“Tuhaf
zamanlarda yaşayasınız” diye zamanında hangi Çinlinin bedduasını aldıysak, sonu
gelmeyeceğini düşündüğümüz tuhaflıklar içinde debelenip duruyoruz. Türkiye’ye
özgü tuhaflıkların yakın zamanda son bulacağını ileri sürenler arasında ise
neredeyse yakın tarihimizin her siyasi döneminde tartışmalı olmuş bir isim var;
akademisyen kökenli yazar Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne.
Türköne’nin son dönemdeki analiz ve
iddialarının her zamandan daha fazla dikkat çeker hale gelmesinin başlıca
sebebi ise Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin
metinlerinden yola çıkarak yazdıkları. Malum, çoğumuz Sayın Bahçeli’nin aynı
anda pek çok şey söylediği uzun ve türlü metafor barındıran metinlerinin
aslında ne anlama geldiğini çözümlemekte kifayetsiz kalabiliyoruz. Sonra
bakıyoruz Mümtaz’er Türköne tek cümleyle özetliyor Bahçeli’nin meramını. Mesela
Bahçeli’nin 14 Nisan tarihli İmamoğlu mesajı için herkes “Yargı süreci
uzamasın, sahici deliller dosyaya ivedilikle eklensin diyor” yorumu yaparken,
Türköne çıktı ve yekten “Serbest bırakılsın diyor” yazdı.
17 Nisan tarihinde yayınlanan ‘Bir yıl
sonra…’ başlıklı yazısında ise bir gelecek senaryosu üzerinden siyaseten
öngördüklerini kaleme aldı. Türköne’nin senaryosuna göre Kasım 2025’te erken
seçim yapılmış, CHP’li bir cumhurbaşkanı seçilmiş, AKP ana muhalefete düşmüş ve
parlamenter sisteme dönüş için müzakereler başlamıştı.
Kuşkusuz Türköne’nin anlattığı bu
senaryonun mümkün olabilmesi için iktidar cenahının iki kudretli isminden
birinin erken seçim kararı alması gerekiyor. CHP Genel Başkanı zaten erken
seçimin bu yıl yapılması için bastırmaya başladı. Hâl böyle olunca son günlerde
herkesin aklına “Acaba Bahçeli daha önce de yaptığı gibi yine erken seçim
çağrısı yapar mı?” sorusu düştü. Bu soruyu “Evet yapabilir” diye yanıtlayan
Türköne’nin Bahçeli ile hukukunu hatırlatmaz isem bu söyleşinin neden
yapıldığını tam izah edememiş olabilirim.
Mülkiyeli olan Mümtaz’er Türköne
ülkücülükle çok genç yaşta tanışıyor ve kendi deyimiyle bir ‘ülkücü militan’
oluyor. Bahçelievler katliamının emrini veren Abdullah Çatlı Ülkü Ocakları’nda
İkinci Başkan, Muhsin Yazıcıoğlu da başkanken Mümtaz’er Türköne Yönetim Kurulu
üyesiydi. İleri sarıp 1990’lara geliyoruz Türköne dönemin Başbakanı Tansu
Çiller’e gayriresmi danışmanlık yapıyor ve o dönemde Çiller, Susurluk
skandalında Çatlı’nın rolü için “Devlet için kurşun atan da kurşun yiyen de
bizim için şereflidir!” diyor. Yine ileri sarıyoruz 2000’lerde Türköne’nin AKP
ile flörtü başlıyor, hatta 2011’de İstanbul’dan milletvekili adayı oluyor. O
sıralarda Zaman gazetesi yazarı. Sonra yine devran dönüyor ve 2016’da Türköne
diğer bir grup eski Zaman yazarıyla birlikte tutuklanıyor ve ‘silahlı terör
örgütüne üye olma’ suçundan 10 yıl 6 ay hapis cezasına mahkûm ediliyor. Yine
ileri sarıyor ve geliyoruz 2020’ye, Devlet Bahçeli bir gün “Dileğim bir
haksızlık varsa bunun acilen düzeltilmesidir… Pek çok sorunlu kişinin masum gösterilmeye
çalışıldığı bir yerde şehit ağabeyi Mümtaz’er Türköne’nin davası tekraren ve
titizlikle değerlendirilmelidir” diye tweet atıyor. Sadece üç ay sonra Türköne
serbest kalıyor.
Ve Mümtaz’er Türköne bugün Bahçeli’nin
iktidar ortağı Erdoğan’a verdiği mesajların anlaşılması için adeta bir dekoder
vazifesi görüyor. “Bahçeli’yi iyi tanıdığım ve camianın düşünce kodlarını
bildiğim için anlıyorum, yoksa istihbari bir bilgim yok” dese de belli ki
bugüne kadar MHP’den bir uyarı almamış ki el arttırarak devam ediyor. Bakalım
işin soru nereye varacak!
Mümtaz’er Türköne ve Cansu Çamlıbel
“Çözüm süreci, Türklerle Kürtlerin tek
millet olduğu yeni bir ulus devlet inşasıdır”
- Türkiye çok stresli bir aydan
çıktı. 19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarına yapılan baskın ve
sonrasında yaşananların ardından siyasetin ana aktörlerinin pozisyonlarına
ilişkin statüko sarsılmasa da sallandı diyebiliriz heralde. 19 Mart ile
Saraçhane protestoları arasındaki o kritik günlerde Devlet Bahçeli henüz hasta
yatağından kalkmamış ve tek kare görüntü vermemişti. O beklediğimiz fotoğraf
ancak 4 Nisan’da geldi. Ancak Bahçeli gerekirse denklem değiştirebileceğine
ilişkin ipuçlarını aslında nispeten yeni vermeye başladı. Dikkat çeken ilk
açıklaması 14 Nisan’da X’te yayınlanan mesajında geldi. “Ekrem İmamoğlu’yla
ilgili mahkeme süreçlerinin ivedilikle görüşülüp karara bağlanması
gerekmektedir” dedi. İkinci ve çok daha sert ifadeler kullandığı açıklama ise
17 Nisan’da yine X üzerinden geldi. “CHP'ye kayyum hem doğru değil hem de
mümkün değildir” ifadesini kullandı. Bu mesajları iktidar ortağına, yani
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a veriyor heralde değil mi?
Devlet Bahçeli için bugün işin ana damarı
çözüm süreci. Bahçeli çözüm sürecinde ısrarlı, tavizsiz bir şekilde ısrar
ediyor ve bu süreci aksatacak her şeye karşı tavır alıyor. Buradan yola
çıkarsak diğer detayların bu tablonun içinde nereye yerleşeceği belli. Bahçeli
şu anda Türklerle Kürtlerin tek millet olduğu bir projeyi yürütüyor. Bakın bunu
ilk defa ifade ediyorum ama inandığım bir şey. Çözüm süreci dediğimiz şey
Türklerin ve Kürtlerin tek millet olduğu bir projedir.
- Tek millet mi?
Evet. Bir ulus devletin tek ulusunun
olduğu bir projeyi yürütüyor. Yani aslında 100 yıllık ulus devleti biz yeniden
inşa ediyoruz bugün. Kürtlerin Kürt olarak var olabilecekleri, Türklerin de
Kürtlerin Kürt olarak var olduklarını kabul ettikleri bir ulus devlet.
“Bu yeni cumhuriyet projesinin belirleyici
unsuru hukuka ve insan haklarına saygı”
- Bu yeni ulus devlette adlar ne
şekilde ifade edilecek? Türkiyelilik tanımı üzerinden mi gidiliyor sizce?
Adlarla alakalı kısmı o kadar önemli
değil. Onunla ilgili uzun bir tartışma yürütebiliriz ama önemli olan şurası;
yeni bir cumhuriyet kuruluyor. Proje o kadar iddialı. Ve bu yeni önemli
cumhuriyet açısından belirleyici olan devletin hukuka ne kadar bağlı olduğu
olacak.
- Siz adlarla, kimliklerin yasal
metinlerde ifade edilme şekliyle ilgili tartışmanın şu aşamada önemli
olmadığını söylüyorsunuz ama şüpheci Türkler de şüpheci Kürtler de ilk buraya
bakmayacaklar mı?
Onu da konuşuruz. Ama şu an bu yeni
cumhuriyetin temel insan haklarına ne kadar saygılı olacağı daha önemli.
Kürtler etnik olarak değil ama sayısal olarak az oldukları için tek başına
iktidara gelme şansları yok. Ancak bu koalisyonun ortağı olabilirler. Ve bu
şartlar altında, Kürtlerin büyük çoğunluk karşısında yegâne güvenceleri,
anayasaya, hukuka ve temel insan haklarına saygılı bir devlettir. İşte bunun
inşa edilmesi lazım. Yani hukuk temelli bir ortaklığın Türklerle ve Kürtlerle
kuvvetlendirildiği, adeta yeni bir ulus tanımı gibi mezcedildiği bir süreç bu.
İki kimliğin tam anlamıyla imtizaç edildiği bir ulus tanımı ve buna dayalı bir
cumhuriyet inşası sürecinden geçiyoruz şu anda. Ve Bahçeli bu konuda tavizsiz.
“Bahçeli mimarı ama bu onun tek başına
kotardığı bir proje değil, bir inisiyatif devrede, aynı amaca hizmet eden bir
de Öcalan faktörü var”
- Bahçeli’nin bu projede başrolde
olduğu zaten muhakkak da asıl kimin projesi bu?
Bunun mimarı olarak öne çıkan isim Bahçeli
ama şüphesiz bu, Bahçeli'nin tek başına kotardığı bir proje değil. Türkiye'nin
bölgenin içinde bulunduğu nesnel şartlardan bu sonucu çıkartmış olan bir akıl
devrede, bir inisiyatif devrede. Ve Bahçeli de buna bütün varlığıyla destek
veriyor. Bu projenin karşı tarafında da aynı amaca hizmet eden bir Abdullah
Öcalan faktörü var. Yani proje tek taraflı bir proje değil. Öcalan'ın 27
tarihli açıklaması da bunu teyit ediyor. Türkiye, bütün dünyadaki modern ulus
devletlerde olduğu gibi, tam anlamıyla anayasaya bağlı, kuvvetler ayrılığı
prensibinin uygulandığı, yargının bağımsız olduğu, temel insan haklarının
garanti altında olduğu, hukuk temelli bir iş birliğinin, uzlaşmanın ve
ortaklaşmanın gerçekleştiği bir devlet düzenine geçiyor. Bu aynı zamanda Orta
Doğu'da yakalanmış tarihi bir fırsat. Suriye'deki gelişmelerle olacağı söylenen
şey de buydu.
“2002 ile bugün arasındaki temel fark Orta
Doğu’daki gelişmeler”
- Adalet ve Kalkınma Partisi’nin
iktidara geldiği 2002 yılını da bu söylediğiniz tarzda bir devlete
geçişin miladı olarak görenler vardı. Hatta uzun süre bunun propagandası
yapıldı. Şimdi yine böyle büyük laflarla iddialı bir proje konuşuluyor ise
yaşanmışlıkları hatırlatmak istedim. Hani bu tür büyük projeler yolda devrilip
ters gidebiliyor ya….
O gün ile bugün arasındaki farkları
anlatmak için birçok şeyi tek tek sıralayabilirim ama en önemlisi bölgemizdeki
gelişmeler. Orta Doğu'daki gelişmelerin yol açtığı bir farklılık var.
- Orta Doğu denklemini tek cümlede
hatırlatmak gerekirse… İsrail belki tarihinin en aşırıcı en şuursuz hükümeti
tarafından yönetiliyor, ABD’de bu ekibe sempati duyan bir Trump başkanlık
koltuğunda oturuyor. ABD zaten Suriye’de YPG’ye neredeyse düzenli ordu
kurdurmuş durumda, Irak’taki Kürtlerin özerk bölgesi var. İsrail de Türkiye’ye
karşı Kürtleri kollama niyetini apaçık gösterdi. O halde Bahçeli’nin başını
çektiği bu aklın temel motivasyonu Kürtleri bu sizin ‘yeni cumhuriyet’
dediğiniz şeye ortak ederek başka ittifaklara girmesini engellemek mi?
Bu söylediğiniz geçmişte kalmış bir şey.
Onlar aşılalı çok oldu.
"Kürtlerin iki alternatifi vardı: Ya
kaos ya kozmos"
- Eğer devlet için buralar çoktan
aşıldıysa, konu bu değilse, Devlet Bey’i bütün siyasi kariyerinin tam ters
noktasına fırlatarak Öcalan açılımına önderlik etme noktasına getiren ‘gerçek
tehdit’ nedir?
‘Tehdit’ kelimesi yanlış, ‘fırsat’ dememiz
lazım. Tarihi bir fırsat bugün Orta Doğu’daki durum ve bu fırsatı yaratan da
aslında Kürtlerin içinde bulunduğu nesnel şartlar. Sadece Türkiye Kürtlerinin
şartlarından da bahsetmiyoruz. İran'ı hariç tutarsak Irak, Suriye ve Türkiye
Kürtlerinin içinde bulunduğu nesnel şartlardan bahsediyoruz. Kürtlerin kendi
kaderleriyle ilgili bir karar vermeleri gerekiyor. İki tane ihtimal var.
Birincisi İsrail'in güvenliğinin sürekli devam eden bir kargaşa ve kaosla
sağlanacağı alternatif. Netanyahu'nun Suriye'de savaşı 13 yıl boyunca
desteklemesinin sebebi buydu. Kürtlerin ikinci alternatifi ise bir kozmos, bir
düzen. Bu düzenin de vazgeçilmez ve temel dayanağı Kürtler ve Türklerin
ittifakı. Kürtlerin bu kader seçiminde güvenebilecekleri bir Türkiye
muhatabının olması lazım. Buna karşılık Türkiye'nin de Kürtleri bugüne kadar
şikâyet ettikleri konuların tamamında ikna edecek, tekerleme olarak söylenen
‘onurlu ve eşit vatandaşlar’ hususuna hukuk temelinde garantileri sağlayacak noktaya
gelmesi lazım. Yani Türkiye’nin tüm Kürtleri kendi hinterlandında, sempati
alanı içinde tutacak bir çözüm üretmesi gerekiyordu. İşi bu noktaya getiren çok
önemli bir şey var. Artık bölgede İran diye bir faktör yok. İran perişan
vaziyette, oyundan düşmüş vaziyette. Bunu Hakan Fidan kendisi söyledi,
Suriye’de etkisi olanlardan bahsederken ‘iki buçuk devlet’ dedi. Amerika,
İngiltere ve Fransa’dan bahsetti.
“Bu yeni düzen çalışmasının ortakları
İngiltere, Amerika, Fransa ve Türkiye”
- Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın o
açıklamasına atıfta bulunarak şunu söylüyorsunuz; Suriye’nin kaderini Türkiye
ile birlikte ABD, İngiltere ve Fransa belirleyecek, dolayısıyla Kürtlerininkini
de…
Türkiye'nin de dahil olduğu, İsrail'in
doğrudan doğruya Amerika himayesinde veya Amerika'nın süpervizörlüğünde dahil
olduğu bir düzen oluşturulmuş Orta Doğu'da. Ve burada bu düzenin temel direği
de yine Türklerle Kürtlerin ittifakı. Ben o ülkeler arasında daha çok
İngiltere'yi önemsiyorum.
- Konu tam da pek çok kişinin zaten
şüphelenmekte odluğu yere geldi. Sizin analizinize göre Orta Doğu’da
içinde Türkiye, ABD ve himayesindeki İsrail ve İngiltere ve Fransa’nın
koordinasyonunda yeni bir düzen oluşuyor. Buna paralel olarak da devlet içinde
Bahçeli’nin başını çektiği bir ‘akıl’ Türk- Kürt ittifakına dayalı yeni bir
cumhuriyet projesi üzerinde çalışıyor. Yani iki süreç birbirinin üzerine binmiş
durumda… Hatta ikisi de aynı projenin parçaları. Öyle mi?
Üst üste binmenin çok ötesinde birbiriyle
bağlantısı var.
“Bahçeli’nin Netanyahu ve Likud cephesi
hariç batıyla kavgalı bir söylemi yok” - Ve bunu tüm muhalefet partilerine
‘emperyalist’ yaftası yapıştırmaya çalışan, her fırsatta yerlilikten ve
millilikten dem vuran bir iktidar koalisyonu yapıyor! Devlet Bahçeli daha
geçenlerde CHP’nin olağanüstü kurultayını hedef alırken ‘dış mihrakların
tertibiyle gerçekleşti’ gibi ifadeler kullandı. Ama siz şimdi diyorsunuz ki
Bahçeli’nin önderlik ettiği Öcalan projesi üç emperyalist ülkenin Orta Doğu
düzeni ile bağdaşık. Bu tabloya bakınca benim gördüğümü mü görüyorsunuz siz de
acaba?
Bahçeli’nin İsrail'deki Netanyahu ve Likud
cephesi hariç batıyla kavgalı bir söylemi yok. Retorik olarak açıklamalarında
birçok şey bulabilirsiniz. Ama durum şu; HTŞ'nin ileri harekatıyla Suriye'de
hâkim olması konusunda da ve sonrasında HTŞ'nin meşruiyetini dünyaya kabul
ettirme konusunda da Türkiye çok kritik roller oynadı, oynuyor. Bence biz
toplum olarak retoriğe, işin edebiyat kısmına bazen çok fazla takılıyoruz. Yeni
bölge gerçekleri üzerine özellikle İngiltere'nin mimarlığını yaptığı bir düzen
inşa ediliyor ve Türkiye bir partner olarak bu düzenin bir parçası.
“Türkiye’nin içerdeki söylemiyle dışardaki
eylemleri farklı”
- Retoriğe elbette takılıyoruz.
Gece gündüz iktidar tarafından ‘dış mihraklar’ ya da işte ‘bizden olmayan
emperyalizmin maşasıdır’ gibi bir retorik boca ediliyor toplumun üzerine. Ama
sizin anlattığınıza göre ne Devlet Bahçeli ne de iktidar ittifakı
emperyalistlerle yeni bir Orta Doğu inşası içinde partner olmakta bir beis
görmüyor. O zaman siz de bu analiz ile iktidar bloğunun Türkiye toplumuna
söylediği şeylerle aslında yaptığı şeyler arasında derin bir çelişki olduğunu
teyit etmiş oluyorsunuz, değil mi?
İki şeyi ayırırsak aslında sıkıntı
kalmıyor. Türkiye'nin Orta Doğu’daki ve dışardaki eylemi ile bu alanlarda
içerde kullandığı söylemi ayırmak lazım çünkü ikisi birbirini tutmuyor. Ve
doğrusunu isterseniz de söylem kısmı gerçeklerle çok alakalı değil. Halkın
psikolojisiyle, halkın ikna edilmesiyle veya parti rekabetiyle alakalı kısım o
söylemler. Ama eylemlerde herhangi bir tereddüte kapılmanızı gerektirecek en
küçük bir ayrıntı bile yok.
“Erdoğan
hegemonik gücünden vazgeçerse yok olur ama bu dikta alternatifinde Bahçeli’nin
onu desteklemesi de mümkün değil”
- Şimdi artık söyleşinin başına ve
Bahçeli’nin İmamoğlu operasyonuna bakışına ilişkin soruma dönelim lütfen.
Bu sorum üzerine siz uzunca bir ‘çözüm süreci’ analizi yaptığınız için ben
şöyle anlıyorum; siz aslında “Bahçeli’nin tek derdi ‘terörsüz Türkiye’ projesi
ve onu tökezletecek hiçbir şeyden hoşlanmayacaktır” demiş oluyorsunuz. Yani 19
Mart operasyonuna, kendi projesini sabote edip etmeyeceği merceğinden mi
bakıyor sadece?
Bahçeli’nin de derin bir vizyonu olduğunu
söyleyebilir miyim? Erdoğan'ın iki alternatifi var, önünde iki seçenek var.
Birincisi egemenlik yetkilerini yargıyı da içine alacak şekilde bugünkü gibi
kullanan, ülkeyi hegemonik güç olarak yöneten Erdoğan olarak kalmak. İkinci
alternatifi de hukuka dönmek, anayasal düzeni evrensel hukuk çerçevesinde
kuvvetlendirmek ve bu zemin üzerinde bu çözüm sürecini neticelendirmek. Zaten
bu ikinci seçeneğe döndüğü takdirde ortada otokrasi kalmıyor, ‘diktatörlük’
diye eleştirilen şeylerden hiçbiri kalmıyor.
- Ne güzel işte… Sizce yapamaz mı o
dönüşü?
Öbür tarafta devam etmezse yok olur.
Otokrasiden, insanların üzerinde oluşturduğu o baskı ve korku ortamından
vazgeçerse, yok olur. Halk desteği zaten yok, ekonomi zaten kötü durumda. Şu
ortamda baskıyı devam ettirmezse, bir sürü insanı tutuklayarak otokratik
araçlarını daha etkili bir şekilde kullanmaya devam etmezse, yok olur. Ancak
bugün tam tersini yapmaya devem ediyor oluşuna, dikta eğilimlerini daha da
güçlendiriyor oluşuna da ekonomi dayanmıyor. Yani aslında bu dikta
alternatifinde Bahçeli'nin onu desteklemesi mümkün değil. Bahçeli'nin
destekleyebileceği tek alternatif çözüm sürecini taşıyacak bir zemin olarak
Türkiye'nin hukuka dönmesidir. Erdoğan’ın çözemediği paradoks da bu.
“Hukuksuzluk zemininde ‘terörsüz
türkiye’nin başarılı olma ihtimali yok, Bahçeli bunun bilincinde”
- Hukuksuzluk zemininde bu
‘terörsüz Türkiye’ sürecinin başarılı olma ihtimali yok, bunu diyorsunuz…
Hiç yok. Öyle bir şey söz konusu değil.
Zaten Bahçeli’nin o Türkgün’de çıkan yazıların sonuncusunda özellikle hukukla,
anayasayla, özgürlüklerle, temel haklar düzeniyle alakalı söylediklerini
hatırlarsanız…Bahçeli bunun farkında, bunun bilincinde ve bu konuda çok net bir
tavır alıyor. Bahçeli iktidar gücü elindeyken, iktidarın ortağı iken, durduk
yerde böyle vurgulamalar yapmazdı. Çözüm sürecine odaklı, çözüm sürecini adeta
pergelin sabit ucu gibi alıp oradan daireler çizen bir siyasi aktör olarak, bir
devlet adamı olarak hukuku vurguluyor. Çünkü başka bir şey taşıyamaz çözüm
sürecini, süreç çöker. Hiç kimseyi peşine takıp götüremezsiniz.
Bakın siz de ben de üzülüyoruz Sırrı
Süreyya Önder'in rahatsızlığına. Allah şifa versin. Kendisi biliyorsunuz 2013-
2015 çözüm sürecinde elini taşın altına sokanlardan ve bunun cezasını gördü.
Başına gelenleri hatırlıyoruz. Hukuk olmadığı zaman, hukuki güvenceler olmadığı
zaman, bugün de bu işin altına elini koyanların hepsinin başı belaya girer.
“Hukuk sorunu Türkiye için artık bir beka
sorunu”
- Ve hepsi de bunu biliyor. DEM
Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan kendisiyle yaptığım söyleşide,
“Biliyoruz ki bu sürecin başarısızlıkla sonuçlanması halinde günah keçisi yine
biz olacağız” demişti.
Hepsi de bunu biliyor. Tek güvence hukuk.
Hukuk düzeni bir beka sorunu Türkiye için artık. Yeni bir ulus bilinci inşa
edilecek, devlet kanadının perspektifi bu, Devlet Bahçeli’nin temsil ettiği
perspektif de bu. Yeni bir ulus bilinci inşa edilecek, yeni bir cumhuriyet inşa
edilecek. 100 yıl sonra Kürtlerin de tam anlamıyla tatmin olduğu, razı olduğu,
rıza gösterdiği bir ortaklık şeklinde yapılacak bu. Bunun detayları içinde
aklınıza gelebilecek her şey olabilir. Öcalan gerçi kültüralist politikaları
bile dışarıda bıraktı ama her şey olabilir. Ve bundan Kürtler de Türkler de
Türkiye de bölgedeki bütün Kürtler de çok kârlı çıkacaklar.
“Bahçeli ‘İmamoğlu davası siyasidir, bir
an önce bitirilsin’ diyor”
- Tam buradan tekrar İmamoğlu
operasyonuna dönersek… Devlet Bahçeli İmamoğlu konusunda
“Suçsuzsa beratı, değilse tecziyesi maşeri vicdana muvafık halde mutlaka ve
olabilecek en kısa sürede temin edilmelidir” dedi. Ne demek istiyor yani?
“Bitirilsin” diyor.
- Ama bunu iktidar adına ekranlarda
yorumlama telaşında olanlar da çıkıp “Sayın Bahçeli de bilir ki
Türkiye’de bir dava dört, beş seneden önce bitmez. ‘Hızlansın’ demek istedi”
gibi şeyler söylediler. Bahçeli sürecin hızlandırılmasından ve bu yapılırken de
bir an önce dosyaya somut delillerinin eklenmesinden bahsetmiş olamaz mı?
Bence Bahçeli tereddüde yer vermeyecek
şekilde net bir şeyi söylüyor. Bahçeli'nin söylediği şu; “Bu dava siyasi bir
davadır, siyasi olarak bitirilmelidir.” Söylediği şey bu kadar net.
- Yani net biçimde “Ekrem
İmamoğlu’nu serbest bırakın ve dosyayı kapatın” mı diyor?
Bu kadar net yorumluyorum ben. Çünkü Ekrem
İmamoğlu'nun bırakılmadığı, bu siyasi yargılamalarla özgürlüğünden mahrum
bırakıldığı süre zarfında çözüm süreci yürümez. Şunu hatırlatayım size.
İmamoğlu ile ilgili iki dosya vardı. Biri kent uzlaşısından ‘terör’ suçlaması,
öbürü buydu. Kent uzlaşısına dayanan ‘terör’ suçlamasını realize edemediler. O
da olsaydı, malum İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne kayyım atanacaktı.
“İmamoğlu’nu kent uzlaşısından yargılamak
çözüm sürecini imha ederdi”
- Siyasi kulislerdeki dedikodu
operasyonun en başta tam bu şekilde planlandığı, belediyeye de CHP’ye de kayyım
atanması planıyla yola çıkıldığı yönünde. Zaten CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve
diğer CHP’li kurmaylar da bu kulisi doğrulayan açıklamalar yaptılar.
Muhtemelen proje oydu. Fakat bu, çözüm
sürecini İmamoğlu'nu içeri atmaktan daha fazla zorlardı, hatta imha ederdi.
‘Kent uzlaşısı’ nedir? Siyasi Partiler Kanununa göre çalışan iki siyasi parti
aralarında anlaşmışlar, seçime girmişler. Bunu siz terörün içine dahil
ederseniz, çözüm sürecini nasıl başarıya ulaştıracaksınız?
“Bahçeli’nin Erdoğan ile herhangi bir
irtibatı olduğunu düşünmüyorum, ona mesajlarını medya aracılığıyla veriyor,
oradan frene basıyor”
- O noktada AKP içindeki bazı
kurmayların devreye girdiği ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bunun yapılmaması
konusunda son anda ikna ettiği konuşuldu. Devlet Bahçeli’nin daha o sıralar
çok da sesi çıkmıyordu. ‘Terörsüz Türkiye’ işini doğrudan etkileyeceği için
Bahçeli de tam o esnada devreye girip Erdoğan ile bir teati yapmış olabilir mi?
Ben Bahçeli'nin Erdoğan'la aracılar
vasıtasıyla veya telefon görüşmeleriyle herhangi bir irtibatı olduğunu
düşünmüyorum.
- 19 Mart'ta sürecinde Bahçeli’nin
Erdoğan ile bir irtibata olduğunu düşünmüyorsunuz. Doğru mu anladım?
Hiçbir zaman. Yani bunların arasında
doğrudan, direkt bir iletişim yok. Medya üzerinden konuşuyorlar. Çünkü kendi
aralarında bir uzlaşmaya, kendi aralarında konuşulup mutabakata varıldığına
dair en küçük bir işaret, en küçük bir örnek bulamazsınız Bahçeli’nin
konuşmalarında. Bütün mesajlar medya üzerinden veriliyor. Ve Bahçeli hep medya
üzerinden frene basıyor. Bahçeli ona grup konuşmasında veya yazılı
beyanatlarıyla cevap veriyor.
“Erdoğan’ın 22 Ekim hamlesine yanıtı,
Ahmet Türk yerine kayyım atamak oldu”
- Madem Erdoğan ile Bahçeli
arasında bizim sandığımız gibi bir iletişim hattı olmadığını öne sürüyorsunuz, bu
Öcalan açılımının en başındaki tartışmalara hızlı bir geri dönelim. Ki o dönem
herkes “Bu ne ola ki?” diye sorarken siz çok iddialı biçimde “Yeni bir çözüm
süreci başlamıştır” demiş insansınız. Sizce bu iş ikisinin net koordinasyonunda
mı başladı yoksa iktidara yakın birkaç ismin uzunca bir şekilde savunduğu gibi
“Sayın Cumhurbaşkanının haberi yok” muydu?
Ne olduğu Erdoğan’ın verdiği karşılıktan
belli. Bunun karşılığında Ahmet Türk’ün başkan olduğu Mardin Belediyesi’ne
kayyım atadı. Ben bundan eminim. Cansu Hanım benim herhangi bir kulis bilgim
yok, konuyla alakalı birinden duyduğum bir şey yok. Ama ben verilen mesajlara
bakarak bu yorumu yapıyorum.
“Şu ana kadar çözüm sürecinde gelinen
aşamaların her biri Bahçeli’nin zorlaması, Erdoğan’ın planı ipe un sermek”
- Buradan devam edersek…Bahçeli’nin
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İmamoğlu’na yönelik şafak baskınına onay vereceğinden
ve İmamoğlu'nun tutuklanacağından da haberi yok muydu sizce?
İmamoğlu'nun tutuklanacağından haberi yok.
Ama İmamoğlu gözaltına alındıktan sonra terör soruşturmasından
tutuklanmamasında muhtemelen rolü vardır. Doğrudan veya dolaylı rolü vardır.
Başka türlüsü mümkün değil. Öyle bir soruşturmayla gözaltına alınıyorsanız,
terörden de tutuklamak üzere alınıyorsunuz demektir. Buna birinin engel olmuş
olması lazım sonradan. Ve bunu yapacak tek kişi de Bahçeli. Asıl konuya
dönersek, çözüm sürecinin Erdoğan’ın bu konuda perspektif geliştirmesinden önce
kurulmuş olduğunu ve aslında Erdoğan’ın çözüm sürecine hiçbir şekilde sıcak
bakmadığını düşünüyorum. Şu ana kadar gelinen aşamaların her biri Devlet
Bahçeli'nin zorlamasının eseri.
“‘Cumhur ittifakı yoluna güçlü şekilde
devam ediyor’ deniyorsa aslında içerde sorun vardır”
- Hâlâ da sıcak bakmıyor mu sizce
Erdoğan? Çünkü Öcalan’ın 27 Şubat açıklaması sonrasında daha bir sahiplenir
gözüktü. Hatta 10 gün önce nihayet DEM Parti heyetini kabul etti.
Hâlâ da sıcak bakmıyor. Çünkü bu sürecin
kendi sonunu getireceğini biliyor. Ben çok erken söyledim bunu. “Bu çözüm
süreci Erdoğan'ın sonunu getiriyor. Demokratikleşme, böyle bir iktidarın
yaşamasına izin vermez” dedim. Erdoğan'ın kafasında yönetebileceği,
sündürebileceği ve ipe un serebileceği bir çözüm süreci projesi vardı. “İpe un
sererek götürebilirim” diye düşündü. Ama Bahçeli, Erdoğan'ın kafasındakini
çözdü. 22 Ekim'deki (Öcalan gelsin Meclis’ten kendi örgütüne çağrı yapsın)
çıkışını aslında Erdoğan'a karşı yaptı. Erdoğan da zaten karşılığı başta Ahmet
Türk olmak üzere kayyım atamalarıyla verdi. Şimdi herkes merak ediyor,
retorikle asıl maksadın asıl ayrılabileceğini. Şöyle bir örnek vereyim; durup
dururken, “Cumhur İttifakı çok güçlü bir şekilde yoluna devam ediyor” diye bir
laf söyleniyorsa, sorun vardır devlet içinde.
- İkisi de dediler bunu çok defa;
Cumhurbaşkanı Erdoğan da Devlet Bahçeli de.
İkisi de sorun olduğunu ifade etmiş
oluyor.
“Cezaevinden çıktıktan sonra Devlet Bey’e
teşekkür ziyareti yaptım”
- Siz nasıl bu kadar iddialı
konuşabiliyorsunuz. Kulis bilgisi almadığınızı söylüyorsunuz. Bahçeli ile en
son 4 sene evvel görüştüğünüzü söylüyorsunuz. O tarih tam sizin cezaevinden
anladığımız kadarıyla onun müdahalesiyle çıktığınız tarih, değil mi?
Ben cezaevinden çıktıktan hemen bir hafta
sonra Devlet Bey'i Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkezi'nde ziyaret edip
teşekkür ettim. Yaklaşık bir saate yakın sohbet ettik. Ben muhalif olduğum için
cezaevinde yattım. Bir de ‘FETÖ'cü’ damgası yedim. Oysa AK Parti iktidarına
karşı muhalif olduğum için cezaevinde yattığımı Devlet Bey biliyor. Ve ben
benimle birlikte aynı sebeple yatanlara göre iki buçuk sene daha fazla yattım.
Yani Mehmet Altan, Şahin Alpay, Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan benden iki buçuk sene
önce çıktı.
- Size göre siz ‘daha azılı bir
muhalif’ olduğunuz için mi daha uzun yattınız onlardan?
Ben karar duruşmasında hâkimin sorusu
üzerine “Karar verirken kendi aranızda pişmanlık gösterip göstermediğimi
konuşacaksınız belki. Tartışmanıza gerek yok, ben net olarak söyleyeyim. Ben
pişmanlık duyacak hiçbir şey yapmadım. Pişmanlık duyacak hiçbir suç işlemedim”
dedim. Bunu da kayda geçirdim.
- Çok ilginç. Daha siz
tutuklandığınızda verdiğiniz ifade basına yansımıştı ve şu ifadelere yer verilmişti o
haberlerde: “En son darbe olayından sonra çoğunluk gibi ben de hayal kırıklığı
yaşadım. Ve o camia ile birlikte olduğumdan dolayı pişman oldum.” Hatta buraya
sizinle buluşmaya gelirken kontrol ettim Anadolu Ajansı geçmiş o haberi.
Hürriyet gazetesinin de manşetiydi o.
Benim sözlerimle hiç alakası yok. Suç ceza hâkimi bana soruyor “Pişman
mısınız?” diye. Ben de “Pişmanlık duyacak hiçbir şey yapmadım” diyorum. Bunları
Silivri Postası isimli kitabımda da yazdım. Biz talimatla tutuklandık.
Tutuklanma sürecinde çok belliydi kimlerin hemen serbest bırakılacağı. Mesela
onlardan bir tanesi İhsan Dağı idi.
- Bahçeli’ye dönersek, kendisinin
bütün bunları bildiği için size destek çıktığını ve sizin de o yüzden 2021’de
kendisine bir teşekkür ziyareti yaptığınızı söylüyorsunuz. Yani o gün bugündür
bir daha görüşmediniz…mi?
Dört senedir görüşmüyoruz.
“Devlet Bahçeli cephesinde yazdıklarımdan
rahatsızlık olsaydı haberi gelirdi”
- Görüşmüyorsunuz, hatta MHP’den
kulis de almıyorsunuz. Ama buna rağmen mütemadiyen Bahçeli’nin aslında ne demek
istediğini yorumluyorsunuz, hem de çok iddialı tezler öne sürerek. Bu nasıl
olabiliyor?
Rahatsızlık olsaydı gelirdi. Biliyorsunuz
ben 70'li yıllarda ülkücü militandım. Siyasal’da okurken Ülkü Ocağı başkanlığı
yaptım. Daha sonra genel merkezde yöneticilik yaptım. 12 Eylül'de MHP ülkücü
kuruluşları davasından yargılandım, cezaevinde yattım. Yani tescilli ülkücüyüm.
Böyle kenarından, köşesinden ülkücü değilim. Ana çekirdek kadroyu tanırım,
bilirim. Nasıl baktıklarını, nasıl yorumlandıklarını anlayabiliyorum. Devlet
Bey'i de tanıyorum; karakterini, mizacını. Olağanüstü nazik bir insandır. Ve ketumiyeti
meşhurdur. Aklından, zihninden ne geçtiğini kimse kolay kolay anlayamaz,
kavrayamaz. Bugün de anlaşılmıyor tam olarak. Bakın bugün Devlet Bahçeli tarihe
oynuyor, siyasete değil. Yeni ulus devletin inşasının, cumhuriyetin
yenilenmesinin baş aktörü olarak tarihe geçecek. Bütün vaziyet alışlarına,
söylediklerine bakın hiçbirinin siyasi olarak kendi pozisyonunun ya da
partisinin çıkarlarıyla hiçbir alakası yok.
“Erdoğan çözüm sürecini baltalayacak,
Bahçeli de bunun üzerine Türkiye’yi erken seçime götürecek çünkü sürecin hukuka
dönmeden başarılı olma şansı yok”
- Sizin tezlerinizi özetlersek,
Bahçeli güncel siyasetle değil yeni ulus devletin inşasıyla meşgul, yeri geldiğinde
Erdoğan frene bassın diye kendisine medya üzerinden mesaj veriyor, bu arada
Erdoğan hegemonik yönetim anlayışından vazgeçmek istemiyor, o yüzden de çözüm
süreci Erdoğan’ın sonunu getirecek. Bir de üzerine son çıkışınızı ekleyeyim;
“Bu sene bitmeden seçim olacağı kesin” diyorsunuz. Hatta parlamenter sisteme
dönüşün de bu erken seçim kararının bir parçası olacağını da ekliyorsunuz. Yani
size göre Erdoğan bunların hepsini kabul edecek. Neden etsin ki?
Söylediklerimizin hepsi doğru. Gelin bunu
senaryolaştıralım şimdi. Benim öngörüm şöyle… Erdoğan çözüm sürecini
baltalayacak, yani çözüm sürecinin gelişmesini engelleyecek. Bahçeli de bunun
üzerine Türkiye'yi erken seçime götürecek. Erdoğan çözüm sürecini baltalayacak
çünkü daha önce anlattığım gibi hukuka dönüşün kendi hegemonik gücünü
tırpanlayacağını ve kendini enterne edeceğini düşünecek. Bu yüzden de süreci
küçük küçük tırpanlayarak sona erdirmeye çalışacak. Yani aslında Erdoğan çözüm
sürecinin kendisine değil bu sürecin kendisine hukuk dayatacak olmasına karşı.
Söyledim, hukuka dönüş olmadan da çözüm sürecinin başarılı olma ihtimali yok. O
zaman da Bahçeli Türkiye'yi erken seçime götürmek zorunda. Çünkü çözüm
sürecinin önü ancak o zaman açılır.
- Yani siz de siyaseti analiz eden
çoğunluk gibi “Erken seçime gideceksek bunun fitilini Bahçeli ateşleyecek”
diyorsunuz. Bahçeli’nin elindeki bu gücü kullanma ihtimali o kadar yüksek mi
hakikaten?
Evet.
“Erdoğan’ın
parlamenter sisteme dönüş niyeti olursa Bahçeli engeller”
- Hukuka dönüş sinyali Ekrem
İmamoğlu’nun serbest bırakılması mı şu noktada?
Erdoğan İmamoğlu'nu bırakabilir fakat tam
anlamıyla çözüm sürecinin ihtiyaç duyduğu hukuk güvencelerini sağlayamayız.
Böyle bir potansiyel yok. Bu senaryo içinde Erdoğan'ın parlamenter sisteme
dönüş şeklinde bir niyeti olursa onu engelleyecek olan da Bahçeli olacaktır.
Dikkat ederseniz Bahçeli her vesileyle cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin en
doğru tercih olduğunu söylüyor. Bu da kendi siyasi gücüyle, siyasi pozisyonuyla
alakalı bir şey. Parlamenter sisteme dönüştüğü zaman MHP'nin güçler üzerinde
ağırlığı kalmıyor.
“Seçim olur, CHP iktidara gelirse hukuk
kendiliğinden gelir”
“Çözüm sürecini başarılı kılmak için başka
alternatifi kalmazsa Bahçeli bunun önünü açar”
- Siz bu senaryonuzu
detaylandırdığınız bir yazı yazdınız dört gün önce. Birkaç satır okumak istiyorum
yazıdan: “2026 yılının Nisan ayındayız. Kasım ayında seçim olmuş ve her şey
değişmiş. Sürmanşet: ‘En az sekiz ay lazım’. İktidar partisi, Meclis’te
parlamenter sisteme geçiş için mutabakat arayışında. Grup başkanları toplantı
üstüne toplantı yapıyor. Ana muhalefet partisi çok istekli, iktidar partisi ipe
un seriyor. Parlamenter sisteme geçiş takvimi için uzlaşma arayışı var. AB’den
gelen, ‘terör tanımıyla vize muafiyeti için Türkiye’nin şartları artık
bütünüyle karşıladığı’ haberi sol ortada; ‘Hizmet sektörünün serbest dolaşımı
anlaşması yakında onaylanacak’. En altta, iç sayfalara göndermede bulunan
başlıklar. ‘AB Komisyonu İmralı’da Öcalan’ı ziyaret etmiş’. Ahmet El Şara’nın
mesajı: ‘İlişkilerimiz çok ileri düzeyde’…Yani yazıda bir sene sonrasında bir
gazetenin neler yazıyor olabileceği üzerine tahminlerde bulunuyorsunuz. CHP’nin
iktidarda olduğunu ve CHP’li bir cumhurbaşkanı olduğunu varsayıyorsunuz. Sorum
şu; diyelim ki gerçekten Bahçeli bu senaryonun yolunu açtı CHP’li bir
cumhurbaşkanının çözüm sürecini aynı şekilde yürüteceğinden nasıl emin olabilir
ki?
Bahçeli'nin Türkiye'yi erken seçime
götürmek ve parlamenter sisteme engel olmak teşebbüsleri bir şeyleri çözmek
için değil, engellemek için atacağı adımlar olur. Yani hukukun önünü açmak için
olur. Seçim olur da CHP iktidara gelirse hukuk kendiliğinden gelir, o da zaten
çözüm sürecinin önünü açar. Bahçeli’nin vazgeçmeyeceği, adeta hayatın anlamı
olarak gördüğü tek şey bu; çözüm süreci. Eğer bunu gerçekleştirmek için başka
bir alternatifi kalmazsa yapar yani.
- Zaten aslında ne CHP lideri Özgür
Özel ne de Ekrem İmamoğlu başından beri sürece yekten karşı çıkmadılar. Hatta
Özel geçen gün Silivri kapısında “Terörsüz Türkiye'yi de, Kürt meselesini
kökten çözmeyi, bütün Kürtleri eşit vatandaş yapmayı, bu devleti onlara ait
hissettirmeyi de başaracak anlayış buradadır. Bu anlayışın Cumhurbaşkanı adayı
şimdi içeride yatıyor” dedi.
Çok geç uyandılar. Hâlâ da tam ikna
değiller. Çözüm süreci konusunda Türkiye'de en az güvenilecek kesimin
ulusalcılar olduğunu düşünüyorum. İYİ Parti mesela, hamasetlerini köpürtmeye
çalışıyor, başaramıyor. Bugün çözüm süreci karşıtlığının gerçek bir karşılığı
yok çünkü.
“Başkanlık sistemi AKP’yi anlamsız hale
getirdi”
- Bütün bunları konuşurken sadece
Erdoğan’ın kendi siyasi kariyerinden değil AKP’nin geleceğinden de bahsetmiş
oluyorsunuz. Siz zaten yazılarınızda Erdoğan’ın rasyonalitesinden ve partisini
yaşatma sorumluluğuyla karşı karşıya kalacağından da bahsediyorsunuz.
Erdoğan’dan sonraki AKP ile ilgili öngörünüz nedir? Sizce AKP de bu gidişle
Erdoğan’dan sonra DYP ya da ANAP gibi eriyip gitmeye mahkûm mu?
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi
parlamentoyu, dolayısıyla siyasi partileri anlamsız hale getirdi. Yani AK Parti
diye bir partinin iktidardaki ağırlığı ortadan kalktı. Milletvekillerinin bir
etkisi yok, il ve ilçe başkanlarının herhangi bir rolü yok. İktidar, tamamıyla
bürokratik, teknokratik bir merkezin, saraydaki azınlığın eline geçti şey. Ve
dikkat ederseniz siyasi kadroların, bakanların hiçbiri aslında siyasetçi değil,
hepsi bürokrasiden. Hiçbiri gülmüyor mesela, tebessüm etmiyor. Politikacı
tebessüm eder, sempatik görünmeye çalışır. Bunların öyle bir derdi yok. Halkı
ikna etmek, halka mesele ulaştırmak gibi bir derdi yok. Bir tek muhatapları
var.
- Herhalde Adalet ve Kalkınma
Partisi içinde öne çıkan en son siyasi figür Süleyman Soylu idi.
Evet, doğru, hemfikiriz. Süleyman
Soylu dışında halkla irtibat kurabilecek, iletişim kurabilecek ikinci bir adam
AK Parti'nin içinde ya da hükümet üyeleri arasında.
“MHP Süleyman Soylu’yu kaldırmaz çünkü
ülkücü geçmişi yok”
- Ama parti içinde eski
popülaritesi yok gibi…Gerçi bir ara onun MHP liderliği için daha kuvvetli bir
aday olabileceği de konuşuldu. Bahçeli sonrasında MHP klasik ülkücü kodların
dışında yeni nesil bir lider düşünebilir mi mesela?
MHP kaldıramaz çünkü Süleyman Soylu'nun
ülkücü geçmişi yok. MHP böyle bir şeyi kaldıramaz. AK Parti de kaldıramaz,
malum. Konuşmamın anlamı yok. Şimdi biz olana dönersek, dediğim gibi AK Parti
devre dışı, herhangi bir parametre olarak iktidarın iç dinamiklerinde yeri yok.
Daha önce bahsettiğimiz senaryo, yani Türkiye'yi erken seçime götürecek
dinamikler gerçekleşirse, Erdoğan'dan iki tane şey bekleyebiliriz. Bir tanesi
kazanamayacağı seçime girmemesi. Bunun için de yerine bir halef belirleyip
emekliye ayrılması. Birinci senaryo bu. Bunun için de partiyi kuvvetlendirmesi
lazım. İkinci ihtimal ise her hal ve şartta kendi kişisel karizmasına,
propaganda gücüne güvenip partinin başında seçime girmesi. Biliyoruz ki
Erdoğan'ın partisinden daha fazla oy aldığına dair inancı var.
- Bu sadece onun inancı değil,
anketler de bunu gösteriyor zaten.
Gösteriyor, evet.
“Erdoğan’ın seçimi kaybedeceğini öngörerek
partisini diriltmesi lazım, yoksa ANAP ve DYP gibi eriyip gider parti”
- Peki siz ısrarla bir ‘Erdoğan
rasyonalitesi’ olduğunu savunan birisi olarak ne görüyorsunuz? Erdoğan bir
sonraki seçime girer mi girmez mi?
Kendi geleceğiyle ilgili, kendi
liderliğiyle ilgili karar verirken ne kadar rasyonel? Doğrusu bu konuda örneği
yok. Ama politika üretirken, strateji belirlerken çok rasyonel davrandığı
kesin. Mesela karşısında aşamayacağı bir güç gördüğü zaman hemen geri
çekiliyor. Son derece pragmatik ve eklektik. Ama tabii politikanın önemli bir
kısmının psikoloji olduğunun da farkında. O havayı da sürdürmesi lazım. Ben
doğrusunu isterseniz Erdoğan'ın kendisini emekliye ayıracağını düşünmüyorum.
Mutlaka kendisi seçime kendi girer. Fakat bu sefer seçimi kaybedeceğini de
öngörerek partisini diriltmesi lazım. Şu anki yapı devam eder ve burada çok
köklü devrimci radikal değişikliklere gitmezse AK Parti'nin Doğru Yol Partisi
gibi, Anavatan Partisi gibi sönüp gidecek, eriyecek, yok olacak bir parti olmak
dışında şansı yok.
Anladığım kadarıyla AK Parti'nin içinden
Erdoğan'a halef olarak çıkacak kişilerle alakalı da çok sert bir çatışma var.
Bu Kıbrıs'la ilgili şey onunla alakalı diyorlar anladığım kadarıyla. Anavatan
Partisi'nde Özal'dan sonra Mesut Yılmaz'ın geliş sürecini, Milliyetçi Hareket
Partisi'nde Türkeş'ten sonra Devlet Bahçeli'nin geliş sürecini, Refah
Partisi'nden sonra Has Parti'nin Numan Kurtulmuş'un ortaya çıkışını
düşünürseniz, Türkiye'nin doğası, prensipleri AK Parti içinde de bu tür bir
çatışmanın olacağını öngörebiliriz. Muhtemeldir ki bu çatışmaların halkta
karşılığı yok ama yeni bir liderlik doğuşu için bunun olması gerekiyor.
- Adalet Kalkınma Partisi içinde,
Erdoğan sonrası için bir kavga, bir çatışma potansiyeli görüyorsunuz yani.
Bu potansiyel var ve yeni bir liderliğin
doğuş sürecinde parti paramparça da olabilir. Yeni lidere bağlı. Mesela Hakan
Fidan’ın adı geçiyor. Hakan Fidan başarılı bir bürokrat, diplomasiyi biliyor,
uyguluyor falan ama siyasi olarak toparlayıcı etkisi olabileceğini sanmıyorum.
“Ekonomi erken seçim kararı alındığı anda
rahatlar”
- Yine bir toparlama yapayım. Size
göre şu aşamada Erdoğan bir sonraki seçime girme konusundaki ısrarını koruyacak
ama seçime çok daha erken gitmeye ikna olacak. Yani 2027 senesinin sonuna kadar
bekletemeyecek.
Mecbur olduğunu düşünüyorum. İçinde
bulunduğu şartlar itibarıyla başka bir seçeneği olmadığını düşünüyorum. Bugün
sizinle detaylı üzerinde durmadığımız temel parametre ekonomi. Ekonomi siyaseti
belirliyor, bu kuralın hiç istisnası yoktur. Türkiye erken seçim kararı aldığı
anda ekonomi rahatlar. Bu da bilinen bir şey. CDS puanı düşer, faiz düşer,
toplumda yeniden enflasyonun düşeceğine dair bir umut belirir. O umut
enflasyonu biraz düşürür. Bugün ekonominin sırtında çok ağır bir yüke dönüşmüş
bir iktidar var. Erken seçimi asıl zorunlu kılan da bu.
“İmamoğlu her koşulda CHP’nin gerçek
lideri olarak kalır, Erdoğan’ın 2003’te Meclis’e nasıl girdiğini hatırlayın”
- Ve bu arada da -yine yazılarınıza
referansla söyleyeceğim- çözüm sürecinden İmamoğlu'nun özgürlüğüne kavuşması
çıkar.
Başka türlüsü mümkün değil. İmamoğlu'nun
içeride olduğu bir çözüm süreci olmaz. Türkiye'de cumhurbaşkanlığı adaylığını
ilan etmiş, bu konuda belirli bir ikna ediciliği olan birinin içeride tutulduğu
anti demokratik bir ortamla çözüm süreci yürümez.
- Yalnız mevcut durumda İmamoğlu
sadece tutuklu değil, diploması da iptal. Sadece serbest bırakılması da
yetmiyor cumhurbaşkanlığı adaylığı için.
Erdoğan'ın 2003'te nasıl Meclis'e
girdiğini hatırlarsanız… Ben bugün Cumhuriyet Halk Partisi'nin sandalyeyi aday
koysa kazanacak duruma geldiğini düşünüyorum. Yani İmamoğlu konusunda da
emanetçi olur, parlamenter sisteme geçiş takvimine bağlı yeni bir isimlendirme
olur falan filan ama mutlaka bir çözüm bulunur. Fakat İmamoğlu Cumhuriyet Halk
Partisi'nin gerçek lideri olarak kalır. Belki ilk aşamada cumhurbaşkanı
olamayabilir ama gerçek lideri olarak kalır.