“Kesin Kanaat, Herkesi Gafil Avlar”
Xenophones
Tek adamlığın bir politik versiyonu, bir
de dini-ahlaki versiyonu vardır. Eski Mısırda politik versiyonu, Firavun;
dinsel versiyonunu da Hâman karşılar. İkisi birlikte toplumu kontrol altında
tutarak, toplumun kimlik, kültür ve diğer toplumsal formasyonları belirler. Hz.
Musa, bu iki otoriteye birden, her iki misyon ile karşı çıkar. “Hz. Musa’nın
yaşadığı çağda Mısır‘da “Amon” kültü hâkim olduğuna göre, bu kültü temsil eden
en yüksek dereceli rahibin de, yönetimde Firavun’dan sonraki ikinci adam olması
tabiidir. Bunu, 28/38 ve 40/36-38 ayetlerinde Firavun’un, ondan Musa’nın
Tanrısını görmesi için bir kule yapması talebinden anlaşılabilir.” (M.Esed,
Kur’an Mesajı. Çev: C. Koytak-A. Ertürk. İst. 1997. S. 782.). Firavun, tek
adamlığını Hz. Musa karşısında şöyle ifade ediyor: “Bırakın da, onu öldüreyim;
inandığı Tanrıyı yardıma çağırsın da görelim. Ben onun düzenimizi
değiştireceğinden/bozacağından, toplumda fesat çıkaracağından çekiniyorum.”
(40/26). Sonunda tekebbür ve istiğnası: “Ben, sizin en büyük Rabbinizim” deme
noktasına vardı.
Kur’an, politik veya dinsel olarak oluşmuş
mutlak iktidar-otorite sahibi kişisel veya kurumsal yapıları şiddetle
eleştirir. Örneğin, bu tip kanaat önderi veya politik liderlere koşulsuz,
sorgusuz-sualsiz itaat edip dalalete düşerek cehennemlik olan kişilerin
Ahirette Allah’a: “Ey Rabbimiz, biz, liderlerimize ve kanaat önderlerimize
uyduk; bizi doğru yoldan uzaklaştıranlar onlar; onlara iki kat azap ver; onlara
büyük bir lanet ver.” şeklindeki serzenişleri, kendilerine meşru bir mazeret
oluştur(a)mamaktadır. Yine cehennemlik olan Müstekbir (lider ve kanaat
önderleri) ve cahil-zayıf bırakılmışlar (Mustazaflar) cehennemde birbirlerini
şöyle suçlarlar: “Mustazaflar: Doğrusu biz, sadece size uymuştuk; o halde,
cezamızı azaltabilir misiniz? Müstekbirler ise: “Biz hepimiz, cezanın
içindeyiz.” derler.” (40/47-48). Başka bir tartışma sahnesi: “(Ayartılmış
olanlar): kendilerini ayartanlara: “Siz, bize suret-i haktan göründünüz”
derler. Ayartanlar: “Hayır, siz kendiniz inanmadınız; üstelik sizi zorlayacak
bir gücümüz de yoktu; siz de küstahça bir kibre kapılmıştınız. Sizi sapıklığa
sürükledik (doğru); çünkü kendimiz de sapıktık.” (37/328-32). Xenephones’in
yazının ser-levhası yaptığımız sözünü doğrulayan bir müminin, Hesap Günündeki
şu itirafı, manidardır: “Dünyadayken benim bir arkadaşım vardı; bana şöyle
derdi: ”Sen de, tekrar dirileceğimize inananlardan mısın; ölüp toprak ve kemik
yığını olduktan sonra, tekrar hesaba çekileceğimize mi inanıyorsun?” Allah’a
yemin olsun ki, neredeyse/az kalsın beni de mahvedecekti (ayartacaktı).”
(37/51-56).
Kur’an, ahlak ve dini alanda Allah’ın
öğretmesi (vahiy), peygamberin içtihatları ve bu ikisine bağlı Ulemanın
gerekçeli (ilmi-hikmetli) görüşlerine itaat etmeyi tavsiye etmekle birlikte;
müminlerin kendi vicdani, iradi inisiyatifleri ile de düşünerek (tefekkür,
tafakkuh, taakkul, tezekkür, tedebbür, rey, nazar, dinleme…) karar vermelerini,
dini-ahlaki hayatlarını oluşturmalarını ister: “Hakkında bilgin olmayan şeyin
peşine körü körüne düşme; göz, kulak ve kalp, bundan dolayı hesaba
çekilecektir.” (17/36) Politik alanda da işlerini ortak akıl (şura) ile
çözmelerini tavsiye eder (42/38, 3/159).
Müslüman toplumlar, politik alanda bu
ilkeyi hayata geçiremeyip “Saltanat” denen tek-adam rejimleri kurdukları gibi;
dini-ahlaki alanda da Ulemanın içtihatlarını mutlaklaştırarak
(dogmatizm/taklit) ve “din-adamları (imam, mehdi, veli, şeyh, gavs, kutup, baba,
dede, efendi…)” oluşturmuşlardır. Bu durum, müşriklerin “put” oluşturma
gerekçesi ile hayli yakınlık arz etmektedir: “Allahtan başkalarını “Evliya”
edinenler: “Bizim onlara saygımız (ibadetimiz)ın nedeni, bizi, Allah’a daha
fazla yaklaştırmalarından dolayıdır.” (39/3).
Politik olsun, ahlaki-dinsel olsun her iki
alanda da “Tek adam”lığı doğuran şey, tek adamın karizması, kahramanlığı,
öz-verisi yanında; onun güç istenci, istiğnası, narsizmi, zorbalığı ve ona
itaat edenlerin cehaleti, zayıflığı, fakirliği, korkaklığı ve güven arayışı da
olabilir; bu durum kendini, kişiliğini, karakterini, onurunu hiçe saymadır.
Oysa medeni insan olmanın kriteri, politik alanda ortak akıl (şura) ile karar
alma, oydaşma, kurum (bürokrasi) ve kural (hukuk) oluşturmaktır. Ahlaki-dinsel
alanda ise, vicdani kapasitesini sürekli tetikte, teyakkuzda tutmak ve kül
yutmamaktır; körü körüne ve korkakça itaat etmekten, boyun eğmekten,
teslimiyetten kaçınmaktır. Politik alanda bütün sorunların, nihai çözümünü bir
kişinin inisiyatifine/iradesine bırakmak, bütün toplumun aklını yok saymak ve
onu iptal etmektir. İç ve dış politika, ortak akıl ve ilgili kurumlar-kurallar
tarafından bir “Kaneviçe” gibi işlenmesi gerekirken; Tek Adam
politikası/kararları, bir “ilmek” veya “düğüm” atma işlemi gibidir. Toplumlar için
bu tutum, çok tehlikeli ve risklidir. Onulmaz ve geri dönülmesi zor sonuçlar
doğurur. Tek adamlık, zorla, dayatma ile tepeden aşağı olabileceği gibi;
toplumun kendi kararı/kararsızlığı (seçimi) ile de olabilir: “Tencere
yuvarlanır, kapağını bulur.” Avrupa, Fransız Devriminden yani Krallığın ve
Kilisenin ortadan kaldırılmasından sonra, 19. ve yirminci yüz yıl boyunca
“Seçilmiş Krallar” (M. Duverger) veya “Tek Parti” ler ile yönetildi. Napolyon,
Hitler, Mussolini, Franko Avrupada; Lenin, Stalin, Mao, Tito, Enver Hoca
Sosyalist blokta Tek adam iktidarları kurdular.
Aynı dönemlerde İslam dünyasında da Tek
Adam, Tek Parti, Tek Kabile, Tek Komutan/Kaid (asker) yönetimleri oldu. Körfez
Krallıkları, Suud Ailesi, C.A. Nasır, Kaddafi, Saddam, Şah Rıza Pehlevi, Zahir
Han, Humeyni, Ziyaulhak… Tek Adam-Aile yönetimleri idi. Avrupa’da
kurumsal/Anayasal demokrasi, daha kolay gelişirken; İslam dünyasında bu olmadı.
Osmanlı imparatorluğunda padişahlar ve paşalar birlikte yönetiyorlardı.
Meşrutiyetten sonra, II. Abdulhamit ile birlikte “Tek Adamlık iyice yerleşti.
Cumhuriyet Devrimlerinden sonra ise, M. Kemal (Atatürk) ve İsmet İnönü (Milli
Şef), tek adam yönetimleri kurdular. Tek Adam yönetimi Tek Adamların iyiliği,
bilgeliği, kahramanlığı, öz-verili olabileceklerinden, imkânından öte; “Tek
Adamlık”ın kendisi, tehlikeli ve büyük risk barındıran bir durumdur. Kurtuluşu,
sorunların çözümünü birlikte arama, birlikte sorumluluk üstlenme yerine; bir
kişinin boynuna yükleme tembelliği, kurnazlığıdır söz konusu olan. Yahudilerin
tarihinde Hz. Davut ve oğlu Hz. Süleyman; Perslerde Enuşirnevan, İslam
tarihinde Hz. Ali, Hz. Ömer, Ömer b. Abdulaziz, Selahattin Eyyubi, Fatih Sultan
Mehmet; Modern dönemlerde Gandhi, Nelson Mandela, Aliya İzzet Begoviç… gibi
‘Bilge Kral’ların çoğu, semalarında “tek yıldız” olarak kalmayı bilinçli olarak
tercih etmişlerdir.
Son yirmi yıldır Recep Tayyip Erdoğan da,
seçilerek/oylanarak, demokratik kurallarla iktidara gelmektedir. 15 Temmuz
darbe girişiminden sonra geçilen ‘Başkanlık Sistemi’ -ilgili kanuni
düzenlemeler, bilinçli olarak yapılmadığı için- giderek ‘Tek Adamlık’a doğru
evrilmektedir. Tek adamlığın tehlikesi, ona verilen yetkinin (iktidar)
fazlalığı ve tek başına vereceği kararların doğruluk ihtimalinin -çoğunluğun
vereceği karara nispetle- yanlış olma ihtimalidir. Sayın Erdoğan’ın -kendisinin
de itiraf ettiği gibi- gerek iç politikada FETÖ ve PKK (çözüm süreci) gerekse
dış politikada ABD tarafından (Suriye politikası) aldatılmıştır. Bundan sonra
da aldatılmayacağına dair bir garantisi yoktur. Ciddi ekonomik ve politik
hatalar yapmasının faturasını da hep birlikte toplum olarak ödemekteyiz. İyi
bir ‘ekonomist’ olmadığını, ‘nass’ı yanlış anladığını, bugün itibariyle faiz
oranlarının yüzde 45’e çıkmasıyla hep birlikte gördük.
Sayın Erdoğan’a olan desteğin, yirmi küsur
yıldır devam etmesi, destekleyenlerin bu ceremeyi (zararı) bile-isteye devam
ettirmeye teşne olduğunu gösterir. Meşhur bir hadis: “Siz, nasıl iseniz; öyle
yönetilirsiniz” der. Demem o ki “Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen
birisi vardır (12/76) ayeti ve “Akıl akıldan üstündür”. “Bir elin nesi var? İki
elin sesi var” özdeyişlerinde söylendiği gibi, politik hayatta herkesi
ilgilendiren kararların ortak akıl ile/oydaşma ile alınması; yönetme işinin
uzman kurumlara tevdi edilmesi ve yönetirken yerleşik kurallara/hukuka
uyulması; dinsel-ahlaki alanda da aktif bir vicdan (düşünme) ile birlikte “Sözü
dinleyip, en güzeline uymak” (39/18), sorgusuz-sualsiz birilerine teslim
olmamak, daha doğrudur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.