Bu örgütlenmeler, görünüşte Afganistan’da ve Ortadoğu’da yabancı işgali veya yerli seküler diktatörlüklere karşı İslami enerji/iman ile oluşmuş kristalleşmelerdir. Daha derinde ise, ABD, İngiltere ve İsrail istihbaratlarının ta başından beri manipülasyonlarına açık halde, bu enerjiyi dünyaya “Terörist” olarak gösterme stratejilerini içinde barındırır. Petrol ve Doğalgaz rezervlerini kontrol etmek için, dini enerji/iman, etnik asabiyet, Araplara, İran’a ve Türkiye’ye karşı kullanılmaktadır. Kürtler de, ikinci bir aparat olarak kullanılmaya başlandı. Bu genel tespitten sonra, bu örgütlerin dinsel bağlamını analize geçelim.
1-Talİban
Taliban, Pakistan’ın “Hint Atmosferli”
Sünnî-şeriatçı toprağında büyümüş ve Sovyetler Birliğinin işgaline karşı
“Cihat” etmiş ve onları yıllar sonra hezimete uğratıp, çekilmek zorunda
bırakmıştır. Bu başarıda ABD’nin, Rusya’nın burnunu sürtmek için Taliban’a
verdiği desteği de unutmamak lazım. Afganistan’ı daha sonra ABD işgal etmiş;
aynı akıbete kendisi de sürüklenmiştir. Bu başarılarda Taliban’daki İslam’dan
gelen özgürlük, onur ve şehadet motivasyonlarını teslim etmek gerekir.
Taliban’ın, bunun dışında üç bileşeni daha vardır. Birincisi, coğrafyanın
dağlık olmasının doğurduğu sertlik; ikincisi, yoksulluğun doğurduğu sertlik.
Üçüncüsü ise, düşünce yerine taklit/kesin-kör inancın samimiyetle
birleşmesinden doğan dinsel coşku. Bu üçüncüsü, hepsinden önemlidir. Seküler
bir devlet, eğer demokrasi ve hukuk ile dolayımlanmamış ise; diktatörlük ve
işkence doğurur. Ancak, kesin inanç, cehalet ve samimiyetle donanmış bir
“dinsel” örgüt veya devlet, Tanrı veya din/şeriat adına idam ve istibdat
üretir. Cehaletin, samimiyet ile birleşmesi, hainlikten bin beter sonuçlar
üretebilir. Hristiyanlık tarihinde Kilise, İslam tarihinde Hariciler, Yahudi
tarihinde Siyonizm, bunun örnekleridir. Yakın Türkiye tarihinde oluşan “FETÖ”
olayı, bunun başka bir örneğidir. Bütün ısrarlı analizlerime rağmen; olay,
örgütün İslam başta olmak üzere, millete, devlete karşı “hainlik” e bağlandı.
Oysa kendi samimi zanlarına göre, -ABD ile işbirliği içinde-“Allah Rızası”
için, “Hainlik” ettikleri, Ak partisi ve Sayın R. T. Erdoğan idi. Samimiyetin
(niyet), ahlak/din için “gerekli” şart; fakat yeterli olmadığı, bir türlü
anlaşılamamaktadır. “Yeterli” şart, bilgi ve sonuçlardır: “İnneme’l umuru/amalu
bilhavatım (İşler, sonuca göredir)” (Buhari).
2-İŞİD
İŞİD’e gelince, Bu örgüt, Taliban‘a benzer
şekilde –“El-Kaide”den evrilme- Saddam diktatörlüğü döneminde işkenceye,
baskıya, zulme maruz kalmış Sünni halkın hınç
duygularının/içerlemenin/uçuklamanın, -büyük ölçüde- ABD ve İsrail
istihbaratları tarafından manipüle edilerek Irakta Şii-Kürt hegemonyaya;
Suriye’de Esad diktatörlüğüne karşı harekete geçirilmesiydi. Bu örgütlenmenin
de iki farklı bileşeni daha vardı. Birincisi, Avrupa’daki yabancı-İslam
düşmanlığının ve Türki cumhuriyetlerdeki şeriat özlemcisi gençlerde doğurduğu
hınç ve militanlara vadedilen para (Dolar) ve cariye idi. İşlevi bittikten
sonra imha edildi.
3-HTŞ
HTŞ’ye gelince, İŞİD’den evrilme çeşitli
örgütlerin oluşturduğu bir koalisyondur. İdlip ve Halep’i ele geçirmişlerdi.
Rusya’nın desteği ile Esat, bunları Halep’ten çıkardı. İdlip’de üstlendiler ve
orada kendilerince “İslami/Şerî” bir yönetim oluşturdular. Başta İsrail’in
Esad’ı destekleyen İran ve Hizbullah’ın Suriye’deki kollarını kırması ve
ABD’nin de Ukrayna’da -Esad’ı destekleyen- Rusya’nın kollarını kırması, Esad’ı
“dayanaksız” bıraktı ve HTŞ, Suriye’nin Esat egemenliği altındaki bölgeyi
kolayca/elini-kolunu sallayarak ele geçirdi. Bu başarıya –daha doğrusu boşluk
doldurmaya- bir “Devrim” demek, ne kadar doğru, tartışılabilir. İsrail’in,
Suriye’nin mevcut askeri ve ekonomik gücünü imha ettikten sonra bile olsa,
HTŞ’nin yönetimi devralması, hayırlara vesile olabilir. Esat’ın, Sünni halka
yaptığı işkence ve zulümlerin sona erdirilmesi, hayırdır. Şii İran’ın, bu kadar
zalim ve işkenceci bir adama bu kadar süre ile destek vermesi akıl, izan,
insaf, vicdan, din, iman, İslam ile izah edilecek bir şey değildir. İran’ı
mağlubiyeti, İsrail’in teknik/silah üstünlüğüne bağlı olduğu gibi; mazlumların
ahı da tutmuş olabilir.
Her üç örgütün mücahit/militan figürü
“Kara/Kaba Sakallı”lıktır. Gür, kara/kaba-ak, uzun sakalın birbirinden farklı
metaforik olmak üzere üç fenomenolojisi vardır: 1- Bilimsel-Felsefi merakın
doğurduğu kendini kaybetme/esrime (Marx-Engels,Darvin…). 2- Bilgelik
(“Aksakallı”). 3- Dinsel kesinlik (şeriat) kasvet/kabalık/karanlık, karizma. Bu
örgütlerde “sakal” şehadet ile birlikte şeriatı simgeler. Her üç örgütün de
doğduğu coğrafyalara baktığımız da, “cihat” ettikleri karşıt güç ABD, Rusya,
İsrail, Esat, Saddam… gibi zalim odaklardır. Özgürlük ve onur için
savaşmışlardır. Sonrasında kurdukları yönetim ise, “Dogmatik Şeriat”tır.
Yönetimleri dinsel/teokratik olduğu için yaptıklarını – buna idam ve istibdat
da dâhildir- , kendi adlarına değil; Allah, Şeriat, İslam adına yapmaktadırlar.
İslam tarihinde “Hariciler” ve Hristiyanlık tarihinde “Kilise” de,
yaptıklarını, -büyük ölçüde- “Allah Rızası” için yapmışlardı. Bu dönüşümün,
bölge halklarına, barış, huzur ve güven mi; yoksa ABD; İngiltere ve İsrail’e
bölgeyi kolayca kontrol imkânı mı sağladığı meşkûktür.
HTŞ, Suriye’de Taliban ve İŞİD’in yaptığı
gibi bir yönetim kurarsa, tâ başta, Haricilerin yaptığı gibi, yönetmenin
ölçüsünü sübjektif bir “yorum (“La hükme illalillah”)” olacak yani
“takva-tekfir” üzerine kurmuş olacak. Hz. Ali, Hariciler’in slogan haline
getirdikleri bu ayet parçası/bölümü/ifadesi için: “Kavlun sahih; yuradu biha
el-Batıl=”Söz” doğru; fakat “yorum” yanlış.” demişti. Bunun da, -kendiliğinden-
“Devlet” denen aygıtın, mümin/mücahit/militan dolayımı ile bir şiddet
makinasına/sarmalına döneceği, açıktır. Oysa Suriye-Irak coğrafyası, binlerce
yıldan beri yüzlerce etnik ve dinsel gurupların beraberce yaşadığı bir yerdir.
İslam imparatorlukları, bu halkları, barış içinde yönetebilmişlerdir.
Modern Devlette politik alanda dinsel
kavram, kurum ve değerlere aleni atıf yapmanın doğuracağı üç handikaptan
kaçınılamaz: 1- Dogmatizm/kesinlik duygusu. Zira konuşan ve karar veren,
kendisi değil; Allah, İslam ve Şeriattır. 2-Totaliterlik/Şiddet. Devleti
deruhte edenler, bunu, kendi hevaları(!)na göre değil, Allah, Şeriat ve İslam
adına yaptıklarını söylemektedirler. Hakikati “temsil” ettiğine inan “Mücahit”,
hep iktidarda kalmak için, ötekileri aşağılar ve onları ezmeye çalışır. 3- Din
İstismarı. Muaviye’nin, Hz. Ali ile yaptığı savaşta: “Aramızda Kur’an hakem
olsun” deyip, askerlerinin süngülerinin başına Kur’an yaprakları taktırmasında
olduğu gibi. İstismar kaçınılmazdır; zira biz insanların kalbini yarıp
bakamayız.
4-Sonuç
Kur’an, siyasette emaneti ehline vermeyi,
adaleti ve şurayı emreder. Şeriatın maksatları da (Makâsidu’ş-Şeria): Malın,
canın, ırzın/onurun, dinin/din hürriyetinin ve aklın/düşünme hürriyetinin
korunmasıdır. Dinde zorlama yoktur. Kimse kimseyi tekfir etmeyecek. Yönetim,
iman-küfür üzerine değil; adalet-zulüm çelişkisi üzerine kurulur. Ben, buna
“Rahmani Siyaset” ve “Dinamik Şeriat” diyorum. Uygulaması da şöyle: İslam
davasını içselleştirmiş mümin, bana: Allah, Ayet, Kur’an, İslam ve şeriat
kavramları ile değil; yani “Din dili” kullanarak değil; Allah’ın ve
Peygamberinin yaptığı gibi maslahata dayalı, makul (kalb-i selim) ahlaki
gerekçeli bir dil kullanacak. Her şey içtihat (şura) ve icma (oydaşma) ile
karara bağlanacak kurallar (hukuk) ile yürütülecek. Her konuda eleştiri
(muhalefet), itiraz serbesttir. Kamu alanında şiddeti, ancak yasalarla kendine
yetki verilmiş devlet kurumları, -kurallara bağlı olarak- uygular. Bu bağlamda,
Batının geliştirdiği “Hukuk Devleti”, “Kuvvetler Ayrılığı”, “Anayasa”, “Demokrasi”
ve “Laiklik” ile benim “Rahmani Siyaset” ve “Dinamik Şeriat” kavramlarının bir
çelişkisi yoktur. Çelişki, Dünya Görüşünden, Metafizik Çanaktan,
Dava/İdeolojiden (içerikten) kaynaklanır. Gavur’un yaptığı alet kullanılır.
Bahsettiğim kavram ve kurumlar “prosedürel” süreçlerdir.
Türkiye’nin İslam dünyasına yapacağı
iyilik, bahsettiğin “Rahmani Siyaset” ve “Dinamik Şeriat”ı önce kendisi
uygulayıp; daha sonra da, bunu, kardeşlerine tavsiye etmektir. Aksi takdirde,
İslam dünyası samimiyetten doğan şiddet-tekfir (dehşet) sarmalından
kurtulamayız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.