Modern dönemde (19 ve 20. Yüzyıllar) siyaset, Marxizm, Nasyonal Sosyalizm (Nazizm) ve Milliyetçilik ile “Her şey” olarak kodlandı. Ulus Devletlerin Giyotin gibi işleyen “Kimlik Teknolojileri (M Foucault)” böyle doğdu. Bu ideolojileri yansılayan dini fundamentalist politik ideolojiler de benzer şekilde siyaseti “Her şey” olarak gördüler. Hele politik “İslamcı” lar, “Tevhid” ve “Hakikat” kavramlarına haiz olmaları hasebiyle; bu eğilime kolayca ve adamakıllı teşne oldular. Filistin Kökenli Amerikalı Akademisyen Wael Hallaq, Türkçeye “İmkвnsız Devlet” olarak çevrilen kitabında bu serüveni anlatır. Arapça kökenli olan “Siyaset” kavramının etimolojisi ise, -Türkçedeki “Seyis”, buradan gelir- “At Terbiyeciliği”dir: “Toplum Mühendisliği” (?!). Algı ve aldatma ile toplum yönetme. Oysa, Kur’anî bir kavram olan “Tedbiru’l-Emr” ifadesi, politik faaliyeti bu kavramdan daha doğru ifade eder. Hele “Şura” ile yapılırsa.
II. Dünya savaşından sonra Avrupa’da
Liberal-Demokratik, Laik, Anayasal “Hukuk Devleti” fikri gelişmeye başladı.
Böylece Siyaset hukuk, iktisat, din, sanat, bilim ve askerlik gibi toplumsal
formasyonların yanında “Bir şey” olarak görülmeye başlandı. Bu atmosferde, Dış
politika olarak siyaset, “Çobanlık (Güvenlik)”; İç politika olarak da, -Liberal
teoride- “Gece Bekçiliği” veya diğer teorilerde toplumsal formasyonların “Koro
Şefliği”dir. İdeolojik “Koro” kurmak veya “Konser” vermek değil. Siyasetin “Her
Şey” leşmesi, medeni hayatın narin/nazik, ihtimam gerektiren birçok veçhesini,
alanını, boyutunu hoyratlaştırır.
Türkiye, yirminci yüzyılın başında politik
ve kültürel bir “Devrim” ile kurulmuş bir devlet-toplumdur. Dolayısıyla
Türkiye’de siyaset, iktidar ve muhalefet açısından baştan beri “Her şey
(Hayat-Memat)” olarak gerçekleşmektedir. Siyaseti deruhte eden kesim ise, iki
binlerin başına kadar, kendini M. Kemal Atatürk’ün “Ehl-i Beyt”i olarak gören
Askeri Bürokrasiydi (Vesayet Rejimi). Yukarda saymış olduğumuz toplumsal
formasyonların tamamı, siyasetin altında şekillenmekte ve işlemekteydi.
Siyaset, vesayet altında olsa bile; Türkiye’de uzun süre boyunca Bakan,
Milletvekili olmak; Hâkim, Âlim, Prof., Düşünür Sanatçı, Zengin… olmaktan daha
saygın ve nüfuzluydu. Buralardan siyasete bir eğilim/akış vardı.
Dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de politik
yelpaze yani “Merkez (Liberal-Demokrat)”, merkezin “sağı” olarak “Milliyetçi”
ve “Muhafazakâr”lık; merkezin “solu” olarak da Sosyal Demokrat, Sosyalist,
Komünist partiler ve ideolojiler vardı. Sosyalizmin çökmesi ve 1980 Askeri
ihtilali ile birlikte siyaset, Türkiye’de yeniden formatlandı. Ancak yine “Her
şey” idi. İki binlerin başından itibaren “The Cemaat/Hizmet Hareketi” ve Ak
Partinin işbirliği ile “Her şey” olarak siyasetin “Vasi”si olarak “Askeri
Bürokrasi” tasfiye edildi. Siyaset, sivilleşti. İki binli yılların başından
itibaren “Avrupa Birliğine Uyum Yasaları” ile, siyasetin dışındaki toplumsal
formasyonların nispi özerkliğine şahit olduk, sevindik ve umutlandık. Ancak
Fetullah Gülen (Cemaat) ile Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın teolojik yorum
farkları ve politik hedeflerinin örtüşmemesi, iç çatışma yarattı ve Fetullah,
“FETÖ” olarak tasfiye edildi. Bundan sonra “Her şey” olarak siyasetin kontrolü,
büyük ölçüde sayın R. Tayyip Erdoğan’ın eline geçti. Siyasi rejim olarak da
“Parlamenter Sistem”den “Başkanlık Sistemi”ne geçtik.
Pandemi, Göç Sorunu ve Küresel Ekonomik
Kriz, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de siyaseti büyük ölçüde ekonomileştirdi.
Siyaset, normatif bir disiplin ve formasyon olarak içinde ahlak barındırır.
Kamusal bir etkinliktir. Kamu maslahatını temin etme çabasıdır. Oysa, arzuların
şelale; kaynakların kıt ve erişimin zor olduğu bir dönemde, etkinlik olarak
salt “Ekonomik” saik, siyaseti çürütür. “Devlet” yapılanmasının, politik olarak
güçlü ve ekonomik olarak geniş imkânlara (Kamu Hazinesi) sahip olduğu Türkiye
gibi toplumlarda, iktidar ve muhalefet olarak “siyaset” rant, çıkar
maksimizasyonu etkinliğine dönüşür; sermaye el değiştirir. Ekonomi, büyük
ölçüde reel üretim icat çıkarma (teknoloji), ticaret ve “alın-teri/emek”
kaynaklarından uzaklaşarak spekülatif (faiz, emsal/emlak, döviz, altın, borsa,
şans oyunları, define avcılığı, kara-para…) hale gelir.
Gel ki, Tayyip bey, Belediyeden geldiği
için, siyaseti hep rant-ticaret (Win-Win=Al Gülüm-Ver Gülüm) kapısı olarak
gördüğünü; “Krizleri Fırsata Çevirme” konusunda uzman olduğunu biliyorduk.
Siyaset, merkezi iktidarda olduğu gibi; Yerel Yönetimler/Belediyelerde de
rant/çıkar elde etmenin aparatlarına dönüştü. Normal olan, Ekonominin siyaseti
izlemesi iken; Ülkemizde siyaset, kişisel ve zümresel çıkara bağımlı hale
geldi. Ekonomi teknolojiye, üretime, ticarete dayanmaktan ziyade; -Tarım’ın
zayıfladığı- Toprağa/Doğaya bağımlı (İnşaat-Enerji/Hes-Madencilik-Turizm) bir
Ekonomik politika tercih edildi. Para kazanmak uğruna, Avrupa’nın “çöplüğü”
olmaya bile razı olduk. “Tabiat Ana”mız, “Köstebek Yuvası”na dönüştü.
Son seçimlerde Belediye başkan adaylığı
için partilerde verilen mücadelenin yoğunluğu, Siyasetin, şehir rantlarını
kontrol etme ve şahsi-zümresel çıkara dönüştüğünün belirgin bir kanıtıdır.
Seçilmek isteyenlerin, kıran kırana savaşı dışında; seçmenlerde fazla bir umut
ve heyecan yoktur. Bu durum “Siyaset”in bittiğinin somut bir kanıtıdır. Son
dönemlerde İstanbul’un Uluslararası Uyuşturucu kartellerinin ve mafya
babalarının barınağı haline gelmesi; yabancı şirketlere kontrolsüz ve sıkı
denetimsiz maden işletme ruhsatlarının verilmesi (Sömürge Madenciliği),
Ekosistemin ve insanların, salt ekonomik “Kaynak (Altın-Para)” olarak görünmeye
başladığının kanıtıdır. Heidegger’in dediği gibi,
Teknolojik-(Pragmatik/Kapitalist) düşünme, doğayı el-altında hazır stok, rezerv,
kaynak, teçhizat, donanım olarak görmeye başlar. Şirketlerdeki “İnsan
Kaynakları” departmanı (isimlendirmesi), bunun kanıtıdır. Onun bir ayet, rızık,
inam, ihsan, ikram, lütuf ve rahmet olduğu unutulmuştur.
Bu atmosferde “Parti”, artık politik bir
organizasyon olmaktan çok, ekonomik-anonim bir “şirket”tir; “Partili”ler de
âdeta ortaklardır. Siyasetin “Her Şey” olduğu iklimde Sol-Sağ siyasetin birer
onur/itibar ifadeleri olan “Partizan” veya “Militan” olmanın canına ot
tıkanmıştır. “Eski Tüfek”, “Ağır Abi” solcular, şirket yönetim kurullarında
üye; “Mücahit”lerin çoğu, müteahhit; bir zamanlar: “Vatanım, ha ekmeğini
yemişim; ha da uğruna bir kurşun” diyen “Ülkücü”lerin çoğu, mafyöz ilişkilere
bulaşmış ve savrulmuştur. Örneğin, uyuşturucu mafyasına karşı olan bir ülkücü
(Sinan Ateş), güpegündüz Başkentin göbeğinde kurşunlanarak öldürüldü ve
failleri, hâlâ bulunamadı. “Irmağının akışına ölürüm Türkiyem” türküsünü
söyleyenlerin, “gümüş dere”lerin kirlenmesine/zehirlenmesine/ziftlenmesine,
ormanların-zeytinliklerin talan edilmesine, toprağın satılmasına, dağların
köstebek yuvasına dönmesine, şehirlerin beton ormanına çevrilmesine, sahillerin
peşkeş çekilmesine… gıkları bile çıkmıyor.
Muhalefete gelecek olursak, CHP, siyasetin
etkin olduğu dönemlerde “Hizipler Partisi” iken; Kılıçtaroğlu ile “Mezhep
Partisi”ne ve giderek de “Meşrep (Yeme-İçme) partisi”ne dönüştü. MHP den kopup,
“Merkez” e oynayan İYİ Parti, bunu başaramadı ve “Ayak Oyunları” merkezine
dönüştü. Kürt siyasal partileri ise, “Dağ (Şiddet)”ın etkisinden ve
kontrolünden çıkıp, demokratik bir zemine gelemediler. HÜDAPAR ise, teokratik
bir siyaset yapmaktadır. SP ve YRP, “Millî Görüş” genetiğine bağlı olarak
siyaset yapmaya devam ediyorlar. DEVA ve Gelecek Partisi ise, Ak Partiye olan
öz-eleştirilerini zamanında yaparak bir “Manifesto” ile ayrılmak yerine; Reis
tarafından trenden atılma sonucu dışarı çıktıkları için; topluma inandırıcı ve
alternatif bir siyaset üretemediler. Zafer Partisi, göçmen karşıtlığının odağı
olarak yeşerirken; sayıları bir avuç olan Komünistler (İşçi Partisi) ise,
“Gazoz Ağacı” olarak salt vicdanı temsil ediyorlar.
SONUÇ
Siyaseti, önce “Her Şey” olmaktan; sonra
da “Ekonomi” olmaktan çıkarıp; Aristo ve İlahi Dinlerin vazettiği gibi “Pratik
Ahlak” olarak konumlandırmaktan başka bir yol yoktur. “Tanrı, İnsanın, elinin
”dolu” olup-olmadığına bakmaz; Tanrı, insanın elinin “temiz” olup-olmadığına
bakar.” Kaynaklar, ihtiyaçlarımızı fazlası ile karşılar; ama ihtiraslarımızı
asla. Siyaset, dış politika olarak bir “Güvenlik” aparatı; iç politika olarak
da değişik toplumsal formasyonlar arasında bir “Koro Şefliği”dir. Gerisi tağutluk-tuğyan,
israf, fitne-fesat, zulüm ve şeytanlıktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.