Son yıllarda özellikle ülkemizde ve İslam dünyasında da bugünkü haliyle sadece İslamcı popülist otoriterlik ve dini sembol veya referanslar değil din de sorgulanmaya başlandı. Burada dini anlayış, yorumlar veya yaklaşımı kastetmemekteyiz. Dinin kendisinden bahsetmekteyiz. Bu duruma arınma veya özü yakalama şeklinde iyimser bir yaklaşım da gösterebiliriz. Dini sorgulayanlardan kastımız sekülerler değil.
Sekülerler
dini sorgulama konusunda özellikle yurt dışında eğitim alan veya dünyaya açık
mütedeyyin genç kuşak karşısında dini sorgulama hususunda oldukça masum
kalmaktalar. Bu sorgulayan genç kuşağın ciddi kısmı kurumsal dini tamamen terk
etmiş durumda. Belirli bir kısmında sosyallik açısından tesettür şeklen hala da
devam etmekte. Eski mütedeyyin gençlerin önemli kesiminde bayramlar dahil
kültürel ritüellerde artık hafızalardan pratikte silinmiş gözükmekte. Son
dönemde ülkemizde yapılan değerler araştırmalarında dini değerlerin oldukça kan
kaybettiği bilinmekte. İstatistiklerde de özellikle camilerde Cuma namazı
cemaatinin yarıya yakınının artık Cumalara devam etmedikleri gözlenmekte.
Mahalleliden
ehli tarik ve cemaat olanlar dinde bu sorgulamayı ya sadece ahir zaman alameti
-apokaliptik- görmekte ya da bunu foncu basının çarpıtması olarak bakmakta.
Dindar zenginler veya yoksullar ise duvarların ötesi ile merak veya ilişkileri
olmadığı için mütevazi yankı odaklarında Ali Şeriati’nin “dine karşı din”
benzetmesi misali kendi dinlerini yaşamaktalar.
ÜLKEMİZDE
DİN ANLAYIŞI
Ülkemizde
din anlayışını doktriner ve tarz olarak üç temel bakış şekillendirmektedir.
Fıkıh, Tasavvuf ve Kelam bakışı. Fıkhı medreselerin, Tasavvufu tarikat ve
cemaatlerin, Kelam’ı da mevcut özellikle Ankara ilahiyatın merkezde olduğu
ilahiyat fakültelerini temsil ettiklerini söyleyebiliriz. Burada Ankara
ilahiyata (1949) özel bir parantez açmak gerekebilir. Medreselerin tarikatlara
kesişim noktalarının son yıllarda çoğaldığını da görmekteyiz. Bazı ilahiyat
fakültelerine de tarikat medreselerinin öğrencilerinin diploma yeterliliği
amacıyla da devam ettikleri bilinmekte. Medreseler ve ilahiyat fakülteleri,
tarikatların manevi hiyerarşinin yaptırım gücü, menkıbelerin abartılması,
rabıta ve pratikte şeyh masumiyetin dayatılması gibi konulara sıcak baktıkları söylenemez.
Ancak bu çelişki iki sosyal kurumun ortak yolculuğuna devam etmelerini de
etkilememektedir.
TARİKAT
VE MEDRESELER’DE VİCDAN TELAKKİSİ
Dinin
siyasete ve ticarete alet edilerek evrensel ahlak ve vicdan özelliğinin yok
sayılması ve kimlikleştirilmesinde tarikat ve cemaatlerin vebalinin büyük
olduğu söylenebilir. Kapalı ve geleneksel yapılar olan medreseler ise özde bir
araç olan yüzyıllar öncesi maslahat ve içtihatta kapalı fıkhın sınırlaması
içinde kaldıklarından öteki, ahlak ve vicdan anlayışının evrenselliği
duyarlılığı konusunda sessiz ve yetersiz kalmaktadırlar.
Sıkça
yazdığımız gibi medreseler ve bugünkü tarikatların evrensel değerler karşısında
sessiz kalmalarında yüzyıllar önceki iktidar ilişkilerine dayalı Nizamülmülk
medrese geleneğinin rolü büyüktür. Köylülük ve katı iktidar karakterinde olan
Hanbelilik, doktrinde Eşarilik veya başka bir deyimle evren-zaman boyutunda
algılanmış icraat yapan adeta insanlaştırılmış ancak kötülük problemi açıkta
kalan bir Tanrı anlayışının bunda rol oynayabileceğini sıkça yazmaya
çalışmıştık. Alternatifte de zaman ve mekandan münezzeh peygamberlerini iyi
ahlakın tamamlanması için gönderen, iyiliği emreden Ebu Hanife ve İmam
Maturidi’nin Allah’ı tanımlarını örnek göstermiştik.
MAHALLE
ZENGİNLERİNİN ÇÖZÜM ARAYIŞLARI
Ne
yazık ki bugün ülkemizde dindar mütedeyyin zenginler din anlayışının çöküşüne
karşı medreseleri yüzyıllar öncesi haliyle canlandırma ve bu medreseleri
kendince batı bilimi ile yoğrulmuş gençlerin katkısıyla senteze sokma çabaları
içindeler. Manevi yatırımlarını buna göre yapmaktalar. Medreselerin geleneksel
değerleri ve bireysel verdikleri edep tabi ki önemlidir. Ancak bu halleriyle
İslam’ın krizine derman olacak nitelikleri kalmamıştır. Bu ayrıca uzmanlık
isteyen bir tartışma konusudur. İleride bu konuya girmemiz gerekecektir.
ARTIK
SORGULANAN SİYASET DEĞİL
Tekrar
başa döndüğümüzde yurt dışını akademik ve vizyon olarak görüp yüzleşebilmiş
gençlerdeki dağılma ve dini sorgulama yalnızca İslamcı popülist otoriter siyasi
anlayışın sonucu değildir. Sadece batıdaki ahlak ve vicdan anlayışını gören M.
Akif Ersoy gibi buradakiler ile mukayese edip Müslümanlık bu mu? demek de
değildir. Dinin siyasete alet edilmesi sadece bu gençlerde bugünkü İslam
anlayışının altyapı kurumlarını deşmeleri ve sorgulamalarını tetikleyebildi.
Özellikle
ülkemizdeki önceden İslami cemaat, eğitim kurumları ve ailelerden yetişmiş
mütedeyyin gençlerin dini artık sorgulamaları meselesinde tarikat ve
medreselerin sorumluluğu ve sorgulama acizliğine şu ana kadar değinmeye
çalıştık.
GELELİM
İLAHİYATIMIZIN İÇERİĞİNE
İlahiyat
fakültelerimiz kaynaklı aydınların bu kopuşlara ilişkin yaklaşımlarını daha
gerçekçi ve sorgulayıcı olduğunu tarikat ve medreselere göre kıyaslanmayacak
fark oluşturduğunu söyleyebiliriz. Burada teoloji fakültesi olarak kurulanlar
ile din adamı yetiştirmek üzerine kurulan eski Yüksek İslam Enstitüsü geleneği
üzerine kurulan İlahiyat fakültelerinin nüans farklarından da bahsedebiliriz.
Mahalleli elitler ve cemaatler batı literatürü teoloji-ilahiyat esaslı eğitime
gelenekten kopuş gerekçesiyle sıcak bakmamaktalar.
Ancak
ne yazık ki ülkemizde ahlak, hukuk ve vicdan eleştirisi yapabilen din insanı
niteliğinde aydın olarak nitelendireceğimiz akademisyen entelektüellerde cemaat
medreselerinden değil de teoloji eğitimi almışlardan çıkmaktadırlar. Ancak son
dönemlerde bu konuda ön plana çıkan aydın ilahiyatçılarımızda da bu konuda M.
Ali Ayni veya Ferit Kam gibi felsefi ve tasavvufi derinliği olan
entelektüellerin içeriğini yakalayamamış gözükmekteler.
Toplumda
din adına yapılan görgüsüzlük ve çürümüşlüğü eleştirel bir kısım ilahiyatçı
aydınlarımız genelde bunun çözümünü sadece Atatürk’ün bu yozlaşmaya karşı
radikal yaklaşımlarında bulmaktalar. Bunu da adeta karşı mahallede bir popülizm
tavrını andırırcasına sergilemekteler.
İLAHİYAT
AYDININDAKİ AÇMAZ
Türkiye’de
seküler ve sol aydın-entelektüel geleneğin ciddi bir açmazı olarak batıdaki
karşı aydınlanma ve hermetik Rönesans geleneğine ilgisiz kalmalarından
bahsetmiştik. Bu durum seküler Türk entelektüelinin mahalle ile ilişkilerinde
bir güvensizlik ve açmazı teşkil etmektedir. Bu durumu Medrese-İlahiyat
gerilimindeki tartışmalara adapte edersek adeta yarım din adamı yarım
entelektüel ikilemi karşımıza çıkmaktadır.
İlahiyat
kökenli önemli akademisyen ve aydınların adaletsizlik ve çürümüşlük karşısında
tavır onur vericidir. Ancak bugünkü İslam anlayışı ve alt yapı kurumlarının
yetersizliklerini eleştirirken sıkça toplu inkar veya alternatif göstermeden
eleştiri yanlışı gözden kaçmamakta. Bu bazen Farabi ve İbni Rüşt gibi
filozofların Aristocu kadim evren materyalist yaklaşımlarını hatırlatmaktadır.
Ancak onlarda da batıni-ezoterik bir derinliğin olduğunu hatırlatmamız gerekir.
Çok
tartışmalara neden olacağını bilmekle beraber sıkça Anadolu’nun dönüşemeyen
köylülüğü veya taşralılığı mirasından bahsetmekteyiz. Bu durum karşımıza görgü
sorunu olarak çıkmakta. Siyasette ve ticarette bunu hissedebildiğimiz kadar
akademik hayatta da bunu iliklerimize kadar hissedebilmekteyiz. Bu durum hızlı
yüzleşmeler ve değişimlere karşı bir altyapı eksikliğini de karşımıza
çıkartmaktadır. En radikal çıktılarımız ise kör bir teslimiyet veya inkar
olarak tecelli etmektedir.
SONUÇ
Gerek
seküler ve gerekse de İlahiyatçı entelektüellerimizin zaman-mekan, sebep-sonuç
veya sadece determinal dünyaya zihni ve inancı hapsetme açmazından
kurtulabilmeleri gerekiyor. İrfan-gnosis, keşf-sezgi veya rabıta-nexus
kavramları monoteist ve pagan, batı veya uzakdoğu kültüründe de
kullanılmaktadır. İslami ezoterizmi ritüellerinin farklı kültürler içinde de
kullanılması bu araçların kadim varlığını işaret etmektedir. Bu araçların
kullanım yanlışlığından bahsetmekle Perenialist kapsamda inkar kolaycılığını
seçmek ayrı şeylerdir. Tasavvufun alt yapısını oluşturan kadim hermetik,
ezoterik-batıni geleneği ve doktrini inkar etmek tarikatlardaki çürümüşlükleri
eleştiri haklılığına gölge düşürmektedir. Mahalleli taban doğal olarak
eleştiriyi kuruma veya kendisine kabul etmekte, mesafe koymaktadır. İlahiyatçı
aydına yakışan çürümüşlüğe dikkat çekip, kurumsal eleştiri bazında da tasavvuf
anlayışımızdaki hermetik ve ezoterik evrensel geleneğin tevhit ve nübüvvet
perspektifinden kritiğini yapabilmektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.