Ankara Enstitüsü Araştırma Direktörü Taha Özhan, küresel tansiyonun yüksek seyrettiği süreçte önümüzdeki dönemi jeopolitik riskler bağlamında değerlendiriyor.
Jeopolitik yıla 7 Ekim’de girdik. 5 Kasım
2024’te Amerikan seçimleriyle de seneyi tamamlama ihtimalimiz yüksek görünüyor.
Bu iki tarih arasında 2024, jeopolitik risklerin oldukça yüksek seyredeceği bir
sene olacak. Hâlihazırda İsrail, Rusya ve Çin başlıkları üzerinden hararetli
olan kriz alanlarının üzerine seçimler eklenecek. Ocak ayından başlayarak,
dünya nüfusunun yüzde 50’sinden, küresel gayrisafi hasılanın yüzde 60’ından
fazlasına denk gelen bölgelerde seçimlere gidilecek. Tam anlamıyla bir seçim
senesi olan 2024’te demokrasiler büyük bir stres testine girecekler. İster
sahici bir demokratik yarışla isterse rekabetçi olmayan seçimlerle olsa da
ortaya çıkacak sonuçların küresel jeopolitiği şekillendirme potansiyeli
bulunuyor.
Küresel jeopolitik geçen seneye girerken
beklentiler ve tahminler oldukça kasvetliydi.
2023 tahminlerinde dikkat çeken küresel
ekonominin sert inişler yapacağı beklentisi hayata geçmedi. Sonuçta 2024 için
ekonomik görünüm geçen seneye göre daha olumlu bir eksene oturdu. 2024’ün
önemli gündem başlıklarından birisi küresel faiz artışları sonrasında ekonomik
inişin yumuşak mı sert mi olacağı. Enflasyona yönelik küresel bir zaferden
bahsetmek henüz erken görünüyor. Bu sene faizlerin düşürülmesi sürecine yönelik
oldukça temkinli beklenti devam ediyor. Oranların yüzde 3,5-4 arasında
tutulmaya devam edilmesi tahmin ediliyor. Bu oranlar, ekonomik büyüme,
işletmeler ve hane halkının üzerindeki ekonomik baskıyı sürdüreceği anlamına
geliyor.
2023 tecrübesi, 2024 için ekonomide daha
temkinli ve daha iyimser senaryoların konuşulmasının önünü açarken, jeopolitik
alanda risklerin oldukça yükseldiği bir gündemi öne çıkarıyor. Aynı anda
deglobalizasyon ve reglobalizasyon süreçleri hareket halinde kalmaya devam
edecek görünüyor.
ABD’nin “Önce Amerika” çizgisinin oldukça
sorumsuz bir şekilde güçlenmesi, Avrupa’da benzer eğilimlerin yükselmesi ve
Çin’in işbirliği zemini oluşturmaktan uzak politikaları küreselleşme üzerindeki
gerilimi artırıyor. Ticari ve siyasi ittifaklar akışkan bir şekilde
ABD-Çin-Avrupa üçlüsü etrafında yeniden şekilleniyorlar. Bu durum geleneksel
sermaye, mal ve hizmet akışlarını bozuyor. Bu bozulma ister istemez jeopolitik
kriz alanlarında istikrarı ve barışı tesis edecek işbirliklerini ya ortadan
kaldırıyor ya da baskı altına alıyor.
KÜRESEL SEÇİM FIRTINASI
Öncelikle 2024 ulusal seçim dalgasına
biraz daha yakından bakmakta fayda var. Tayvan, Hindistan, Endonezya, Meksika,
Güney Afrika, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Parlamentosu’nun 27 ülkesi
de dahil olmak üzere yaklaşık 50 ülkede 2 milyardan fazla insan sandık başına
gidecek. Toplamda, 2024 seçim maratonuna katılanlar, dünyanın ekonomik
çıktısının yüzde 60’ını oluşturuyor. Seçim sonuçları hayati politik tercihleri
doğrudan etkileyecek. Son yıllarda küresel bir ekonomik savaşın öncü dinamiğine
dönüşen teşvik politikaları, vergi indirimleri, teknoloji transferi sorunları,
gümrük duvarları, serbest ticareti bozan faaliyet yasakları, yapay zekâya dair
meseleler, yatırım sorunları, borçlar ve enerji başlıklarında kapsamlı,
kuşatıcı ve sürdürülebilir yönetim sorunları seçim sonuçlarından doğrudan
etkilenecek. Son tahlilde küresel veya ikili ticareti bozan her yaklaşım gelir
kaybı olarak kayda geçecek. Popülist dalgaya yenilerek kısa vadede kazandığını
düşünenler de orta ve uzun vadede kaybedenler arasına kaçınılmaz olarak
katılacaklar.
2024 seçimlerinin en önemlisi, sene
sonundaki ABD seçimleri olacak. Bu seçimlerde şimdilik Biden ve Trump’ın
yarışma ihtimali yüksek görülüyor. Ancak en az bir hatta iki yeni ismin ortaya
çıkma ihtimali de ortadan kalkmış değil. Biden sağlık, Trump hukuki sorunlarla
yarışa veda edebilir. Biden üç yıl önce seçilirken de demokratların özellikle
tercih ettiği bir isim olmasından ziyade, Trump’lı Amerika’ya son vermek için
mahkûm oldukları bir dönemlik bir isim olarak değerlendiriliyordu. Geçmişte ilk
döneminden sonra ikinci dönem için aday olmayan yedi Amerika başkanı bulunuyor.
Biden şimdilik adaylıkta ısrarlı olsa da her geçen ay hem sağlık sorunları hem
de yönetim kalitesine yönelik sorunlar artmaya devam ediyor.
2020’de kaybettiği seçimlerin sonuçlarını
kabullenmeyen Trump’ın 2024’te tekrar aday olma ihtimali oldukça güçlüydü.
Cumhuriyetçiler üç yıldır fiilen adayları belli bir şekilde kampanya yaparken,
Biden’ın sergilediği performans ve sağlık sorunları nedeniyle 2024’te adaylığı
hâlâ soru işaretleri barındırıyor.
Trump’ın, Colorado’da seçimlere
katılmasını engelleyen mahkeme kararını Anayasa Mahkemesi’ne götürmesiyle
gözler Şubat ayında çıkması beklenen karara dönmüş durumda. Mahkemenin
muhafazakâr eğilimi (6-3) göz önüne alındığında, Trump’ın aleyhine bir kararın
çıkması sürpriz olacaktır. Amerikan seçim tarihinde, iki dönem teamülü ya da
tek dönem başkanlık sonrası verdiği aranın ardından tekrar başkanlık yarışına
giren isimler bulunuyor. Ancak bu isimlerin büyük bir kısmı girişimlerinde
başarısız olurken, 19’uncu yüzyılın sonundaki Cleveland ve iki dönem geleneğini
de bozan 20’nci yüzyılın başındaki Theodore Roosevelt, istisnaları oluşturuyor.
Trump’ın ara verdikten sonra tekrar yarışa giren ve kazanan Cleveland’a benzer
bir başarı elde edebileceği konuşulsa da Amerika için büyüyen kriz
Demokratların Biden adaylığında düğümlenmiş; Amerikan iç siyasal bunalımı
taşınamayacak bir noktaya ulaşmış durumda. Neredeyse bir gerontokrasi kriziyle
karşı karşıya olan Amerikan elitleri, aylardır sağlık sorunları olan Biden’la seçime
gitme kararı almaları durumunda bu kriz daha da derinleşecektir.
Demokratlar için Biden’ın sağlığı ve
geçtiğimiz üç yıldaki performansına dair endişeleri seçimi kazanma sorununun
önüne geçmiş durumda. 2019’dan farklı olarak, eğer iki aday yarışırsa, seçim
neticesinin ne Amerikalılar ne de dünya için iyimser bir senaryosu bulunuyor.
Biden’ın kazandığı senaryoda Ukrayna’dan Ortadoğu’ya gerilimin ve risk
barometresinin yüksek olmasını, Çin’le ilişkilerde tıkanmanın devam etmesini ve
Avrupa ile ekonomik rekabetin soğuk ticaret savaşlarına doğru evrilmesi
öngörülüyor.
Trump’lı senaryoda Ukrayna’da bir kırılma,
Avrupa ile doğrudan ticaret savaşları, Çin’le krizlerin yönetiminden uzaklaşıp
sıcak gerilimin artması, Ortadoğu’da tam kontrolden çıkmış bir İsrail merkezli
kriz dönemi tahmin ediliyor. Dolayısıyla 2024’ün tam anlamıyla ABD’deki seçim
gündeminin üreteceği gerilimle geçmesi beklenirken, cari adaylarla seçim
sonucunun sürecinden daha fazla risk barındırması söz konusu.
Çin’in toprağı olarak gördüğü Tayvan da
Ocak ayı ortasında seçime hazırlanıyor. Seçim sonuçlarının ABD-Çin ilişkilerini
etkileme potansiyeli bulunuyor. Cumhurbaşkanı Tsai Ing-wen’in Demokratik
İlerleme Partisi, bağımsızlık yanlısı duruşunu korumaya, Pekin ve muhalefet
partisi Kuomintang’ın baskısına direnmeye çalışıyor. 2023’te casus balonlar,
yarı-iletken savaşları, askeri rekabet, ticaret savaşları, Tayvan meselesi,
Güney Çin Deniz’indeki gerilim ve askeri rekabet başlıklarıyla dolan ABD-Çin
ilişkileri, Biden-Şi buluşmasıyla da sarih bir istikamete doğru yönelmedi.
ABD-Çin ilişkileri hâlâ gerilimini koruyor. İki liderin zirvesinden çıkan tek
olumlu sonuç, sorunları çözemeyecek olsalar da kriz yönetiminde kanalları açık
tutacak zemini koruma vaatleri oldu. Ancak 2024 yeni bir türbülans dönemi
olabilir. Tayvan’daki Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve ABD-Çin ticaret savaşları
sorunların büyümesine imkân verebilir. Çin seçimleri Tayvan için “savaşla
barış” arasında bir tercihe zorlarken, Washington açısından iktidarın kim
olacağı Tayvan’a dair bütün iddialarını baştan aşağı şekillendirecek bir sonuç
doğuracaktır.
Çin için 2024’te ikinci önemli seçim ise
ABD’de gerçekleşecek olan seçimlerdir. ABD-Çin ilişkilerinde, Trump 2.0’ın
ortaya çıkması, Pekin açısından “arzulanmayan iyi sonuç” durumunda. Zira Trump
2.0, Pekin için ticari ve ekonomik olarak risklerin yükselmesi ve sorunlarının
artması anlamına geliyor. Ancak bu çok yeni bir süreç değil ve Biden döneminde
de çok farklı bir zemin oluşmadı. Diğer yandan Trump’ın yeniden başkan olması,
Pekin açısından jeopolitik bir nimet olarak görülüyor. Benzer bir durum dünyanın
geriye kalanı için de geçerli. Trump’lı bir Amerika’nın Çin ekonomik gerilimini
had safhaya çıkarması senaryosu, küresel ekonomiyi G-2’ye sıkıştırma girişimine
dönüşebilir. Bu durum bir taraftan parçalı küreselleşmenin artması anlamına
gelirken diğer yandan yaşanacak ticari ve ekonomik işbirliği haritasındaki
güncellemeler birçok ülkeye fırsatlar sunacaktır. 2024 bu yönüyle önümüzdeki
yılları şekillendirecek bir sene olabilir.
Avrupa’da 2024’te dokuz parlamento
seçiminin dördü hükümet ve/veya politikalar üzerinde önemli değişikliklere yol
açabilir. 2024’te Avrupa’daki en önemli seçim Birleşik Krallık’ta olacak ve
seçmenlerin İşçi Partisi’ni iktidara taşıması mümkün görünüyor. Siyasi
parçalanmanın önümüzdeki yıl Avrupa’da kilit bir trend olarak kalmasını
bekliyoruz. Çoğunluk hükümetleri istikrarlı ve vizyoner bir yönetim
sergilemekte sorunlar yaşıyor. Koalisyon hükümetleri partiler arası
anlaşmaların ihtiyaç duyulan yapısal reformları engellemesinden dolayı sağlıklı
politikalar geliştiremiyor. Siyaset kurumuna yönelik artan hoşnutsuzluk, ana
akım partilerin aşırı sağ ve aşırı sol (özellikle göç konusunda) tarafından
benimsenen daha radikal politikalarının ana akım politikaların parçası
yapılmasına yol açıyor. Anketler ayrıca aşırı sağ partilerin Haziran 2024’teki
Avrupa Parlamentosu seçimlerinde önemli kazanımlar elde edeceğini gösteriyor.
Bu durumun, AB’nin göç, iklim değişikliği ve AB genişlemesi gibi konulardaki
politika duruşunu etkilemesi muhtemeldir.
2024’te hem ABD seçimleri hem de dünyanın
önemli ülkelerindeki diğer seçimlerden dolayı hükümetlerin birçok başlıkta
olduğu gibi jeopolitik konularında kararsız, pasif veya adımlarını erteleyen
bir eksene oturmaları muhtemeldir. Ancak popülist iktidarların yükseldiği bir
dönemde, seçimler, iç politik sahneyi şekillendirmek için riskli adımların da
atılması riskini yükseltmektedir. Meksika’dan Endonezya’ya, Hindistan’dan
İngiltere’ye bu yönde riskler yükselebilir. Diğer yandan jeopolitiğin çoklu bir
evren haline gelmesi de riskleri artırmaktadır. İkili, bölgesel ve diğer
kurumsal grup türleriyle örtüşen karmaşık ittifaklar, akışkan jeopolitik
işbirliklerini büyütecektir. Bloklar veya ittifak ağları arasında artan
rekabetin ortasındaki jeopolitik güç daha fazla dağıldıkça, küresel sistem
üzerindeki jeopolitik merkezkaç unsurların etkisi ve çok-kutuplu dünyaya doğru
eğilim artacaktır. Ülkelerin küresel ve tek-kutuplu bağımlılıklarını azaltmaya
çalışan duruşları, ulusal güvenliği tamamen ekonomik düşüncelere göre
önceliklendirerek riski azaltma girişimleri çoğalacaktır. Bu da ironik bir
şekilde jeopolitik riskleri artırmakta, işbirliği zeminini daraltmaktadır.
Ekonomik dinamikleri aşacak bir şekilde, yaşanan bunalımın arkasında birincil
neden, asgari düzeyde kural bazlı küresel düzenin korunması konusunda hâlâ
ümitvar olunan Batı’nın iç krizleri artmaya devam ederken alternatif bir odağın
ya da aktörün zuhur etmemesidir. Batı’nın iç stresi küresel düzeyde bunalımın
devam etmesi için yeterince tahrip edici bir unsur olmaya devam edecek.
İSRAİL SORUNUNUN KÜRESEL
JEOPOLİTİĞE ETKİSİ
Ankara Enstitüsü Araştırma Direktörü Taha
Özhan, bulunduğumuz yıl içindeki jeopolitik risklere ilişkin analizini
İsrail’in saldırıları üzerinden sürdürüyor.
İsrail’in Gazze’de soykırıma dönüşen
saldırılarıyla bir kez daha teyit edilen bu durum, 2023 biterken Batı-dışı
dünyaya Batı’ya dair oldukça net negatif mesajlar vermiş oldu. Hatta toplumsal
düzeyde (Batı ayrımı olmaksızın dünyanın tamamında hem sokakların hem de
anketlerin işaret ettiği üzere) Batılı aktörlerin küresel düzeydeki meşruiyet
algılarının vahim bir çöküş yaşadığı da söylenebilir. Bu durumun ilerleyen
yıllarda keskin sonuçları olacağını söylemek mümkündür. Bu sonuçların
jenerasyonel etki ile yeni bir değişim dalgası için imkânlar oluşturması da
keza öyle. Batı’nın sürdürülebilirliği sorgulanan agresif jeopolitik eksen
oluşturma girişimleri orta düzey güçlerle karşılaşmalarında da yeni bir sorun
alanına dönüşmektedir.
Batı’da son yıllarda küresel ve bölgesel
jeopolitiğin oluşumunda önemli roller üstlenen ve belirleyici olan “Orta düzey
güçler”i ya Çin rekabeti ve Rusya savaşında sıradan bir araç olarak gören ya da
bu güçlerin kendi bölgelerindeki ağırlıklarını umursamayan yaklaşımlar
artmaktadır. Oysa son yılların da teyit ettiği üzere, orta düzey güçlerde gerek
bağımsız gerekse tarafsız davranma eğilimlerin güçlendiği bir dönemde, Batı’nın
“umursamazlığa” dönüşen tavırlarının yakın dönemde somut maliyetleri oluşacaktır.
Küresel sistem üzerindeki Batı kaynaklı risklerin artması görece yeni bir
fenomen olmakla birlikte önümüzdeki yılları şekillendirecektir.
Batı’nın gerek küresel ekonomik
hizalanmada yaşanacak kaçınılmaz değişimleri sindirim kapasitesindeki sorunları
gerekse de asgari düzeyde kurallı jeopolitik düzenin korunmasına yönelik
uluslararası zeminin muhafazası başlıklarında Çin’den veya Rusya’dan farksız
bir pozisyona savrulması küresel ekonomik ve jeopolitik risklerin artmasına yol
açmaktadır. Özellikle Ukrayna savaşında dünya, Batı’nın kolektif bir şekilde
sergilediği tavrın arkasında değilse bile karşısında duracak bir pozisyon
almadı. Rusya’nın uluslararası hukuku hiçe sayarak başlattığı işgal girişimiyle
başta Batı için biriken kredi, İsrail işgali ve katliamlarıyla tek seferde
tükendi. Artık İsrail meselesi, Batı ile dünya arasında önemli bir mukayese
alanına dönüştü ve büyük bir güven krizi ortaya çıkardı.
Bu güven krizinin göbeğine ise BM’nin
yapısı oturmuş durumda. BM bu haliyle, Güvenlik Konseyi vesayeti altında tam
bir vetokrasi yönetimiyle işlevsiz halini sürdürmekte zorlanacaktır. Benzer
şekilde IMF ve Dünya Bankası’nda da 75 yıl önceki ekonomik güç dağılımının
yansımasını korumaya çalışmak gerçekçi değildir. Genişleyen BRICS’in, emekleme
aşamasındaki kalkınma bankası bu süreçte zemin kazanacaktır. Felç olmuş BM,
eğer reforme edilmezse, önümüzdeki yıllarda Global Güney’de yeni bir güvenlik
kurumunun doğumuna yol açabilir. Bu krizde ana mesele, uluslararası kurumlarda
ihtiyaç duyulan ve katılımcılığı sağlayacak reformların yapılmaması durumunda
Çin’in alternatif olması değildir.
Pekin henüz böyle bir perspektife sahip
değil. Gerek üretim gücü gerekse de jeopolitik ağırlığı demokrasi sınırına
dayanmış durumda. Asgari düzeyde demokratikleşme süreci yaşanmadığı sürece,
cari kapalı haliyle, dünyayla kurduğu ilişki limanlar arası münasebeti aşarak
jeopolitik ve ekonomik bir ağırlığa ulaşmasına engel olacaktır. Asıl mesele bu
reformların olmadığı senaryoda küresel dağılmadaki ivmenin oldukça hızlı bir
şekilde artma riskidir. Bu tehlikeye ne küresel ekonomik hizalanmanın
değişmemesini arzu eden Batı ne de cari sıralamanın değişmesini isteyen Çin’in
bir cevabı bulunmaktadır. Siyasal perspektifin ve sürdürülebilir ciddi
işbirliği zeminlerinin kaybolması kaotik senaryoların güçlenmesine yol
açmaktadır.
ÜÇÜNCÜ SENESİNDE UKRAYNA İŞGALİ
Bu kış, Ukrayna ile Rusya arasındaki
savaşta askeri ve/veya siyasi bir dönüm noktası olabilir. Savaşın çıkmaza
sürüklenmesi, Ukrayna’nın ABD ve Avrupa’daki müttefiklerinin desteklerinde
yaşanacak sorunlar ve Kiev’deki iç siyasi gerilimler, Ukrayna’nın kendisini
Rusya’nın topyekûn saldırısına karşı savunma yeteneğini azaltma riski taşıyor.
Benzer şekilde Zelenski’nin İsrail-Gazze savaşında takındığı pozisyon, Batı
dışındaki ülkelerde ve toplumsal destekte kredisini tüketmiş durumda.
Bunlardan, Ukrayna’nın başarısı için en önemli olanı Batılı ortaklarının
yalpalaması şu an için savaşın gidişatını değiştirebilecek en önemli unsur
olarak duruyor. Ukrayna’nın kara savaşında üçüncü kışı çıkarabilmesi için ciddi
bir desteğe ihtiyacı bulunuyor.
Biden yönetimi, yaptırımların Rusya’yı
felç ederek rejim değişikliğini zorlayabileceğini hayal etmişti. Bunun yerine,
dünya ticaret ve finansal akımlarının ciddi bir kısmı Amerikan yaptırımlarını
atladılar. Sonuçta, yaptırımlar Rusya’nın petrol gelirlerini zar zor azalttı.
Türkiye, Kazakistan, Gürcistan ve
Ermenistan gibi aracılarla Çin’den istikrarlı yüksek teknoloji bileşenleri
tedarikini sürdürdü. Rusya ekonomisi, Biden’ın öngördüğü gibi yüzde 50 oranında
çökmek yerine, 2022’de sadece yüzde 2,1 daraldıktan sonra 2023’te yüzde 3
büyüdü. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, en azından 2024 ABD seçimlerine
kadar uzun bir oyun oynamaya çalıştığının bilincinde olan çoğu Avrupa hükümeti,
savunma bütçelerini artırırken mali ve askeri yardımlarını sürdürmeye kararlı
görünüyor. ABD Başkanı Biden, Ukrayna desteğini kongreden geçirmekte çok daha
fazla zorlanacağı bir döneme giriyor. Yaklaşık iki yıldır Rusya işgaline karşı
birlik görüntüsü veren Ukrayna’nın iç dengeleri de sarsılmaya başlıyor.
Özellikle askeri liderlikle siyasi liderlik arasındaki sorunlar büyüyor, savaş
ortamında seçime gitmeme yaklaşımı gerilimi artırıyor. Demokratların
Washington’da iktidarı kaybetme senaryosu ve AB desteklerinin kırılgan hale
gelme ihtimali Ukrayna açısından 2024’ün belirleyici olacağını gösteriyor.
Ukrayna işgaline dair tıkanmayı teyit eden
bir gelişme de Aralık ayında G-7 ve belli sayıda ülkenin Suudi Arabistan’da
Kiev’in geleceğini masaya yatırmak üzere toplandıklarına dair haberin
sızdırılmasıyla yaşandı. Türkiye’nin de katıldığı iddia edilen Suudi Arabistan
toplantısında ciddiye alınacak bir ilerleme kaydedilmediği anlaşılıyor.
Toplantıda, Amerika’nın başı çektiği G-7 blokunun, diğer ülkelerin baskısına
rağmen, Ukrayna’da bir uzlaşma formülü için Rusya ile doğrudan müzakere fikrine
yanaşmadıkları ortaya çıktı.
Benzer bir durum işgalin ilk döneminde
İstanbul’da büyük ölçüde savaşı durdurma ve hatta bitirme zemini oluşmuşken,
ABD ve İngiltere’nin baskılarıyla Kiev’in anlaşmaya yanaşmamasıyla yaşanmıştı.
Ancak gelinen noktada, ABD ve Avrupa’nın Ukrayna’ya yapmayı planladıkları 100
milyar dolara ulaşan yardım parlamentolarda askıya alınmış durumda. Kiev’in bu
yardımı alsa bile savaşacak asker sorununun yanında sürdürülebilir siyasi
liderlik meselesi de büyümeye devam ediyor. Her açıdan oluşan baskılar altında,
2024’te Ukrayna işgalinde bir kırılma yaşanma ihtimali artmaktadır.
Seçimlerden Ukrayna işgaline, küresel faiz
oranlarının geleceğinden büyüyen ticaret savaşlarına, ABD-Çin geriliminden
İsrail katliamlarının bölgesel bir savaşı tetikleme potansiyeline varıncaya
kadar bir dizi risk alanının 2024’te belirleyici olacağı görülüyor. Başta ABD
olmak üzere bu sene jeopolitik ve ekonomik açıdan belirleyici konumdaki birçok
ülke kendi iç gündemleriyle -seçimlerle- meşgul olmak zorundalar. Bu durum
riskleri daha da artırdığı gibi birçok ülkeye de farklı fırsat imkânları
sunacaktır. Akışkan ittifakların arttığı ve parçalı küreselleşmenin büyüdüğü
bir dönemde 2024’ü verimli kullanabilen Orta Düzey güçlerin ciddi mesafe alma
imkânı bulunmaktadır. Amerikan seçimlerinin gidişatına dair öncü göstergeler
ortaya çıkmaya başladığında, küresel jeopolitik ve ekonomik hareketlenme de
ivmelenecektir. Bu senenin baharında, jeopolitik 2024’ün ne zaman biteceğini
daha rahat görme şansımız ortaya çıkacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.