Benim de içinde olduğum “İslâmiyât” dergisini çıkaran akademik ekip, “Şeriat” özel dosya sayısı çıkarmıştık (Cilt-1,sayı: 4. 1998). Alanında uzman akademisyen, düşünür ve tarihçi hocalarımızda makaleler alarak konuyu aydınlatmaya çalışmıştık. Dergide yazısı olanlar: Mehmet S. Hatipoğlu, Roger Garaudy, M. Abid El-Cabiri, İlhami Güler, Muhammed Arkoun, W. Cantwel Smith, Ali Dere, Himmet Konur, İlber Ortaylı, Halil İnalcık, Ercüment Kuran, J.M.S Baljon, Enis Ahmet, Adil Çiftçi, M. Hayri Kırbaşoğlu, Mahfuz Söylemez, Hidayet Şefkatli Tuksal, Mansurizade (1864-1923). Kendisi ile “Şeriat” üzerine soruşturma yapılanlar ise: Hüseyin Atay, Nasr Hamid Ebu Zeyd, Hasan Hanefi, Hüseyin Hatemi, Hayreddin Karaman ve Seyyid Hüseyin Nasr’dır. Bu konu ile ilgili benim yazdığım makale ve sunduğum akademik tebliğ metinlerini, “Sabit Din Dinamik Şeriat (Ank. 1999)” başlığı ile kitaplaştırmıştım.
1- İSLAM-ŞERİAT İLİŞKİSİ
Ebu Hanife başta olmak üzer, klasik
ulemamız, evrensel “İslam” dini ile onun, tarihsel (peygamber-vahiy)
aktüelleşmesi olan “Şeriat”ı birbirinden ayırmıştır. Hz. Nuh’tan Hz. Muhammed’e
kadar olan peygamberlerin dini olan “İslam” sabit/değişmez; şeriatları ise,
muhtelif/değişkendir. İslam’ın özü İman (Tevhit-Mead-Nübüvvet), ibadet ve
ahlaktır. Burada “İman” ilkesi asla değişmez; ancak ibadetlerin şekli-şemaili
toplumdan topluma/dile göre değişebilir:” Her ümmet için uygulayacağı ayrı bir
ibadet yolu belirledik. O halde, bu konuda seninle tartışmasınlar.” (22/67,
34). Yani, Allah’a “İbadet” etmek, dinin özü olarak değişmez; ancak, ibadet
şekilleri (menasik) değişebilir. Ahlaka gelince, bütün dillere çevrilebilen ve
Allah’ın insanlarda yarattığı vicdan kapasitesi ile geliştirdiği ve
peygamberlerin de desteklediği, tashih ettiği adalet, yardım, barış, dürüstlük,
merhamet, minnettarlık… gibi kurallar, değişmez ve dindir. Ancak, bunların
hukuk, siyaset, iktisat gibi somutlaşmaları (şeriat), toplumdan topluma ve tarihten
(zaman) tarihe değişir: “Her bir topluma ayrı bir şeriat ve yol koyduk. Oysa
isteseydik, hepinize tek bir toplum yapardık. (Böyle yapmadık). Sizi denemek
için böyle (çoğul) yaptık.” (5/48). “Bir hükmü (ayet) değiştirdiğimiz de, ondan
daha iyisini getiririz”(2/106). “Biz, bir hükmü (ayet) değiştirip, yerine başka
bir hüküm getirdiğimizde- ki Allah ne yapacağını gayet iyi bilir-, onlar: “Sen,
uyduruyorsun” derler.” (16/101). “…Her dönemin kendine has bir hükmü (kitap)
vardır; Allah, dilediğini imha eder; dilediğini de sabit tutar…”
(13/38-39). “Mecelle” de formülleştirilen
“Ezmanın tağayyuru ile ahkâmın tağayyuru inkâr olunamaz (Zamanın değişmesi ile
hükümlerin değişmesi inkâr olunamaz)” ilkesi de, bunu ifade eder.
Din/İslam ile şeriat arasındaki ilişki
ruh/omurga-iskelet ve beden-elbise arasındaki ilişkiye benzer. “Olması Gereken”
olarak, ruh/omurga değişmez; beden-elbise ise, toplumdan topluma ve çağdan çağa
değişir. Başka bir benzetme ile bir şehrin yeri ve ismi (adres) değişmez; ancak
mimarisi, ekonomisi, kültürü ve demografisi değişir, gelişir, yenilenir.
İslam’ın erken tarihinde Kur’an’ın
muhtevasının nüzulüne muvafık İçtihatları/ön-deyileri ile katkıda bulunmuş olan
Ömer b. Hattab (“Muvafakвt-ı Цmer”), Hz. Muhammed’in ölümünden sonra da şeriat
alanında tecditlerini (re-form) sürdürmüştür. Ancak, Ahmed İbn Hanbel ve İdris
eş- Şafii önderliğindeki Sünni-Arap aklı (“Ehl-i Hadis/Selefilik”), bunu
engelleyerek Nassı, yorumsuz bırakarak Allah gibi (“Kelam-ı Kadim”)
mutlaklaştırdı, dondurdu, dogmatikleştirdi. Ebu Hanife’nin “İstihsan” metodu,
Mutezile’nin “İstihkak” ilkesi, Ömer’in metodolojik ruhunu devam ettirmek
istiyordu; ancak başarılı olamadı. İmam Şafii’nin kurduğu “Fıkıh Usulü” ve
Eş’ari’nin geliştirdiği “Kadercilik” itikadı ve Muaviye’nin zorla kurduğu
“Saltanat” rejimi, Sünnilik= İslam olarak somutlaştı.
Geleneksel ulema, şeriatları “Nesh”
etmenin, Allah’ın yetkisinde olduğuna; son şeriattan sonra bu kapının Kıyamete
kadar kapalı olduğuna dogmatik olarak inanmıştır. Şeriat nesh etmenin gerekçesi
hâşa keyfilik/kapris olmayacağına göre; toplumsal yaşamın dinamik ve değişken
olması hikmetine bağlı olmalıdır. Toplumsal değişmenin yedinci yüz yılda
Arapların durumunda durduğu kanaati, sadece dogmatik bir inançtır. Maturidi,
Tefsirinde Hz. Ömer’in içtihatlarını “İçtihadi Nesh” olarak
kavramsallaştırmıştır ve doğrudur. “Âlimler, peygamberlerin varisleridir”
hadisi eğer geçerli ise; bu sorumluluğu, ulema üstlenmeliydi. Ancak, onların
kahir ekseriyeti, bu sorumluluktan kaçındılar. Bunun yanı sıra İstisnalar,
“Şaz” ve “Bidat” olarak dışlanmışlardır. Çağımızda Pakistanlı âlim rahmetli
Fazlurrahman, neshi içeren içtihat sorumluluğunu, “Tarihselci Kur’an Yorumu”
ile teorileştirdi.
Bugün gerek İslam dünyasında, gerekse
Türkiye’de Şeriat karşıtlığının sebebi, bu yanlış kurulmuş, eskimiş, yıpranmış,
altı oyulmuş, tarihte kalmış ve yer yer çürümüş unsurların, insanları irite
etmesidir. Dolayısıyla, İslam= Sabit Şeriat formülü doğru değildir. İslam,
dinamik ve dogmatik olarak iki şekilde de somutlaşabilmektedir.
Şeriat’ın tarihsel tecessümü, - sorumlusu
ulema olan yanlışlıklar içermesinden öte- toplumdan topluma ve tarihten tarihe
farklılık gösteren bir gerçektir. Türk toplumu, Fukaha’nın formülleştirdiği
“şeriat” a fazla itibar etmemiştir. Osmanlı “Devlet” örgütlenmesi, Türk
“Töre”si, Bizans etkisi ve İslam Şeriatının kesişmesine bağlı olarak
oluşmuştur. Halk ise, şeriattan ziyade, Tasavvuf/Tarikat meşrep olmuştur.
Türklerin bir kısmı Alevi-Bektaşiliği, diğer kısmı da Nakşiliği,Kadiriliği,
Mevleviliği… benimsemiştir. Neyzen Tevfik’e atfedilen “Şeriat, bu kuluna kaba
geldi Ya resulullah” ifadesi, Türklerin bir kısmının Sünni “şeriat” ile
arasındaki mesafeyi ifade eder. Kayseri’de “Hunat” Cami-i Kebiri’nde Cuma günü
ateşli bir “şeriat talebi” vaazı dinleyen yetmiş yaşlarında ihtiyar bir amca,
ayakkabıları elinde camiden çıkarken kendi kendine: “Şeriat getirecekmiş; ne
varsa sanki.” sözü, benzer şekilde, ortalama Anadolu insanının, “Şeriat” ile
olan mesafe duygusunu ifade eder.
Devrimlerle birlikte “Şeriat-Hilafet ve
Tarikat” ilga edilmişti. Türk halkı devrimden sonra Şeriat ve Hilafetin ilga
edilmesine ses çıkarmadı; ancak, dini sembollere (Ezan, Başörtüsü, Cami, Hac,
Kur’an Kursu…) ve Tarikatların ilgasını hazmedemedi; bir müddet, yer-merdiven
altında saklandıktan sonra tekrar açığa çıktı. Bugün, Tarikatlar ve Cumhuriyet
döneminde oluşan “Cemaatler, -azınlık da olsa-, bütün versiyonları ile birlikte
varlıklarını sürdürüyorlar.
2- ŞERİATIN YENİLENMESİ
İslam= Sabit Şeriat “itikad”ında olan
“Şeriatçı”ların durumu, -teşbihte hata olmaz- motoru sağlam, kaportasının ilk
modeli 610-632 de; diğer modelleri “Fıkıh-Kelam” disiplinleri ve reel politik
tarafından klasik Tarım ve İmparatorluk dönemlerinde üretilmiş bir aracı, bugün
piyasaya sunmaya benzer. Sayın cumhurbaşkanımızın “Faiz” konusunda böyle bir
teşebbüsünün (“Nass var, Nass”), yakın zamanda ülkemize neye mal olduğunu
hepimiz biliyoruz.
Kur’an’ın oluşturduğu şeriat, inzal olduğu
Arap toplumunun hazır-bulunuşluluğu ve toplumun ihtiyaçları doğrultusunda,
Allah tarafından, insan vicdanına (Kalb-i selim, Lübb, Basiret, Fuad…)
yaslanarak gerekçeli (Li, Key, İzen, Hatta, Lealle…) olarak oluşturulmuştur.
Fukaha, bu yöntemi terk ederek, nassları (Kur’an-Sünnet/Hadis) dondurmuş ve
sürekli onları lafzen “İstismar=Meyvelendirme” ederek sorun çözmeye
çalışmıştır. Bugün şeriatı yenilemek için yapılması gereken, Nassları
içselleştirdikten sonra Allah’ın ve Hz. Muhammed’in muradını Kamu Maslahatına,
vicdana, akla ve ahlaka dayalı bir “dil” ile şeriatı yenilemektir; onu, aynıyla
taklit etmek değil. Dini sembol, kavram ve kıymetlere (Allah, İslam, Ayet,
Hadis, Şeriat…) aleni atıf yaparak kendini “Temsil” makamında görmek, son
derece tehlikelidir. Dinler (Yahudi-Hristiyan-İslam) Tarihi göz önünde
tutulursa; bu tavırdan üç büyük tehlike doğmaktadır: 1- Dogmatizm, 2-
Totalitarizm, 3- Din istismarı. Her üç olgunun, üç dinin tarihinde ve günümüzde
nasıl sonu gelmez bir iç savaşa (“Dine karşı Din”-Ali Şeriati) sebebiyet
verdiği herkes için alenidir. (Geniş bilgi için bkz: İlhami Güler, “Reel
Politikada Dini Değer, Kavram ve Sembollere Atıfta Bulunmanın Doğurduğu
Sorunlar”. Politik Teoloji Yazıları adlı kitabın içinde. Ank. 2010. s 65-89)
3- SONUÇ
İslam=Sabit/donmuş Şeriat formülü,
dogmatik bir inançtır. Toplumu, bu tartışmalar üzerinden bölmek, yanlıştır.
Doğru olan, “Sabit Din Dinamik Şeriat”tır. İslam dünyası, bu hakikati
keşfedecek sorumlu düşünürler ve âlimler beklemektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.