15 Ocak 2024 Pazartesi

2024’te küresel jeopolitik Taha Özhan-14/01/2024

Ankara Enstitüsü Araştırma Direktörü Taha Özhan, küresel tansiyonun yüksek seyrettiği süreçte önümüzdeki dönemi jeopolitik riskler bağlamında değerlendiriyor.

Jeopolitik yıla 7 Ekim’de girdik. 5 Kasım 2024’te Amerikan seçimleriyle de seneyi tamamlama ihtimalimiz yüksek görünüyor. Bu iki tarih arasında 2024, jeopolitik risklerin oldukça yüksek seyredeceği bir sene olacak. Hâlihazırda İsrail, Rusya ve Çin başlıkları üzerinden hararetli olan kriz alanlarının üzerine seçimler eklenecek. Ocak ayından başlayarak, dünya nüfusunun yüzde 50’sinden, küresel gayrisafi hasılanın yüzde 60’ından fazlasına denk gelen bölgelerde seçimlere gidilecek. Tam anlamıyla bir seçim senesi olan 2024’te demokrasiler büyük bir stres testine girecekler. İster sahici bir demokratik yarışla isterse rekabetçi olmayan seçimlerle olsa da ortaya çıkacak sonuçların küresel jeopolitiği şekillendirme potansiyeli bulunuyor.

Küresel jeopolitik geçen seneye girerken beklentiler ve tahminler oldukça kasvetliydi.

2023 tahminlerinde dikkat çeken küresel ekonominin sert inişler yapacağı beklentisi hayata geçmedi. Sonuçta 2024 için ekonomik görünüm geçen seneye göre daha olumlu bir eksene oturdu. 2024’ün önemli gündem başlıklarından birisi küresel faiz artışları sonrasında ekonomik inişin yumuşak mı sert mi olacağı. Enflasyona yönelik küresel bir zaferden bahsetmek henüz erken görünüyor. Bu sene faizlerin düşürülmesi sürecine yönelik oldukça temkinli beklenti devam ediyor. Oranların yüzde 3,5-4 arasında tutulmaya devam edilmesi tahmin ediliyor. Bu oranlar, ekonomik büyüme, işletmeler ve hane halkının üzerindeki ekonomik baskıyı sürdüreceği anlamına geliyor.

2023 tecrübesi, 2024 için ekonomide daha temkinli ve daha iyimser senaryoların konuşulmasının önünü açarken, jeopolitik alanda risklerin oldukça yükseldiği bir gündemi öne çıkarıyor. Aynı anda deglobalizasyon ve reglobalizasyon süreçleri hareket halinde kalmaya devam edecek görünüyor.

ABD’nin “Önce Amerika” çizgisinin oldukça sorumsuz bir şekilde güçlenmesi, Avrupa’da benzer eğilimlerin yükselmesi ve Çin’in işbirliği zemini oluşturmaktan uzak politikaları küreselleşme üzerindeki gerilimi artırıyor. Ticari ve siyasi ittifaklar akışkan bir şekilde ABD-Çin-Avrupa üçlüsü etrafında yeniden şekilleniyorlar. Bu durum geleneksel sermaye, mal ve hizmet akışlarını bozuyor. Bu bozulma ister istemez jeopolitik kriz alanlarında istikrarı ve barışı tesis edecek işbirliklerini ya ortadan kaldırıyor ya da baskı altına alıyor.

KÜRESEL SEÇİM FIRTINASI

Öncelikle 2024 ulusal seçim dalgasına biraz daha yakından bakmakta fayda var. Tayvan, Hindistan, Endonezya, Meksika, Güney Afrika, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Parlamentosu’nun 27 ülkesi de dahil olmak üzere yaklaşık 50 ülkede 2 milyardan fazla insan sandık başına gidecek. Toplamda, 2024 seçim maratonuna katılanlar, dünyanın ekonomik çıktısının yüzde 60’ını oluşturuyor. Seçim sonuçları hayati politik tercihleri doğrudan etkileyecek. Son yıllarda küresel bir ekonomik savaşın öncü dinamiğine dönüşen teşvik politikaları, vergi indirimleri, teknoloji transferi sorunları, gümrük duvarları, serbest ticareti bozan faaliyet yasakları, yapay zekâya dair meseleler, yatırım sorunları, borçlar ve enerji başlıklarında kapsamlı, kuşatıcı ve sürdürülebilir yönetim sorunları seçim sonuçlarından doğrudan etkilenecek. Son tahlilde küresel veya ikili ticareti bozan her yaklaşım gelir kaybı olarak kayda geçecek. Popülist dalgaya yenilerek kısa vadede kazandığını düşünenler de orta ve uzun vadede kaybedenler arasına kaçınılmaz olarak katılacaklar.

2024 seçimlerinin en önemlisi, sene sonundaki ABD seçimleri olacak. Bu seçimlerde şimdilik Biden ve Trump’ın yarışma ihtimali yüksek görülüyor. Ancak en az bir hatta iki yeni ismin ortaya çıkma ihtimali de ortadan kalkmış değil. Biden sağlık, Trump hukuki sorunlarla yarışa veda edebilir. Biden üç yıl önce seçilirken de demokratların özellikle tercih ettiği bir isim olmasından ziyade, Trump’lı Amerika’ya son vermek için mahkûm oldukları bir dönemlik bir isim olarak değerlendiriliyordu. Geçmişte ilk döneminden sonra ikinci dönem için aday olmayan yedi Amerika başkanı bulunuyor. Biden şimdilik adaylıkta ısrarlı olsa da her geçen ay hem sağlık sorunları hem de yönetim kalitesine yönelik sorunlar artmaya devam ediyor.

2020’de kaybettiği seçimlerin sonuçlarını kabullenmeyen Trump’ın 2024’te tekrar aday olma ihtimali oldukça güçlüydü. Cumhuriyetçiler üç yıldır fiilen adayları belli bir şekilde kampanya yaparken, Biden’ın sergilediği performans ve sağlık sorunları nedeniyle 2024’te adaylığı hâlâ soru işaretleri barındırıyor.

Trump’ın, Colorado’da seçimlere katılmasını engelleyen mahkeme kararını Anayasa Mahkemesi’ne götürmesiyle gözler Şubat ayında çıkması beklenen karara dönmüş durumda. Mahkemenin muhafazakâr eğilimi (6-3) göz önüne alındığında, Trump’ın aleyhine bir kararın çıkması sürpriz olacaktır. Amerikan seçim tarihinde, iki dönem teamülü ya da tek dönem başkanlık sonrası verdiği aranın ardından tekrar başkanlık yarışına giren isimler bulunuyor. Ancak bu isimlerin büyük bir kısmı girişimlerinde başarısız olurken, 19’uncu yüzyılın sonundaki Cleveland ve iki dönem geleneğini de bozan 20’nci yüzyılın başındaki Theodore Roosevelt, istisnaları oluşturuyor. Trump’ın ara verdikten sonra tekrar yarışa giren ve kazanan Cleveland’a benzer bir başarı elde edebileceği konuşulsa da Amerika için büyüyen kriz Demokratların Biden adaylığında düğümlenmiş; Amerikan iç siyasal bunalımı taşınamayacak bir noktaya ulaşmış durumda. Neredeyse bir gerontokrasi kriziyle karşı karşıya olan Amerikan elitleri, aylardır sağlık sorunları olan Biden’la seçime gitme kararı almaları durumunda bu kriz daha da derinleşecektir.

Demokratlar için Biden’ın sağlığı ve geçtiğimiz üç yıldaki performansına dair endişeleri seçimi kazanma sorununun önüne geçmiş durumda. 2019’dan farklı olarak, eğer iki aday yarışırsa, seçim neticesinin ne Amerikalılar ne de dünya için iyimser bir senaryosu bulunuyor. Biden’ın kazandığı senaryoda Ukrayna’dan Ortadoğu’ya gerilimin ve risk barometresinin yüksek olmasını, Çin’le ilişkilerde tıkanmanın devam etmesini ve Avrupa ile ekonomik rekabetin soğuk ticaret savaşlarına doğru evrilmesi öngörülüyor.

Trump’lı senaryoda Ukrayna’da bir kırılma, Avrupa ile doğrudan ticaret savaşları, Çin’le krizlerin yönetiminden uzaklaşıp sıcak gerilimin artması, Ortadoğu’da tam kontrolden çıkmış bir İsrail merkezli kriz dönemi tahmin ediliyor. Dolayısıyla 2024’ün tam anlamıyla ABD’deki seçim gündeminin üreteceği gerilimle geçmesi beklenirken, cari adaylarla seçim sonucunun sürecinden daha fazla risk barındırması söz konusu.

Çin’in toprağı olarak gördüğü Tayvan da Ocak ayı ortasında seçime hazırlanıyor. Seçim sonuçlarının ABD-Çin ilişkilerini etkileme potansiyeli bulunuyor. Cumhurbaşkanı Tsai Ing-wen’in Demokratik İlerleme Partisi, bağımsızlık yanlısı duruşunu korumaya, Pekin ve muhalefet partisi Kuomintang’ın baskısına direnmeye çalışıyor. 2023’te casus balonlar, yarı-iletken savaşları, askeri rekabet, ticaret savaşları, Tayvan meselesi, Güney Çin Deniz’indeki gerilim ve askeri rekabet başlıklarıyla dolan ABD-Çin ilişkileri, Biden-Şi buluşmasıyla da sarih bir istikamete doğru yönelmedi. ABD-Çin ilişkileri hâlâ gerilimini koruyor. İki liderin zirvesinden çıkan tek olumlu sonuç, sorunları çözemeyecek olsalar da kriz yönetiminde kanalları açık tutacak zemini koruma vaatleri oldu. Ancak 2024 yeni bir türbülans dönemi olabilir. Tayvan’daki Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve ABD-Çin ticaret savaşları sorunların büyümesine imkân verebilir. Çin seçimleri Tayvan için “savaşla barış” arasında bir tercihe zorlarken, Washington açısından iktidarın kim olacağı Tayvan’a dair bütün iddialarını baştan aşağı şekillendirecek bir sonuç doğuracaktır.

Çin için 2024’te ikinci önemli seçim ise ABD’de gerçekleşecek olan seçimlerdir. ABD-Çin ilişkilerinde, Trump 2.0’ın ortaya çıkması, Pekin açısından “arzulanmayan iyi sonuç” durumunda. Zira Trump 2.0, Pekin için ticari ve ekonomik olarak risklerin yükselmesi ve sorunlarının artması anlamına geliyor. Ancak bu çok yeni bir süreç değil ve Biden döneminde de çok farklı bir zemin oluşmadı. Diğer yandan Trump’ın yeniden başkan olması, Pekin açısından jeopolitik bir nimet olarak görülüyor. Benzer bir durum dünyanın geriye kalanı için de geçerli. Trump’lı bir Amerika’nın Çin ekonomik gerilimini had safhaya çıkarması senaryosu, küresel ekonomiyi G-2’ye sıkıştırma girişimine dönüşebilir. Bu durum bir taraftan parçalı küreselleşmenin artması anlamına gelirken diğer yandan yaşanacak ticari ve ekonomik işbirliği haritasındaki güncellemeler birçok ülkeye fırsatlar sunacaktır. 2024 bu yönüyle önümüzdeki yılları şekillendirecek bir sene olabilir.

Avrupa’da 2024’te dokuz parlamento seçiminin dördü hükümet ve/veya politikalar üzerinde önemli değişikliklere yol açabilir. 2024’te Avrupa’daki en önemli seçim Birleşik Krallık’ta olacak ve seçmenlerin İşçi Partisi’ni iktidara taşıması mümkün görünüyor. Siyasi parçalanmanın önümüzdeki yıl Avrupa’da kilit bir trend olarak kalmasını bekliyoruz. Çoğunluk hükümetleri istikrarlı ve vizyoner bir yönetim sergilemekte sorunlar yaşıyor. Koalisyon hükümetleri partiler arası anlaşmaların ihtiyaç duyulan yapısal reformları engellemesinden dolayı sağlıklı politikalar geliştiremiyor. Siyaset kurumuna yönelik artan hoşnutsuzluk, ana akım partilerin aşırı sağ ve aşırı sol (özellikle göç konusunda) tarafından benimsenen daha radikal politikalarının ana akım politikaların parçası yapılmasına yol açıyor. Anketler ayrıca aşırı sağ partilerin Haziran 2024’teki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde önemli kazanımlar elde edeceğini gösteriyor. Bu durumun, AB’nin göç, iklim değişikliği ve AB genişlemesi gibi konulardaki politika duruşunu etkilemesi muhtemeldir.

2024’te hem ABD seçimleri hem de dünyanın önemli ülkelerindeki diğer seçimlerden dolayı hükümetlerin birçok başlıkta olduğu gibi jeopolitik konularında kararsız, pasif veya adımlarını erteleyen bir eksene oturmaları muhtemeldir. Ancak popülist iktidarların yükseldiği bir dönemde, seçimler, iç politik sahneyi şekillendirmek için riskli adımların da atılması riskini yükseltmektedir. Meksika’dan Endonezya’ya, Hindistan’dan İngiltere’ye bu yönde riskler yükselebilir. Diğer yandan jeopolitiğin çoklu bir evren haline gelmesi de riskleri artırmaktadır. İkili, bölgesel ve diğer kurumsal grup türleriyle örtüşen karmaşık ittifaklar, akışkan jeopolitik işbirliklerini büyütecektir. Bloklar veya ittifak ağları arasında artan rekabetin ortasındaki jeopolitik güç daha fazla dağıldıkça, küresel sistem üzerindeki jeopolitik merkezkaç unsurların etkisi ve çok-kutuplu dünyaya doğru eğilim artacaktır. Ülkelerin küresel ve tek-kutuplu bağımlılıklarını azaltmaya çalışan duruşları, ulusal güvenliği tamamen ekonomik düşüncelere göre önceliklendirerek riski azaltma girişimleri çoğalacaktır. Bu da ironik bir şekilde jeopolitik riskleri artırmakta, işbirliği zeminini daraltmaktadır. Ekonomik dinamikleri aşacak bir şekilde, yaşanan bunalımın arkasında birincil neden, asgari düzeyde kural bazlı küresel düzenin korunması konusunda hâlâ ümitvar olunan Batı’nın iç krizleri artmaya devam ederken alternatif bir odağın ya da aktörün zuhur etmemesidir. Batı’nın iç stresi küresel düzeyde bunalımın devam etmesi için yeterince tahrip edici bir unsur olmaya devam edecek.

İSRAİL SORUNUNUN KÜRESEL JEOPOLİTİĞE ETKİSİ

Ankara Enstitüsü Araştırma Direktörü Taha Özhan, bulunduğumuz yıl içindeki jeopolitik risklere ilişkin analizini İsrail’in saldırıları üzerinden sürdürüyor.

İsrail’in Gazze’de soykırıma dönüşen saldırılarıyla bir kez daha teyit edilen bu durum, 2023 biterken Batı-dışı dünyaya Batı’ya dair oldukça net negatif mesajlar vermiş oldu. Hatta toplumsal düzeyde (Batı ayrımı olmaksızın dünyanın tamamında hem sokakların hem de anketlerin işaret ettiği üzere) Batılı aktörlerin küresel düzeydeki meşruiyet algılarının vahim bir çöküş yaşadığı da söylenebilir. Bu durumun ilerleyen yıllarda keskin sonuçları olacağını söylemek mümkündür. Bu sonuçların jenerasyonel etki ile yeni bir değişim dalgası için imkânlar oluşturması da keza öyle. Batı’nın sürdürülebilirliği sorgulanan agresif jeopolitik eksen oluşturma girişimleri orta düzey güçlerle karşılaşmalarında da yeni bir sorun alanına dönüşmektedir.

Batı’da son yıllarda küresel ve bölgesel jeopolitiğin oluşumunda önemli roller üstlenen ve belirleyici olan “Orta düzey güçler”i ya Çin rekabeti ve Rusya savaşında sıradan bir araç olarak gören ya da bu güçlerin kendi bölgelerindeki ağırlıklarını umursamayan yaklaşımlar artmaktadır. Oysa son yılların da teyit ettiği üzere, orta düzey güçlerde gerek bağımsız gerekse tarafsız davranma eğilimlerin güçlendiği bir dönemde, Batı’nın “umursamazlığa” dönüşen tavırlarının yakın dönemde somut maliyetleri oluşacaktır. Küresel sistem üzerindeki Batı kaynaklı risklerin artması görece yeni bir fenomen olmakla birlikte önümüzdeki yılları şekillendirecektir.

Batı’nın gerek küresel ekonomik hizalanmada yaşanacak kaçınılmaz değişimleri sindirim kapasitesindeki sorunları gerekse de asgari düzeyde kurallı jeopolitik düzenin korunmasına yönelik uluslararası zeminin muhafazası başlıklarında Çin’den veya Rusya’dan farksız bir pozisyona savrulması küresel ekonomik ve jeopolitik risklerin artmasına yol açmaktadır. Özellikle Ukrayna savaşında dünya, Batı’nın kolektif bir şekilde sergilediği tavrın arkasında değilse bile karşısında duracak bir pozisyon almadı. Rusya’nın uluslararası hukuku hiçe sayarak başlattığı işgal girişimiyle başta Batı için biriken kredi, İsrail işgali ve katliamlarıyla tek seferde tükendi. Artık İsrail meselesi, Batı ile dünya arasında önemli bir mukayese alanına dönüştü ve büyük bir güven krizi ortaya çıkardı.

Bu güven krizinin göbeğine ise BM’nin yapısı oturmuş durumda. BM bu haliyle, Güvenlik Konseyi vesayeti altında tam bir vetokrasi yönetimiyle işlevsiz halini sürdürmekte zorlanacaktır. Benzer şekilde IMF ve Dünya Bankası’nda da 75 yıl önceki ekonomik güç dağılımının yansımasını korumaya çalışmak gerçekçi değildir. Genişleyen BRICS’in, emekleme aşamasındaki kalkınma bankası bu süreçte zemin kazanacaktır. Felç olmuş BM, eğer reforme edilmezse, önümüzdeki yıllarda Global Güney’de yeni bir güvenlik kurumunun doğumuna yol açabilir. Bu krizde ana mesele, uluslararası kurumlarda ihtiyaç duyulan ve katılımcılığı sağlayacak reformların yapılmaması durumunda Çin’in alternatif olması değildir.

Pekin henüz böyle bir perspektife sahip değil. Gerek üretim gücü gerekse de jeopolitik ağırlığı demokrasi sınırına dayanmış durumda. Asgari düzeyde demokratikleşme süreci yaşanmadığı sürece, cari kapalı haliyle, dünyayla kurduğu ilişki limanlar arası münasebeti aşarak jeopolitik ve ekonomik bir ağırlığa ulaşmasına engel olacaktır. Asıl mesele bu reformların olmadığı senaryoda küresel dağılmadaki ivmenin oldukça hızlı bir şekilde artma riskidir. Bu tehlikeye ne küresel ekonomik hizalanmanın değişmemesini arzu eden Batı ne de cari sıralamanın değişmesini isteyen Çin’in bir cevabı bulunmaktadır. Siyasal perspektifin ve sürdürülebilir ciddi işbirliği zeminlerinin kaybolması kaotik senaryoların güçlenmesine yol açmaktadır.

ÜÇÜNCÜ SENESİNDE UKRAYNA İŞGALİ

Bu kış, Ukrayna ile Rusya arasındaki savaşta askeri ve/veya siyasi bir dönüm noktası olabilir. Savaşın çıkmaza sürüklenmesi, Ukrayna’nın ABD ve Avrupa’daki müttefiklerinin desteklerinde yaşanacak sorunlar ve Kiev’deki iç siyasi gerilimler, Ukrayna’nın kendisini Rusya’nın topyekûn saldırısına karşı savunma yeteneğini azaltma riski taşıyor. Benzer şekilde Zelenski’nin İsrail-Gazze savaşında takındığı pozisyon, Batı dışındaki ülkelerde ve toplumsal destekte kredisini tüketmiş durumda. Bunlardan, Ukrayna’nın başarısı için en önemli olanı Batılı ortaklarının yalpalaması şu an için savaşın gidişatını değiştirebilecek en önemli unsur olarak duruyor. Ukrayna’nın kara savaşında üçüncü kışı çıkarabilmesi için ciddi bir desteğe ihtiyacı bulunuyor.

Biden yönetimi, yaptırımların Rusya’yı felç ederek rejim değişikliğini zorlayabileceğini hayal etmişti. Bunun yerine, dünya ticaret ve finansal akımlarının ciddi bir kısmı Amerikan yaptırımlarını atladılar. Sonuçta, yaptırımlar Rusya’nın petrol gelirlerini zar zor azalttı.

Türkiye, Kazakistan, Gürcistan ve Ermenistan gibi aracılarla Çin’den istikrarlı yüksek teknoloji bileşenleri tedarikini sürdürdü. Rusya ekonomisi, Biden’ın öngördüğü gibi yüzde 50 oranında çökmek yerine, 2022’de sadece yüzde 2,1 daraldıktan sonra 2023’te yüzde 3 büyüdü. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, en azından 2024 ABD seçimlerine kadar uzun bir oyun oynamaya çalıştığının bilincinde olan çoğu Avrupa hükümeti, savunma bütçelerini artırırken mali ve askeri yardımlarını sürdürmeye kararlı görünüyor. ABD Başkanı Biden, Ukrayna desteğini kongreden geçirmekte çok daha fazla zorlanacağı bir döneme giriyor. Yaklaşık iki yıldır Rusya işgaline karşı birlik görüntüsü veren Ukrayna’nın iç dengeleri de sarsılmaya başlıyor. Özellikle askeri liderlikle siyasi liderlik arasındaki sorunlar büyüyor, savaş ortamında seçime gitmeme yaklaşımı gerilimi artırıyor. Demokratların Washington’da iktidarı kaybetme senaryosu ve AB desteklerinin kırılgan hale gelme ihtimali Ukrayna açısından 2024’ün belirleyici olacağını gösteriyor.

Ukrayna işgaline dair tıkanmayı teyit eden bir gelişme de Aralık ayında G-7 ve belli sayıda ülkenin Suudi Arabistan’da Kiev’in geleceğini masaya yatırmak üzere toplandıklarına dair haberin sızdırılmasıyla yaşandı. Türkiye’nin de katıldığı iddia edilen Suudi Arabistan toplantısında ciddiye alınacak bir ilerleme kaydedilmediği anlaşılıyor. Toplantıda, Amerika’nın başı çektiği G-7 blokunun, diğer ülkelerin baskısına rağmen, Ukrayna’da bir uzlaşma formülü için Rusya ile doğrudan müzakere fikrine yanaşmadıkları ortaya çıktı.

Benzer bir durum işgalin ilk döneminde İstanbul’da büyük ölçüde savaşı durdurma ve hatta bitirme zemini oluşmuşken, ABD ve İngiltere’nin baskılarıyla Kiev’in anlaşmaya yanaşmamasıyla yaşanmıştı. Ancak gelinen noktada, ABD ve Avrupa’nın Ukrayna’ya yapmayı planladıkları 100 milyar dolara ulaşan yardım parlamentolarda askıya alınmış durumda. Kiev’in bu yardımı alsa bile savaşacak asker sorununun yanında sürdürülebilir siyasi liderlik meselesi de büyümeye devam ediyor. Her açıdan oluşan baskılar altında, 2024’te Ukrayna işgalinde bir kırılma yaşanma ihtimali artmaktadır.

Seçimlerden Ukrayna işgaline, küresel faiz oranlarının geleceğinden büyüyen ticaret savaşlarına, ABD-Çin geriliminden İsrail katliamlarının bölgesel bir savaşı tetikleme potansiyeline varıncaya kadar bir dizi risk alanının 2024’te belirleyici olacağı görülüyor. Başta ABD olmak üzere bu sene jeopolitik ve ekonomik açıdan belirleyici konumdaki birçok ülke kendi iç gündemleriyle -seçimlerle- meşgul olmak zorundalar. Bu durum riskleri daha da artırdığı gibi birçok ülkeye de farklı fırsat imkânları sunacaktır. Akışkan ittifakların arttığı ve parçalı küreselleşmenin büyüdüğü bir dönemde 2024’ü verimli kullanabilen Orta Düzey güçlerin ciddi mesafe alma imkânı bulunmaktadır. Amerikan seçimlerinin gidişatına dair öncü göstergeler ortaya çıkmaya başladığında, küresel jeopolitik ve ekonomik hareketlenme de ivmelenecektir. Bu senenin baharında, jeopolitik 2024’ün ne zaman biteceğini daha rahat görme şansımız ortaya çıkacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.