Lenin’in meşhur çalışması ve Wilson’ın yine meşhur prensipleri sebebiyle daha ziyade milletlerle ilgili bir düstur olarak bellenmiş olsa da kendi kaderini tayin hakkı aslında modern toplumlarla, modernlikle ilgili. Rönesans’tan Fransız Devrimi’ne uzanan büyük bir maddi ve entelektüel sürecin sonucunda, toplumlar önce Avrupa’da sonra da hemen her yerde modernleşirken akıbetlerine yön verme “hakkını” da tanrının yeryüzündeki gölgesi olma iddiasındaki hükümdarlarından üzerlerine aldılar. Bu da şu demek: Kendi kaderini tayin hakkı milletlerden çok önce modern toplumların, cumhuriyetlerin düsturu olmuştu. Kendi kaderini tayin hakkını milletlerle ilgili bir düstur kılan modern tarihin “evrensel bir kazası” olarak cumhurun millete dönüşmesi oldu. Hülasa, kendi kaderini tayin etmek, milletlerin devletlere ya da başka milletlere karşı kullandığı bir hak olmazdan evvel, modern toplumların meşruiyetlerini cumhurdan almayan hükümdarlarından kurtulmak ve geleceklerine kendilerince karar verebilmek için icat ettikleri bir hak olarak ortaya çıkmıştı.
Kurmaylarıyla beraber Ekrem İmamoğlu’nun
tutuklanmasını ve ardından yaşananları da bu çerçevede okumak gerekiyor. Geride
kalan iki hafta içerisinde olan biten toplumun kendi kaderini tayin etme
hakkını gasp etmeye yönelik bir hamle ve bu hamleye karşı söz konusu hakkı
koruma girişiminden başka bir şey değildi. İktidarın ve yargının geride kalan
on senede yaptığı onlarca benzeri hamleyi sessizce izleyen toplumun
İmamoğlu’yla kurmaylarının tutuklanmasına karşı kendiliğinden, yaygın ve
sürekli bir tepki vermesini, kendi kaderini tayin hakkının elinden alınmak
istenmesine karşı çıkmanın mükemmel bir örneği olarak görmek lazım.
İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı yoluyla görünenden başka bir gelecek
kurabileceğine kani olan toplum, bu ihtimalin yargı yoluyla iptal edilmek
istenmesine sertçe karşı çıktı. Olan biten bu.
MÜHENDİSLİK VE TOPLUM
19 Mart’tan önce siyasi tablo aşağı yukarı
şöyleydi: 31 Mart seçimlerinde CHP AK Parti’ye fark atarak birinci parti olmuş,
Erdoğan’a verilen destek yüzde 35’in altını görmeye başlamış, “hangi partiye oy
vermezsiniz” sorusuna verilen cevaplarda AK Parti birinciliğe yerleşmiş,
ekonomi toparlanabilir olmaktan çıkmış, buna mukabil İmamoğlu CHP’nin 1,5
milyon üyesinden meşruiyet alarak aday olma yoluna girmişti. Bu tablo
karşısında Erdoğan ve kurmayları belli ki şöyle hissetmiş: 2018’de Akşener,
2023’te Kılıçdaroğlu aday olmasa kaybedebilirdik, 2028’de kaybetmemiz mukadder.
Erdoğan ve kurmayları “İmamoğlu’yla
yarışırsak kaybederiz” değerlendirmesinden şu iki sonuçtan birini
çıkarabilirdi: “Kaybedersek, kaybedelim, demokrasilerde kaybetmek de var,
kazanmak da” ya da “çok çalışalım da kaybetmeyelim”. Diğer deyişle, Erdoğan ve
kurmayları 2028 seçimlerinde gelmekte olana demokratik olgunlukla, bir tür
tevekkülle hazırlanabilirlerdi ya da gelmekte olanı değiştirmek üzere
silkinmeyi deneyebilirlerdi.
19 Mart hamlesi üçüncü bir yolun tercih
edildiğini gösteriyor: Yargı eliyle siyasi mühendislik. “İmamoğlu’na karşı
yarışırsak kaybederiz” değerlendirmesinden “o halde İmamoğlu’nu yarıştan
alıkoyalım” sonucu çıkarılmış belli ki. Erdoğan ve kurmayları, bugünden bakınca
yanlış olduğu anlaşılan bir okumanın verdiği özgüvenle, ne silkinmeye ne
demokratik olgunluk göstermeye ihtiyaç duydukları bir konfora, bir tür
rahatlığa erişmişler gibi. 2015’ten beri yapabildikleri, Erdoğan ve
kurmaylarına belli ki şöyle hissettirmiş: Silkinmeye de demokratik olgunluğa da
gerek yok çünkü “yapabiliyoruz”. Silkinmekten, demokratik olgunluk
göstermektense alırız İmamoğlu’yla kurmaylarını, alıkoyarız yarıştan
İmamoğlu’nu, atarız İBB’yle CHP’ye kayyumu, itiraz eden bir iki sivri olursa,
alırız onları da içeri, olur biter.
Ne var ki, gelen kuvvetli itiraz toplumun
19 Mart hamlesini iktidarın 2015’ten beri yaptıklarının bir benzeri olarak
görmediğini, İmamoğlu’nun tutuklanmasını kaderini tayin etme hakkının, geleceği
farklı kılma ümidinin gasp edilmesi olarak gördüğünü gösterdi. Hem de
beklenmeyen bir öfke ve kararlılıkla. Nitekim bu öfke ve kararlılık sebebiyle
olsa gerek başka zaman olsa polisle siyasiler ve aktivistlerin bir iki
itişmesiyle sönüp gidecek tepkiler sertleşerek genelleşti. Yine bu öfke ve
kararlılık sebebiyle olsa gerek İBB’ye ve CHP’ye kayyım atamak yargı eliyle
siyasi mühendislik paketinden çıkarıldı, en azından şimdilik.
BAŞA DÖNÜŞ
19 Mart yargı eliyle siyasi mühendislik
hamlesi sonrasında vaziyet şu: Erdoğan ve kurmayları başa dönmüş durumda. Durum
18 Mart’taki tabloyla neredeyse aynı. Hem de “yarışırsak kaybetmemiz mukadder”
diye görülen İmamoğlu, en azından bugün itibarıyla ve formel olarak, oyundan
düşürülmüş görünmesine rağmen.
Bugün itibarıyla tablo şu: CHP farkla AK
Parti’nin önünde, Erdoğan’a verilen destek halen yüzde 35’in altında, “hangi
partiye oy vermezsiniz” sorusuna verilen cevaplarda AK Parti birinciliğini
koruyor, ekonomi toparlanabilir olmaktan daha da çıkmış, buna mukabil İmamoğlu
CHP’nin 1,5 milyon üyesine ilaveten 15 milyon seçmenden daha meşruiyet almış
durumda ve kendisi kullanamazsa bu meşruiyetini ‘emanetçisine’ aktarabilir.
Diğer deyişle, bugün seçim olsa Erdoğan’ın İmamoğlu’na ya da ‘emanetçisine’
karşı kaybetmesi mukadder görünüyor.
Onca gürültünün sonrasında başa, ilk kareye
dönmüş görünen Erdoğan’ın önünde şimdi yine kabaca üç yol var: Demokratik
olgunluk göstermek, çok çalışmak ve siyasi mühendisliğe devam etmek. Başa, ilk
kareye dönmüş olmanın getirdiği yorgunlukla pes etmeyi, kaderine razı olup,
demokratik olgunluk göstermeyi seçebilir Erdoğan. “Yerime başkası yarışsın” ya
da “yenmek de var yenilmek de” deyip İmamoğlu’na ya da emanetçisine karşı
yarışmayı deneyebilir. Ya da mühendislikle olmuyor, siyasetle deneyelim deyip,
siyaset yapmaya, seçmen tabanını genişletmeye çalışabilir Erdoğan.
Ancak hem siyaseten yapılabilir işlerin pek
kalmadığını hem de demokratik olgunluk göstermeye çok yatkın olmadığını hesaba
katarsak, Erdoğan muhtemelen 19 Mart’ı tekrar etmek, siyasi mühendislikle devam
etmek isteyecektir. Ne var ki, önemlice bir sorun var: Siyasi tablo 19 Mart
öncesiyle aynı görünmekle beraber siyasi iklim aynı değil. Bu kez şöyle bir
durum var: Siyasi mühendislik teşebbüslerinin toplum duvarına çarpma ihtimali
artık çok daha yüksek. Bu da, geri basılmayacaksa eğer, aday engelleme ya da aday
sakatlamanın da ötesine geçen mühendislik adımları atmanın önünü açabilir.
Ümit edelim Erdoğan ve kurmayları
önlerindeki ilk iki seçenekten birini kullansın. Ümit edelim Türkiye’de sivil
iktidarların daha önce denemediği seçimleri geciktirme ya da yapmama türünden
adımlar atılmaya kalkışılmasın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.