplar ve Horasan şiileridir.
Mesela Mukanna’ hareketinin temel inancı
tenasüh ve Tanrının çeşitli varlıklar şeklinde görüldüğü inancıdır. Belh’li
olması ayrıca dikkat çekicidir. Kendisinde Ebu Müslim’in ve diğer
peygamberlerin ruhu bulunduğunu iddia ediyordu. Bu herif (Haşim b. Hakîm)
ölüleri diriltebilecek güce sahip bir tanrı olarak kendini tanıtıyordu. Bunlar
islamın temel ibadetlerini yapmadıkları gibi, kadınlardan müştereken
yararlanmayı mübah görecek kadar Müslümanlardı. Peşine pek çok Türk köylüsünü
de takmıştı.
Türklerin İslamlaşma sürecinde, İslamı
tasavvufi çerçevede yorumlamalarında önemli bir rol oynamış olan isimlerden
biri de Hallaç’tır. Tam beş sene süren yolculuğunda Hallaç cihat için kurulmuş
şehirleri /ribatları, yanındaki yüzlerce tilmiziyle birlikte, birer birer
dolaşmıştır. Ölümünü izleyen yıllarda Hallaç’ın öğretisini Buhara’da talebeleri
Kalabazî ve Ahmed Yesevî tarafından devam ettirilecektir.
Konar-göçer bozkır halkının mensup olduğu
Şifahi İslam; miteolojik bir karakter arz eder. Ki bunlar da İslam öncesinin
tabiat kültleri, Şamanist uygulamalar, özellikle Budizm, Zerdüştlük, Maniheizm
ve Mazdeizm gibi dinlerin kalıntılarıdır. Bu konar-göçerlerden kitabî bir İslam
beklemek zaten anlamsızdır.
Kitabi İslamı ise medreseler temsil eder.
Sünni İslamın temsil ettiği, devlet desteğine sahip dini anlayıştır. Şehirli
yerleşik halkın din anlayışıdır.
Bir diğer islam yorumu ise mistik islam
anlayışıdır. Bunun şifahi İslamdan temel farkı ise, zühd ağırlıklı bir yapısı
vardır. Bu Mistik yorum da İslam öncesi efsane ve menkıbelerden şifahi İslam
kadar beslenmektedir. Buna ilaveten Kitabi İslam’dan şifahi islam kadar
habersiz de değildir. Bu mistik İslam daha çok İran/Horasan kaynaklı, İslam
öncesi gnostik, hermetik, Yeni Eflatuncu nazariyelerden beslenen yarı felsefi
akımlardır.
ŞİFAHİ (Kitapsız, sözel) İSLAM
Örneğin; Battal Gazi menkıbelerinin
anlatıldığı Battalnâme’de İslam’a davet edilenler Battal’dan İsa gibi ölüleri
diriltmesini isterler. Battal da İlyas peygamberin duasıyla ölüleri diriltir.
Bunun sonucunda iki yüz elli bin kafir, yedi parça şehir, üç yüz parça kale ve
beş bin köy Seyyid Battal Gazi’nin önünde Müslüman olurlar.
Bir diğer menkıbe Ahmet Yesevî
menkıbesidir. Bir seferde açlık çeken sahabeye vermek üzere Cebrail cennetten
bir tabak hurmayı peygambere getirmiştir. Fakat hurmalardan biri tabaktan
düşer. Cebrail bu hurmanın Ahmet Yesevî’nin nasibi olduğunu söyler ve Aslan
Baba, Hz. Peygamberin emriyle hurmayı Ahmet Yesevî’ye vermek üzere yola çıkar,
Sayram’a gelir ve Ahmet Yesevî’yi bulur ve onun manevi terbiyesini üzerine
alır.
Türkler işte bu menkıbelerden, masal ve
efsanelerden beslenen şifahi İslam zaviyesinden İslam’a girmişler, İslamı
efsaneleştiği kadar kabullenmişlerdir.
İslam öncesinin ozonları, kamları,
baksıları, yeni dinin ERMİŞLERİ olmuştur.
İslamiyet öncesi gök/ak sakallı kocaları
yeni dinin HIZIR’ı oluvermiştir.
Göçebe Türklerin hayatında büyük bir
mevkii olan kadınların, fakihler tarafından müşterek hayatın dışına çıkarılmak
istenmesi, eskiden beri kadınlarla müştereken tertip edilen sazlı ve şaraplı
şölenlerin şer’an yasaklanması, oruç, namaz, hac gibi göçebe hayatıyla telif
edilmesi zor olan bir takım sıkı hükümlerin varlığı Türkmenlerin hiç işine
gelmemiştir. Bu esnada teşekkül etmeye başlayan sufi zümreler bir misyoner gibi
kendi mesleklerini yaymak için çalıştılar. Baba, ata lakaplı bu sufiler, eski
ozan-kamlardan tevarüs edilen bir kudsî hâleyle çevrili olarak faaliyete
koyuldular. Garip kıyafetleri, ağızlarda dolaşan kerametleri, meczubane
yaşayışlarıyla eski kamların hatırasını islamî bir şekil altında yaşatan bu
babalar, göçebe Türkmen boylarına, pekiyi anlayacakları bir dille İslamiyeti
eski kavmi ananalere uygun gelen sufiyâne fakat basit ve avamî, tahrif edilmiş
bir şeklini telkin etmişlerdir.
Bu dönemi en iyi resmeden kimseler Ahmet
Yesevî ve Dede Korkut’tur. Dede Korkut’ta Türklerin eski dinlerine ait pek çok
hususlar bulmak mümkündür. Dede Korkut Türkmenler arasında “yağmurcu” olarak
bilinir. Şamanizm’e göre şamanlar Türk tanrısının hediye ettiği “yada taşı”
sayesinde yağmur yağdırabilmekteydi. Bu şamanların mucizesi olarak
gösterilirdi. Onların tabiata hükmettiklerine inanılırdı.
15.Yüzyılda kayda geçirilen Dede Korkut
hikâyeleri Türk ahlak ve töresinin, inançlarının anlatıldığı bir eserdir. Dede
Korkut; İslam öncesi ozon ve şamanlarla, İslami devirdeki veli ve alp tipinin
bütün hususiyetlerini kendi üzerinde mezceder.
Barthold “Dede Korkut’ta İslamiyet ciladan
ibarettir” der. Lakin bu cila paganizmin bakiyelerini layıkıyla örtememektedir.
Osman Turan’a göre Dede Korkut Kitabı
“sathi bir şekilde İslamlaşan ve eski Türk hayat ve telakkilerini yaşatan
göçebelerin eseridir.”
yüzyılda yaşamış Sarı Saltuk’un
menkıbelerini anlattığı Saltuknâme’de cinler, cadılar (câzû), büyücüler
başroldedir. Sarı Saltuk’u kafirler denize, ateşe attıklarında, Hz. Hızır’a
bağlı cinler onu kurtarmışlardır. Gerektiğinde en uzak yerlerden cinler vasıtasıyla
gazaya yetişir. Bu eser Türklerin İslam öncesi devrin paganist unsurlarıyla
doludur.
Uygurlu Türkler arasında yaygın olan
Budizm de, İslam sonrasında tesirini göstermiştir. Zahitler Budist rahipler
gibi adeta bir Budha gibi tasvir edilmiştir. İbrahim b. Ethem’de zühd hayatı
ile anlatılanlar bunu göstermektedir.
Dede Korkut Hikâyelerinde bir taraftan
“adı görklü Muhammed’e salavat getirilirken, diğer taraftan şarap içilmektedir.
İslama giren önce sünnet ettirilir, sonra beş vakit namaz kıldırılır, daha
sonra da misafirlere kımız dağıtılır.
Manas Destan’ının kahramanı kımız içen bir
müslümandır. Manas Destan’ında koruyucu ve yardımcı ruhlardan yardım istemek
önemli bir yer tutar. Manas Destan’ında zaman zaman evliyaların yardımından
medet umulur. Manas’ın babasının çocuğu olmayınca evliya türbesine gidip çocuk
ister. Türbe ziyaretinden sonra çocuk doğar. Dede Korkut’ta çocuk isteyen
kadınlar “kara donlu dervişlere“ adakta bulunurlar. Yine fal /kehanet, tılsım,
büyü, muska, efsunlama, cin çarpması, uğur ve uğursuzluk ve gelecekten haber
veren kamlar İslam öncesi inancın günümüze intikal eden bakiyeleridir.
İki ordu savaşa tutuşmadan önce, her iki
ülkenin cinleri de kendi aralarında savaştıklarına dair bir inanç vardır.
Savaşa başlanacağı günün gecesinde savaşçılar kendilerine “çıvı” denilen
cinlerden oluşan askerlerin okları isabet etmesin diye korkudan çadırlarından
çıkmazlardı. Hangi ülkenin cinleri galip gelirse, o ülkenin askerleri de
savaşta galip gelirdi.
KİTABÎ (Resmi, medrese) İSLAM
Türk ve Acem nüfusun yoğun olarak yaşadığı
Buhara ve Semerkand gibi şehirlerin bulunduğu Türkistan bölgesidir. Yusuf Has
Hacîb’in Kutadgu Bilig’i bu kitabî İslamın örneği sayılabilir.
Buna rağmen Yusuf Has Hacîb’in Kutadgu
Bilig’inde de pek çok Şamanizm bakiyeleri bulmak mümkündür. Kam yerine
“muazzim/azimet yapan)” efsuncu kelimesini kullanır. Eski şamanlar İslâmî
literatüre uyarlanarak muazzim, arraf olmuşlardır. İslam bölgeye gireli bir
buçuk asır olduğundan, kamlar yeni dine uymak mecburiyetinde kalmışlar ki,
şeytanları kaçırmak için muska yazmaya başlamışlardır.
Kutadgu Bilig’de artık İslami terminoloji
daha baskındır. Kutadgu Bilig’de artık içkinin haramlığına dair hadisler, ya da
kadınlara karı mahremiyet anlayışı içinde yaklaşmayı emreden hadisler yer alır.
MİSTİK İSLAM
İslam öncesinin efsaneleri, masalları,
İslam sonrasında dini propaganda yapan derviş-şairler vasıtasıyla islami
menkıbelere dönüştürülmüştür. Kıyafetleri, vecdli raksları ve danslarıyla eski
Türk kam-baksıların, şamanların rollerini sünni olmayan tarikatlere mensup
Türkmen babaları tarafından devralınmıştır. Şamanizm ve Budizm geleneklerinin
baskın olduğu Türkler arasında İslamiyet’i iptidai düzeydeki dervişler, Türkmen
babaları yaymışlardır. Horasan üzerinden Türkistan’a dahil olan bu dervişler
okudukları ilahiler, şiirler ile benimsenmiş, onlar eski şamanlarının,
ozanlarının devamı olarak görülmüşlerdir. Her derde deva bulan, gaipten haber
veren Türklerin eski şamanlarını hatırlatan Aslan Baba, Korkut Ata, Çoban Ata
gibi dervişler İslam sonrasının keramet sahibi velileri olmuştur.
Korkut Ata şöyle tarif edilir; “Resul
Aleyhisselam zamanına yakın Bayat boyunda Korkut Ata dirler bir er koptu.
Oğuz’un ol kişi tamam bilicisiydi. Ne dir ise olur idi. Gaybtan dürlü haber
söyler idi. Hak Teala onun gönlüne ilham ider idi. Korkut Ata kavminin
müşkilini hal ider idi. Her iş olsa Korkut Ata’ya danışmayınca işlemez idi.”
Yaşayıp yaşamadığı bilinmeyen bu zat Oğuz boylarının kahinidir. Gaybtan ve
gelecekten haber vermesi şamanlara ne kadar benzediğini gösterir.
Yine Türk sufi tarikatlarının en eskisi
olan ve de Nakşiliğin ilk hali olan Yesevîlikte zikr-i erre (bıçkı dansı) denen
zikir ve sema tarzı, Türklerin eski rakslarının devamıdır. İslamiyet öncesi
Türk rahip-şairlerinin İslamlaşmış şeklinden başka bir şey olmayan Ahmet
Yesevi’nin kurduğu Yesevîlik eski Türk paganizminden çok şeyler almış ve
ayinlerinde eski göçebe örfüne ve şaman ayinlerine uygun kadınlı-erkekli
zikirler yapmıştır. Okuma-yazma bilmeyen konar-göçerlere, alışık oldukları
mistik yoldan İslam’a dahil edilmişlerdir. Yesevilik’te kadim Buhara Budizminin
etkilerini de göz ardı etmemek gerekir. Yeni veliler birçok yönden Budist
rahipleri andırmaktadırlar. Netice de Türkler yüzlerce yıl Budist olarak
yaşamışlardı.
Özetle bölge zaten İslam öncesinden mistik
bir zemine sahipti. İslam öncesi benimsenen tüm dinler de zaten mistik bir
karaktere sahipti. Yani bölgenin yüzünü tasavvufa yöneltmesi için tüm şartlar
hazırdı.
Türkler önce mistik/sufi oldular, sonra da
İslam’ın dönüştürücü gücüyle olabildikleri kadar Müslüman oldular. Mistik İslam
denilince ilk akla gelen Ahmet Yesevî, Kitabî İslam’ı Şifahi İslam’a
dönüştürmüştür.
------------------------------
Kitabi olmayan Türk halk İslam’ında
(kültürel folk İslam’da) pek medrese mezunu fakihler, kelamcılar bulunmaz. Türk
halkı âlimlerin peşinden değil dervişlerin peşine takılmıştır.
Her ne kadar bizlere Türklerin toptan
Müslüman olduğu ve bütün samimiyetleriyle yeni dinlerini içselleştirdikleri
öğretilmişse de, bu çok da gerçekçi değildir. Zira sosyoloji gibi bilimler bir
toplumun baştan aşağı kısa bir sürede değişebileceğini kabul etmez.
Anadolu’da İslam’ın sosyal yaşantı ve
kültür temelinde iki değişik görünümü vardır. Birincisi medrese İslam’ıdır.
İkincisi ise, kısmen mitolojik inançlarla karışık “Halk İslam’ı” (Folk,
Kültürel İslam’dır).
Halk İslam’ının da iki alt versiyonu
vardır. Birincisi; Sünni tarikatlar, diğeri; heterodoks kabul edilen bugünkü
Alevi-Bektaşi kesimlerce temsil edilen şeklidir.
Heterodoks İslam’ın Orta Asya, Orta
Doğu’daki kadim dini ve mistik kültürlerle çok sıkı bağları vardır. Heterodoks
Türk İslam’ı; Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar geniş bir zaman ve mekân sürecinde
Şamanist Türklerin bazı inançları ile diğer dinlerin ve mistik kültür
kalıntılarının, yüzeysel bir İslam ile harmanlanmasıyla oluşmuştur. Türk
Müslümanlığı, çoğu kere İslam’ın temel esaslarının ve hükümlerinin bir hayli
dışında mitolojik ve geleneksel unsurlarla, hurafelerle örülmüş olarak
Anadolu’ya gelmiş ve bu yapısıyla Anadolu’yu İslamlaştırmıştır.
Mâverâünnehir’deki Sünni İslam
çevreleriyle temasta bulunan Türkler Sünni-Hanefi inanç esaslarını
benimsemiştir. Buna mukabil Horasan, Azerbaycan gibi İran kültürünün yahut eski
Türk inançlarının hâkim bulunduğu Orta Asya bozkırlarından gelen konar-göçerler
ise İslam öncesi inançlarını büyük ölçüde devam ettirmişlerdir.
Eski Türklerde “şaman/ kâm”; doğaüstü
güçlere sahipti. Cinleri kovar, büyü bozar, tılsımlar yapar, göğe çıkar, aslana
biner, ateşe girer ve çeşitli hokkabazlıklar bilirdi. Türklerin yeni dinlerinde
Şaman kültü aynen devam etmiş, sadece şamanın adı değişmiş, eren, ermiş, veli,
şeyh, alevi dedesi vs. oluvermiştir.
Heterodoks İslam anlayışı Mesiyanik
(mehdici) bir karakter sergiler. Bu inanç, ilahi yetki sahibi, karizmatik bir
şahsiyet inancına sahiptir. Babai isyanlarında bu karakter çok belirgindir.
Türkmen Babaları, Türkmenlerce, ilahi kurtarıcı olarak kabul edilmiş,
öldürüldüklerinde bile ölümüne inanılmamıştır. Bu mehdici anlayış, çok kısa bir
süre içerisinde Şahkulu (1511), Nur Ali Halife (1512), Bozoklu Celal (1520),
Baba Zünnûn (1526) gibi Osmanlı merkezi idaresine karşı ihtilalci mesiyanik
hareketlere dönüşmüştür. Babailer, Selçuklu kuvvetlerini on iki defa yenilgiye
uğratmışlardır.
Bu heteredoks dini anlayış şu üç temel
inancı beraberinde bulundurur; Hulul, (Allah’ın insan suretinde görünmesi),
Tenasüh, (ruhun öldükten sonra bir başka bedende yeniden doğması) ve Don
değiştirme (ruhun sağken bir biçimden başka bir biçime yahut bir kalıptan başka
bir kalıba geçmesi).
Atalar Kültü ki; ruhun bedenden bedene
geçmesi telakkisine benzer. Müslümanlığın kabulünden sonra da evliya kültü
olarak devam etmiştir. Ata kültü; bilgili, yiğit, iyi savaşçılık veya
yöneticilik yapmış şahısların ruhlarının öldükten sonra da yakınlarına yardım
edeceği, kötülüklerden koruyacağı inanışına dayanır.
Şamanların gösterdiği olağanüstülüklerle
ilgili anlatılara baktığımız zaman evliya kerametlerine dair anlatılanların bir
benzerleriyle karşılaşırız. Anlatılanlara göre onlar; Ateşte yanmaz, kuşa,
ayıya, kurda dönüşebilir, suyun üstünde yürür, cansız nesneyi canlandırır,
öldükten sonra kavmini korur, ölüp- dirilebilir, ölmüş bir insanı, hayvanı
diriltebilir. Gökyüzüne çıkar, yeraltı dünyasına iner, hastalık yapan ruhlarla
savaşır. İstediği şey verilmezse büyükbaş hayvanlara ölüm getirir, hayvanlara,
bitkilere hükmeder, hastalıkları iyileştirir. Hastalığı, temas ederek insandan
hayvana geçirebilir. Karşısındaki insanın geçmişini, geleceğini, aklından
geçenleri bilebilir. Uçarak gidip-gelir. Ateşin üzerinde çıplak ayakla yürür.
Kayıp nesnelerin yerini bilir. Seli durdurur. Aynı anda yedi yerde olabilir.
Gökteki ve yeraltındaki tanrılarla, kutsal ruhlarla görüşür.
Hatta Dede Korkut hakkında anlatılan
menkıbevi hikâyeler, Türklerin şaman sıfatlarını ona aynen verdiklerini
gösterir. ‘Dede Korkut gaybtan, gelecekten haber verirdi. Allah’ın ilhamlarına
mazhardı. Söylediği her şey gerçekleşirdi. Kavminin sorunlarını çözerdi. O
kendisine danışılmadan iş yapılmayan bir ulu hazret idi.’
Evliya menakıpnamelerini incelendiğinde;
Şamanlar hakkında anlatılan efsanelerin benzerleri Anadolu dervişleri için de
anlatılmaktadır.
Ahmed Rufâî hakkında anlatılan ateşe
girmek, vahşi hayvanlara binmek, yılanlarla oynamak ve diğer hokkabazlıklar
eski Türk şamanları hakkında anlatılanlarla aynıdır. Baba İshak, Sarı Saltuk,
Barak Baba gibi kimseler bir dervişten ziyade bir Şaman büyücü/ Kam veya
Şaman’ı andırmaktadır.
Şamanların en önemli görevlerinden biri de
ayinler yaparak hastaların vücuduna giren cinleri ve kötü ruhları kovmaktır.
Bugün de Şamanist işlemler İslami bir
kılıkta aynı şekilde devam etmektedir.
Günümüzde Anadolu’da da okuyup üflemek, ip
bağlamak, muska yazmak vs. usullerle hastalık tedavi etmeye çalışan kimseler
gerçekte Şaman kalıntısı kimselerden başka bir şey değildirler. Anadolu’da
cinci adıyla bilinen ve hastaların vücuduna girdiğine inanılan cinleri kovarak
yahut emrindeki cinlerle geleceği ve gaybı keşfederek birtakım kehanetlerde
bulunan kişiler tipik şamanların devamıdırlar.