Kırk küsur yıl iktisat teorisi üzerine çalışan Sencer Divitçioğlu daha sonra geçmişe dönmüş, hayatının son on altı yılını tarihe vermiş; Orta Asya’daki Türk topluluklarını, Osmanlı’nın beylikten devlete geçiş sürecini, bu gelişmeyi mümkün kılan Anadolu’daki siyasi koşulları incelemişti. Kök Türkler onun tarihe yöneldiği ikinci dönemin en önemli eseri.
Osmanlı toplum yapısı, Osmanlı’daki üretim
ilişkileri Divitçioğlu’nun hep entelektüel ve akademik ilgi alanının odağında
olmuştu. Marx’ın ortaya attığı ATÜT (Asya Tipi Üretim Tarzı) kavramını
Osmanlı’daki üretim ilişkileri açısından ele almış, 1960’larda bu konuda
yapılan tartışmaların en önünde bulunmuş ve hatta bu tartışmalara yön vermişti.
Halil İnalcık onun ATÜT üzerine çalışmaları hakkında “Bu yayınlar o yıllarda
Osmanlı ve sosyal yapısı üzerine yazılmış en etkili eserlerdendir” hükmüne
varır. (2016:33). Tarihle ilgilendiğinde araştırmalarında geriye giderek Orta
Asya bozkırlarına uzandı ve oradaki Türk toplumlarını inceledi. Bu açıdan
bakıldığında onun iktisatçılığı ile tarihçiliği arasında bir bağ olduğunu
söylemek mümkün.
İnalcık, Divitçioğlu’nun ‘Türk tarihini
antropolojik metotla açıklamaya’ çalıştığını belirtir. (2016:38). Özcan da onun
‘seçilmiş tarihsel olgular kadar antropolojik çözümlemelere de’ başvurduğunu ve
‘antropolojiyle desteklenmemiş tarih bilgisini geçerli bilgi olarak kabul
etmeme eğiliminde’ olduğunu vurgular. (1999:170)
Gerçekten Divitçioğlu tarih ve antropoloji
disiplinlerinin olabildiğine yakınlaşmalarının, hatta iç içe geçmelerinin
ikinci dönem çalışmalarının belirleyici yönü olduğunu kabul eder ve bu konuda
ayrıntı verir. Tarihin geçmişte yaşamış olan ‘başkasını’ inceleyen, zamanda
‘yabancı’ olanı anlamaya çalışan bir disiplin olduğunu ileri sürer. Tarihçinin
anlamaya çalıştığı kişi ‘yad’dır, yani uzaklarda bulunan ve tanıdık olmayan
birileridir. (2004:13). Bu anlamda tarihçi ile konusu, teması arasında bir
mesafe mevcuttur.
Benzer bir mesafe antropolojide de
görülür. Antropoloji de ‘yad’ı ele alır, araştırır. Onun inceleme konusu
yaptığı ‘yad’ ilkel, yabancı, barbar olarak nitelendirilir. Şu halde tarih ve
antropoloji zaman ve mekânda bize yabancı olan insanı inceler, böylelikle
birbirini tamamlarlar. Tarihçi ondan zamanla uzaklaşmış toplumlarla ilgilenir,
ardsüremli çalışmalar yapar, antropolog ise mekân olarak uzaklaşmış
topluluklarla ilgilenir, eşsüremli çalışmalar yapar. (2004:16).
Tarih dikey, antropoloji yatay konumlanır.
Bu nedenle “tarih disiplininin kullandığı gereçlerin antropolojinin
gereçleriyle işbirliği yapması mümkündür” (2000: 16). Divitçioğlu Kök
Türkler’in Orta Asya’daki dünyalarını keşfedebilmek için Paul Feyeraband’dan
ödünç aldığı bir terimle düş dünyası “ kurmuştu. Ancak buradaki düş sözcüğü
bizleri yanıltmamalı. Onun inşa ettiği bu dünya ‘Kök Türk toplumunun ussal
alanda anlaşılmasına yardım etmeyi’ amaçlıyordu. (2000:17). Şu da var: O böyle
bir dünya kurmaya çalışırken George Dumezil’in üç işlev modelinden
ideolojisinden de hayli yararlanmıştır
1925’de Türkiye Cumhuriyeti’nin çağrısı
üzerine İstanbul’a gelen, 1931’e değin Darülfünun’da dersler veren dinler
tarihçisi, filolog, etnolog, antropolog, mit derleyici, karşılaştırmalı
mitoloji uzmanı George Dumezil’in ilgi alanı hayli genişti. Karşılaştırmalı
mitoloji incelemelerinin artık rağbet görmediği bir dönemde bu alandaki
incelemelerini ısrarla sürdürdü; ısrarında James George Frazer’ın çalışmalarına
duyduğu hayranlık etkili oldu. Bugün özellikle Hint-Avrupa uygarlığı üzerine
yaptığı, uzun yıllara yayılan çalışmalarıyla anılıyor. Üçlü işlev kuramı bu
toplumlar üzerine gerçekleştirdiği incelemelerden doğdu.
Hint-Avrupa toplumlarını uzun yıllar
inceleyen Dumezil bu toplumlarda üçlü bir ayrışma tespit etti. Üçlü işlev
kuramını oluşturmadaki asıl amacı söz konusu toplumlarda egemenliğin nasıl bir
yer tuttuğunu göstermekti. Fransız dinler tarihçisinin üçlü işlev modeli
uyarınca Hint-Avrupa toplumları şu şekilde ayrışıyordu:1-Rahipler. Bu sınıfın
iki ayrı, fakat birbirini tamamlayan iki yönü vardı. Kutsallık ve hukuk. İlahi
olana doğrudan erişebiliyor, kutsal yasayı ilan ederek toplumu yönetiyorlardı.
Ayrıca Tanrı’nın lütfuna sığına iki insan arasındaki meseleleri
halledebiliyorlardı. Ancak bazı Hint-Avrupa toplumlarında din adamları ve
savaşçı kast birlikte yönetiyorlardı. Rahiplerin ve savaşçıların yönetici
sınıfın iki parçası oldukları görülüyordu.2- Savaşçılar, askeri kast: Savunma
ve saldırma işlevini yerine getiriyor, baskınlar düzenliyorlardı. Hem toprak
kazanıyor, hem kazanılmış toprakları savunuyorlardı. Prestij, onur ve şeref
sahibi bir kasttı; zira söz konusu toplumlarda savaşmak onur verici bir eylem sayılıyordu.
Gücünü büyük ölçüde bu değerlerden alıyordu. Daha doğrusu bunlar da onun
silahları arasındaydı; 3- Üreticiler: Çobanlar, çiftçiler zanaatkârlar ve
tüccarlardan oluşuyordu. Toplumun varlığını sürdürebilmesi için bereketi ve
refahı sağlıyorlardı.
Dumezil üçlü işlev modelini 1960’ların
sonlarına doğru ana hatlarıyla tamamlamıştı; yaşamının son yirmi yılında bazı
ilaveler yaptı, genelde eleştirilere cevaplar verdi. Divitçioğlu’na göre
Dumezil tarihteki tikel olguları sınayarak bunlarda genel hipotez türetmiş
istisnai bir tarihçidir. Dahası onun çığır açan üç işlevi hipotez olmanın
ötesinde bir teori niteliği taşımaktadır. Üstelik, Fransız filolog ve dinler
tarihçisi o böylesine büyük bir iş başarmış olmasına rağmen alçakgönüllü
davranmış, bir teori kurduğunu kabul etmemiştir. (2000:34)
Divitçioğlu, Dumezil’in Hint-Avrupa
topluluklarının tarihleri, toplumsal yapıları, inanışları destanları açısından
ayırt edici bir özellik olduğunu ileri sürdüğü üçlü işlev modelini yeni
kavramlaştırmayla Orta Asya Türk toplumlarına uygulamaya çalıştı; başta Oğuz
Kağan Destanı olmak üzere destanlardaki, yazıtlardaki Türklerin İslamlık öncesi
yaşayışları, inanışları, kolektif bilinçleri hakkında verilen bilgileri de
dikkate alarak üçlü işlevin bozkır medeniyeti içinde yer alan Türk toplumları
açısından da geçerli olabileceğini ileri sürdü. Dumezil’in birinci işlevi
olarak belirlediği kutsallığı kut, savaşkanlığı küt, üretkenliği ise ülüğ
olarak kavramlaştırdı.
Divitçioğlu üçlü işlev modeline Osmanlı
Devleti’nin kuruluş sürecinde de rastlandığı düşüncesindedir. Buna göre Osmanlı
Beyliği’nde fetihler ve akınlar gerçekleştiren “imanlı savaşçılar” olan gaziler
savaşçı sınıfı; zanaatla uğraşan ahi örgütleri, onların yanısıra ticaretle
uğraşanlar üreticileri oluşturuyorlardı. Divitçioğlu kuruluş sürecinde bu iki
işlevin öne çıktığını ileri sürer. Gazilerin fetihleri ve esnaf birliklerinin
faaliyetleri göçer topluluktan devletli topluma evrilmeyi sağlamıştır. (2022:
79).
Divitçioğlu’na göre Osman Bey’in dönemin
en sağlam kalesi içinde geniş bir alana kurulu Karacahisar’ı fethinden sonra
aldığı üç karar de üçlü işlev teorisinin Osmanlı’nın devletleşme aşaması için
geçerli olduğunu doğrulamaktadır. Nedir bu üç karar? 1- Dursun Fakıh’ın yeni
alınan şehre kadı ve imam olarak atanması; böylelikle Osmanlı Devleti’nin ilk
imam-hatibi ve kadısı unvanını elde etmesi, Osman Bey adına ilk hutbeyi
okuması. Burada ilk kez Osman Bey adına hutbe okunması Osmanlı Beyliği’nin
bağımsızlığını ilanı bakımından önemli bir adımdır. 2- Osman Bey’in kardeşi
Gündüz Alp’e subaşılık görevini vermesi, fethedilen şehrin muhafız
kuvvetlerinin komutanı olarak ataması. Bu şehrin ele geçirilmesinin resmi hale
getirilmesi açısından da önemliydi. 3-Karacahisar’da bir Pazar kurdurması.
Ekonomik işlevin gerçekleşmesini sağlayacak girişim.
Sözü edilen üç karar devlet statüsüne
geçişte kararlılıkla atılmış adımlardı. Bu kararlar aynı zamanda, Osman Bey’in
üçlü işlev sağduyusuna göre hareket ettiğine kanıttır. Kutsallık, savaşçılık ve
iktisat işlevlerini gözetmiş, bu işlevlere ilgisini belirterek iyeliklerinin
kendisinde bulunduğuna değğin sezgilerini bilinçsiz olarak dile getirmiştir.
(2022:115).
Osman Bey’in yerine geçen Orhan Bey’le
birlikte devletin yapılanması hızlanmıştı. Onun divan kurdurması yapılanmada
çok ciddi gelişmelerden biridir. Yaptığı bir başka yenilik daha vardır: Kardeşi
Alaeddin Paşa’nın önerisi üzerine divana katılanların giydikleri börkün
renginin kırmızdan beyaza değişmesi.
Renkler güçlü duygusal çağrışımlar
yaratır, farklı kültürlerde değişik anlamlar taşırlar. Bu özelliklerinden
dolayı da sembol olarak kullanılırlar. Renklerin simgesel anlamlara sahip
olmaları hem çok eski hem modern toplumlumlar açısından söz konusu. Dumezil üç
işlev teorisini geliştirirken renklerin sembolik anlamları üzerine de
çalışmalar yapmış, her işlevi simgeleyen renk kodlamasının mevcudiyetini tespit
etmişti. Bir başka ifadeyle renkler toplumsal ayrışma ve katmanlaşma açısından
anlam taşıyorlardı
Buna göre birinci işlev egemenlik ve
kutsallık beyaz, savaşçılık kırmızı renk ile temsil ediliyordu. Kırmızının
dökülen kanın rengi olması nedeniyle savaşkanlığı ve savaşçıyı temsil etmesi
çok olağan. Güçlü duyguların ifadesi olan kırmızı savaşçının ruh halini
yansıtır. Üçüncü işlevi, sağlık ve zenginliği mavi renk temsil ediyordu. Orhan
Bey’in birinci işlevi yerine getiren yöneticilerin ak bört giymelerine karar
vermesi Dumezil’in tespit ettiği renk kodlarıyla örtüşüyordu.
Kaynaklar:
Divitçioğlu, S. (2000), Kök Türkler, YKY
Divitçioğlu, S. (2004) Ortaçağ Türk
Toplumları Hakkında, YKY
Divitçioğlu, S. (2022), Osmanlı Beyliğinin
Kuruluşu, Alfa
İnalcık, H. (2016), Türklük, Müslümanlık
ve Osmanlı Mirası, Kırmızı Yayınları
Ufuk, Ö. (1999), ‘Osmanlı Devleti’nin
Doğuşuna Bir Yaklaşım’, İstanbul Üniversitesi Dergisi, Cilt.3, Sayı 5
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.