Allah Resûlü’nün vefatının ardından Medine’de siyasi bir kırılma yaşandı. Muhacirler, Ensar’a baskın çıkararak Hz. Ebubekir’i halife seçtiler. O toplantıda bulunmayan Hz. Ali’ye danışılmamış, bu durum onun hoşnutsuzluğuna neden olmuştu. Hz. Fâtıma, babasından miras olarak Fedek arazisini istedi ama halife bu talebi reddetti. Bu olay, Fâtıma’nın kırılmasına ve ardından Hz. Ali’nin gönülsüz bir şekilde biat etmesine sebep oldu. İçine sindiremediği bu durum, Abbas ve Ebu Süfyan tarafından sürekli kaşındı.
Nebi (a.s.)’nin vefatı sonrası bazı
kabileler devlete vergi ödemeyi reddetti. Halife Ebu Bekir bu itaatsizliklerle
mücadele etti, ardından yerine Hz. Ömer’i önerdi. Hz. Ömer döneminde adil bir
yönetim ve büyük fetihler yaşandı. Mısır ve İran gibi gelecekte sorunlara neden
olacak bölgeler bu dönemde ele geçirildi. Hz. Ömer’in şehit edilmesiyle
halifelik Hz. Osman’a geçti ancak bu geçiş sancılı oldu.
Son darece hayırsever, yumuşak huylu olan
Hz. Osman, yaşlılık döneminde Emevi ailesinden birçok kişiyi önemli görevlere
getirdi. Adaletsizlik, hırsızlık, vurgun ve yolsuzluklar ayyuka çıktı. Ebû Zer
Gıffârî aşağılandı, çölde açlığa terk edildi. Kur'an’ın dostu olan İbn Mesud
kırbaçlanarak dışlandı. Hz Ali'nin ve Aişe annemizin tavsiyelerine rağmen
görevi bırakmadı. Nihayetinde Mısır’dan masum istekle gelenler, mervanın
tahriki ile isyan edip Hz. Osman’ı şehit ettiğinde Medinede kimse yardıma bile
gelmedi. Ordusu ile Medine yakınlarında olan Muaviye durumu bildiği halde
sonucu lehine çevirmek için kalkışkaya müdahale etmedi, suçu Hz. Ali’ye yükledi
ve isyan etti.
Hz. Ali’nin hilafeti, iç karışıklıklar ve
savaşlarla geçti.
Hz. Aişe ile Cemel Vakası’nda on bin
sahabe öldü. Muaviye ile yapılan Sıffîn Savaşı’nda ise yetmiş bin sahabe
hayatını kaybetti. Görevi başında şehit edilen Hz. Ali’den sonra oğlu Hasan’ın
ölümü hâlâ tartışmalıdır.
Düzenbazlıkla Hz Ali'yi olmadık iftidalar
atarak devleti ele geçirip kendine ve ailesine mülk edinen, İslam emirliğini
saltanata dönüştüren Muaviye, Cuma hutbelerinde ehlibeyt mensuplarına lanet
okutma emri verdi. Bu gelenek 80 yıl sürdü. Emevilerin yaptıkları bunlarla
bitmedi!
Adaleti yok etti, şirki getirdi. Şefaati,
ona bağlı liyekatsızlığı ve kader inancını dine boca etti. Devletin malı
yöneticilere helal vatandaşlara haram sayıldı! Hilei şeriye ile (biriktirdiği
malının zekat miktarından düşürmek için karşılıklı hanım ve çocuklara
paylaştırma ya da bağışlama yöntemi ile) "zekkattan kurtulma"
hileleri uyduruldu. Köleliği yeniden canlandırıp savaşmadan zayıf toplumlardan
köle gasp edip köle ticaretini canlı hale getirildi! Kadın hakları yok edildi!
Dinde asıl olan salih amel olarak
adlandırılan hayır hasanat ve sadakanın, maddi imkanlarla verme yöntemini,
"şu duayı, şu salavatı şu kadar okursanız şu kadar mal vermiş gibi sevap
alırsınız" tarzında rivayet uydurarak sadakanın, zikrin, tesbihin fiilen
yapılma kanalını 99'luk boncukla tıkadılar!.
İslamın aslı olan toplumsal ilkelerini ya
körelttiler ya da yok ederek ve sadece belirli ritüelleri öne cıkartarak
toplumun onlarla oyalanmasını sağladılar! Malesef bugün bile halen dindarlığın
göstergesi söz konusu ritüellerdir!
Sonraki toplumlar, Abbasi, Selçuklu ve
Osmanlılar İslam'a karşı iyi niyetli olsalar bile, Emevi saltanatının bu
uygulamalarını yönetimlerinin işlerine geldiği için şeriat diye benimsediler!
(Bilge insan Ali Akın).
Muaviye, valilere yaptığı baskı ve tehdit
ile oğlu Yezid'in veliaht kalmasına razı etti. Zulüm Yezitle katmerleşerek
devam etti.
Hz. Hüseyin ve yetmiş yakın akrabası
Kerbelâ’da şehit edildi!. Ardından Mekke ve Medine’ye Bizans askerleriyle
baskın düzenledi. Kâbe mancınıkla yıkıldı. Harre Vakası’nda Medinede üç gün
boyunca kadınların ırzına geçildi, binin üzerinde gayri meşru çocuk doğdu.
Sürecin devamında,
Ehlibeyt imamlarından yedisi zehirlenerek,
üçü katledilerek öldürüldü.
Emevi yönetimlerinin zulmüne, din üzerinde
oynanan oyunlara itiraz eden Ebu Hanife işkenceyle zindanlarda şehit edildi.
Görüldüğü gibi bu olaylar ne sıradandı, ne
de bu olayların sorumluları sıradan kişiler!!
Peki, o süreçte adına “İslam âlimi”
denilen ulema ne yapıyordu?
Bir kısmı korku ile köşesine çekilmiş, bir
kısmı gözden ırak ilimle uğraşırken Emevî sarayına yerleşmiş olanlar ise,
Nebimiz adına “Allah’ın Resulü şöyle dedi: ‘Allah, vahyini üç kişiye emanet
etti: Ben, Cebrail ve Muaviye..” gibi hadislerle muaviyeyi yüceltirken, bir
yandan da İslamın en zor dönemlerinde taşın altına elini koymuş muhacir ve
ensarın tamamından çok hadis rivayet ediyordu! Kendisini yalancılıkla suçlayan
Hz Aişe annemize de söz yetiştiriyordu!!
Daha sonraki saray ulemaları
Nebi (as)’dan sonra yaşanan bütün
olumsuzlukları, sanki Allah Resulü vefat etmeden önce haber vermişde, söz
konusu olaylar tezahür ediyormuş ya da etmiş gibi, geriye dönük uydurdukları
hadislerle olayların müsebbiplerini aklamakla meşgul olmuşlar!.
Bu rivayetler sadece geçmişi
masumlaştırmamış insanların özgür iradesi ile yapıp ettikleri kişiden
değilmişte ezelden Allah tarafından takdir edildiği için gerçekleşmiş anlamında
kullandıkları "KADER" in üstüne atarak, "tüm kötülükleri Allaha
fatura etme" yöntemiyle Muaviye ve yolunda gidenlerin aklanması sağlanmış,
imanın esaslarına "kader" inancı ilave edilerek itikat'a bile
müdahale etmişlerdir.
Kısacası, iktidarlar sahipleri ve
yandaşları geçmişte yapılan ve yaptıkları zulmün, adaletsizliklerin kimini
fetva ile onaylarken, kimini ictihat adı altında meşrulaştırmıştır. Ümmetin
asla kabul etmeyeceği uygulamaları bile “ictihat hatası” sayıp yapanlara sevap
dağıttıkları ehli sünnet kaynaklarımızda yer almamaktadır.
Kitabımız, Allah Resulüne mucize olarak
sadece Kur'an'ın verildiğini söylerken, rivayetlerle Allah Resulüne üç binden
fazla mucize üretmişlerdir! (Bu üretilen mucizeleri Said Nursi'nin kitaplarında
görmek mümkündür).
Bunları neden anlatıyorum? Çünkü, her
siyasi kargaşada ümmet sadece siyasi ve sosyal olarak bölünmedi; inançta,
itikatta da derin kopuşlar yaşandı. İndirilen din, asli kaynağından
uzaklaştırılarak, ona paralel yapay kaynaklar üretildi.
Herşeyi doğru bildi zannı ile göklere
çıkardığımız, bir kısmı güce boyun eğmiş ya da saraydan bol bahşiş karşılığı
fetvalar vermiş, 1300 yıldır yaşadığımız dinin şekillenmesinde etkili olmuş
ulema, müctehitler, Allah dostu ünvanı verilenler, hâlâ birçok İslam toplumunca
kutsanmakta, neredeyse ilahlaştırılmaktadır.
Sünnilik ve şiilik, bunların alt
basamağında yer alan mezhebi görüşler; yukarda anlatılan çekişmeler/savaşlar
sürecinde üretilen rivayetler, Kuran'ın mesajlarından bağımsız, kimi zaman
bağlamından koparılan ayetler konuşturularak şekillenmiştir.
İslam insanlara evrensel değerler
üzerinden yönetim önerisi yapar!. Akla, vicdana, ahlaka, adalete, emanet
liyekata, maslahat bilgiye danışma çercevesinde toplumsal temel ilkeleri verir.
Bugün "Şeriat" özlemi duyan, "şeriat isteriz" diyenlerin,
şeriat algıları İslamın emriymiş gibi zannedilse de, geçmiş yönetimlerin
coğunlukla dine uyması değil, kendi şartlarında "dini kendilerine
uydurma"da kullandıkları yöntem ve uygulamalardan başka bir şey değildir.
Yani, Allahın sözünü ettiği şeriat ile
algımıza kazınan maalesef bir birinden farklıdır.
Tahkik edilmeden taklitle "bizden
öncekiler her şeyi doğru biliyor" algısının bizi getirdiği nokta malesef
bu!
Selametle kalın dostlar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.