2024’e gelindiğine kestirimde bulunacak bir dünya geride kalacak mı bilemeyiz, ama bu yılın dünyasını muhtemelen Uzak ve Ortadoğu’daki gerilim dinamikleri şekillendirecek gibi gözüküyor. Uluslararası ilişkilerde tümdengelimden yola çıkarak tüme yeniden varmak daha doğru bir yaklaşım gibi. Küresel düzeydeki kavganın saflaşmaları yerel tutumları üretiyor ve yeniden belirliyor. Kaos, rastlantı ve belirsizliklerin uluslararası ilişkileri belirlediği bu dünyanın düzenli olduğu varsayımından yola çıkmak, bu disiplini bilimin girebileceği en zor alanlardan biri haline getirebiliyor.
Yaklaşan yerel seçimlerle ilgili birçok
önemli küresel kurumun CEO’su, kendileri açısından bir siyasi risk ve sürpriz
beklemiyorlar. Bu değerlendirmeyi yapanlar geçen yılki seçimleri de tüketici
memnuniyet endekslerindeki yükselişe bakarak, bunun siyasi memnuniyetin işareti
olabileceği gibi bir kestirimde bulunmuşlardı. Bu varsayımları medyada
paylaşmama rağmen olgusal durumlarla kendi temennilerinin yerlerini
değiştirenler, özellikle seçmen kitlesinde beklentileri büyüterek ciddi bir
hayal kırıklığına neden olmuşlardı. Nostradamus gibi kâhinlerden farkımız,
olgusal doneleri koymadığımızda torbamızın dik durmadığını bilmemizdir.
İktidarın 2023 seçimlerinde hem Meclis’te
çoğunluğu elde etmesi hem de Cumhurbaşkanlığını kazanması karşısında, bu zor
koşullara rağmen seçimleri almasının muhalefette yarattığı travmanın hâlâ
aşılamadığı görülüyor.
İKİNCİ TRAVMA RİSKİ
Seçim kıl payı kaybedildi, ama “faturayı
bir günah keçisine çıkarıp izlenen hattın tam tersini yaparsak, bu sefer şans
bize güler” gibi bir mekanik yaklaşımının sonuç vereceğine dair bir inancın
yaygınlaşması kaygı verici, çünkü bu analizi külliyen yanlış buluyorum. Tuhaf
bulduğum bu içi boş iyimserliği yerel seçimler akşamı test etme imkânımız
olacak ve umarım yanılan taraf olurum, yoksa siyaset dünyamızın çok daha ağır
bir ikinci travma yaşayacağı gün gibi ortada. “Bir kez hata yapmak insani, ama
ikinci defa olursa şeytani” denmesi bu yüzden herhalde, tuhaf bir şeytana uyma
hali ile karşı karşıyayız. Damdan düştükten sonra, defalarca dama çıkıp yeniden
aşağıya atlamak anlaşılabilir bir durum değil ve daha çok siyaset bilimi ve
sosyoloji gibi disiplinlerden çok psikiyatrinin alanına giriyor bu takıntı.
Varlığını kabul etmesek de siyaset
evreninde de bir kara delik herkesi kendine doğru hızla çekiyor. Zaman
daralıyor ve kara deliğin ötesinde ne olduğundan da emin değiliz.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun yönetimindeki
muhalefet bir dizi vahim hatasına rağmen, biraz da 50+1 sistemi nedeniyle yan
yana gelme başarısını göstermişti. Bugün o ittifakın eklektik kaldığı,
toplumsallaşamadığı vs. söylenebilir, ama parti devleti modeline karşı olan
herkesi yan yana getirmeye çalışan bu hat doğruydu; seküleri, muhafazakârı,
Sünnisi, Alevisi, Kürdü, Türkünü yan yana getiren bu tarihsel buluşma önemli
bir müktesebat ve ortak hafıza oluşturdu. Bugüne kadar da kimse eğer bu çizgi
yanlışsa, doğrusunun ne olduğunu söyleyemedi, çünkü onlar da tam ne
yapacaklarını bilmiyor. Nerdeyse bütün 2023 boyunca ağırlıklı olarak CHP ve
değişim temaları konuşuldu ama elde kalan, retorik siyaseti dışında ne, belli
değil.
Var olan yüzde 48’i tahkim edip büyütmek
yerine steril, safkan siyaset modellerini önermek adeta bir toplu intihar
girişimine dönüştü neredeyse. Özellikle herkesin gözünü diktiği İstanbul
seçimlerinde, kendini saydırma yarışı tam gaz devam ediyor. Freud’un yakın fark
narsisizmi bir kere daha siyaset alanında da kendini doğruluyor. Ortak paydalar
değil farklılıklar öne çıkıyor.
“Adı üstünde, bu bir yerel seçim, yerel
dinamikler sonucu belirler” diye düşünmeyin, bu seçimin özellikle İstanbul
ekseninde bir hayat memat seçimi olacağını öngörmek zor değil.
O yüzden sanki yüzde 50 barajı varmış gibi
en geniş yelpazeyi kapsayıcı bir siyaseti sürdürecek bir esneklik ve yumuşaklık
gerektiği ortadayken, sert ve köşeli bir siyaset, muhalif mahallenin
militanlarınca belki sevinç ve coşkuyla karşılanabilir, ama sanırım bu seçimi
de belirleyecek olan gri alandaki kararsız seçmen olacaktır.
İktidar seçimlere büyük ölçüde blok
halinde girme esnekliği gösterirken, muhalefetin çok parçalı hali düşündürücü.
“Bizi halk birleştirecek” romantizminin, bu denli bıçak sırtı bir durumda
yaratacağı riskler göze alınamaz. Hele partilerin “halkla ittifak yapacağız
“söylemi de bir tuhaf. Halk, dışınızdaki bir özne değil ki ittifak yapılacak
bir aktör ve faktör olarak dışınızda tanımlayabilesiniz, bir Japon turist
edasıyla.
KİMLİK VE SINIF SİYASETİ
Bir sosyal demokrat vakfın toplantısında
CHP’nin bugün de değişmez yöneticilerinden biri “kimlik siyasetinden, sınıf
siyasetine geçeceklerini” anlatınca, söz alıp, “Biz de 2001 seçimlerinde aynı
kararı almış, ama oylarımızın yarısını kaybetmiştik” hatırlatmasını yapmıştım.
Kimlik ve sınıf siyasetlerini tokuşturmadan buluşturmak maharetini göstermek
gerekiyor. Kültürel kodlar sınıfsal konumlarımızı yukardan belirleyebiliyor.
Kimliklerimizi asacağımız bir büyük vestiyer keşfedilmedi henüz,
kimliklerimizden sıyrılmış steril bir dünya sadece kendi hayal dünyalarımızda
olabilir ancak. Tam da bu yüzden, artık bir kültürel ateşkese ihtiyacımız var.
“Eski dosttan düşman olmaz” demeyin, ya “düşman”laştırdıklarınızdan zoraki dost
olmuyorsa? Ne olduğunu bilelim ki temennilerin ötesine geçip çözüm
üretebilelim. Cumhuriyet’i kuran kadroların sonra birbirinin kuyusunu nasıl
kazdığını biliyoruz. O yüzden Ahmet Cevdet Paşa, tarihe sırtını dönen
siyasetçiyi, boşuna pusulasını kaybetmiş gemicilere benzetmemiş.
“Seçimlerin en büyük hatası sağa açılmak
oldu” diye bileşenlerinizi rencide edip sonra aynı bileşenlere el uzatmak,
inandırıcılık sorunları yaratabiliyor. Seçmeni ikna etmek, delegeleri ele
geçirmek kadar kolay olmayabilir.
Genel bir siyasal İslam
kavramsallaştırmasıyla, AK Parti’den Gelecek’e, Saadet’ten DEVA’ya, Yeniden
Refah’a ve DEAŞ’tan Hamas’a atlayıp, herkesi aynı torbada tektipleştirmenin adı
toplumu anlamak için analiz yapmak olmuyor.
Pozitivist yanılsamalarla tanımlamalar
yapıldığında, bu kavramlar dünyayı gören gözlerimiz olabilecekken, bizi kör
edebilen hapishanelerimize dönüşebiliyor.
ÜÇÜNCÜ YOL
Herkes Üçüncü Yol’dan bahsediyor, ama bir
türlü bu Üçüncü Yol’da ortaklaşılamıyor. Üçüncü Yol bütün patikaların
birleştiği ana yol olmalı belki de. Hem merkezi yeniden tarif eden hem de 12
Eylül, 15 Temmuzların tarif ettiği merkez tanımlamaları dışında bir ortak
Üçüncü Yol’da buluşma iradesini ortaya koyabilme yeteneğini göstermek makul
olabilir. Diğer yolları ötekileştirerek Üçüncü Yol kendiliğinden ortaya
çıkmıyor. Çıkmaz yollardan bir Üçüncü Yol hiç çıkmıyor. Birinci Yol başkanlık,
İkinci Yol parlamenter sistem ise Üçüncü Yol nedir? Yarı başkanlık sistemi mi?
O zaman sayı saymak yerine önerinizin adını koyun.
Siyasetin bu denli merkezde yoğunlaştığı
bir zeminde yerel demokrasinin somut örneklerini sunabilmek çok büyük bir imkân
tanıyor.
12 Eylül rejimi sayesinde “temayül
yoklaması” diye bir şey keşfedildi, kimse ön seçimi uygulamadığı gibi, yine
“şimdi sırasının olmadığı” nakaratına sarılıyorlar.
Resmî ön seçim olmadan fiili ön seçim
yapıp, çıkan sonucun organ kararı haline getirilebileceğini birçok TV kanalında
örnekleriyle anlatmama rağmen, anlaşılan esas mesele, niyet ve politik kültürde
düğümleniyor, teknik bir sorun değil bu. Herkes Evren’in yasalarına sarılıp,
Evrenci olmadığını anlatıyor.
“Önüne gelene bir tekme” oyunu benzeri,
siyaseti bir laf yetiştirme sanatı gibi algılamak yerine stratejik ve taktik
hamleleri içselleştirmek ve örgütlenmenin ancak üretilen fikirler üzerinden
olabileceğini unutmamak gerekiyor. 40 yıldır, “Örgütlenebilseydik, her şey
farklı olabilirdi” mazereti, sorunu nicel bir mesele olarak tarif ederken,
sözümüzü çoğaltmak gibi niteliksel meziyetlerin farkında olmamak üzücü bir
durum.
Peki bu değerlendirmeler, muhalefete
muhalefet etmek mi demek? Bu yapılmadan, içi boş güzellemelerle siyaset
yanlışlarını başka türlü nasıl aşabilir ki?
Ne şakşakçılık ne bedduacılık, Nurullah
Ataç’ın dediği gibi, aydın olmak yanlışta doğruyu, doğruda yanlışı göstermek
olmalı ki aynı şeyleri değişmez kader gibi yaşamayalım, kendi seçmenini bir
türlü beğenmeyen siyasi ucubelere dönüşmeyelim.
Bach’ın Goldberg Varyasyonları gibi artık
yeni bestelere ve icracılara ihtiyacımız var. Yoksa siyasi tahayyüllerimiz,
değişim diye yola çıkıp geri dönüşüm kutularında son yolculuklarını
tamamlayabilir.
UFUK URAS KİMDİR?
Türk siyasetçi ve akademisyen. 1996
yılında ÖDP’nin kurucu genel başkanı oldu ve 5 dönem, 10 yıla yakın süre genel
başkanlık yaptı. 2007 genel seçimlerine bağımsız aday olarak katıldı ve
İstanbul 1. Bölge’den Türkiye Büyük Millet Meclisi 23. Dönem üyeliğine seçildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.