Washington’daki (ki konuşmalar ve toplantılar yaptığım Boston ve Middleburry’yi de ekleyebilirim) dış politika tartışmalarında Ukrayna, Gazze, İran ya da ekonomik kriz, yapay zekâ ve siber güvenlik gibi somut sorunların ve risklerin ötesinde iki ortak noktanın ortaya çıktığını söyleyebilirim:
Birincisi, dünya siyaseti ve
uluslararası sistem artık Amerikan liderliğinde tek kutuplu olmayacak. Aksine,
Amerika’nın ve Batı’nın tek başına şekillendiremediği ve sorunların tek çözümü
olarak görülmediği “tek kutuplu olmayan, çok kutuplu ya da çok kümeli diyebileceğimiz
bir dünya”ya doğru hızla gidiyoruz.
Çok kutuplu ve Amerika’nın tek başına
liderliğinin olmadığı “Batı-sonrası dünya” ortaya çıkıyor. Bu düşünce
Washington’da istenmeyerek olsa da giderek yaygınlaşıyor.
Sorulan ve yanıt aranan soru şu:
Batı-sonrası dünya Amerika’nın lehine mi aleyhine mi? Ya da Batı-sonrası dünya
nasıl Amerika’nın lehine gelişebilir? Bu soru üzerine tartışmalar ve
çalışmaların giderek önem kazanacağını ve gündemi belirleyeceğini varsayabiliriz.
İster Biden ister Trump kazansın, Batı-sonrası dünya siyasi ve kamusal tartışma
gündemde önemli bir yer alacak.
İkincisi, Batı-sonrası
dünyanın ve bu dünyada Amerika-Çin rekabetini belirleyecek unsurların başında
gelen, içinde Türkiye’nin de olduğu “Global Güney” ya da “Gelişen Güçler”
denilen ve sayıları giderek artan ülkelerin dış politikalarında bir kutup ya da
güçlü aktöre dayanmadan “kendilerinin çizdiği yollarda hareket etmeleri”
anlamına gelen “stratejik otonomi” dediğimiz gelişmeye Amerika’nın nasıl
yaklaşması gerektiği tartışılıyor.
Batı-sonrası dünyada Amerika, stratejik
otonomi uygulayan ve Türkiye’nin de içinde olduğu ülkelerle ilişkisini nasıl
kurmalı? Bu soru önem kazanıyor ve dış politika gündemine yerleşiyor. Somut
sorunların ötesinde Washington’daki Türkiye algısı da bu iki soru etrafında
şekilleniyor.
Bir önceki yazımda vurguladığım gibi:
Amerika-Türkiye ilişkilerinde büyük
bir “güven sorunu” var;
Türkiye ile ilişkilerde gelişen ve
“Türkiye yorgunluğu” denilen ruh hali güçlü;
“Türkiye konuşmayalım, tartışılmayalım”
fikri kabul görüyor;
“Bir zamanlar stratejik ortağımız olan
Türkiye’yi artık NATO dahil ortaklarımız içinde görmeyelim, dışlayalım”
diyenler bile var.
Bununla birlikte, altını çizelim:
Birincisi, Washington’ın da
Ankara ile ilişkilerinde hata yaptığını ve hatalı olduğunu;
İkincisi, Türkiye ile
farklı bölgelerde (Afrika, Kafkasya, Karadeniz, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Doğu
Akdeniz) ve sorun alanlarında (Çin ile rekabet, savunma sanayii) işbirliği
yapılması gerektiğini söyleyenlerin sayısı giderek artıyor.
Türkiye yorgunluğu, Türkiye’nin
önemini görmemek anlamına gelmiyor.
Peki böyle bir durum ve ortamda Türkiye,
Batı-sonrası dünyada dış politikasını nasıl şekillendirmeli?
Bu soru sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan ve
hükümeti ilgilendirmiyor, tüm siyasi partileri, sivil toplumu ve
akademisyenleri de ilgilendiriyor, ilgilendirmeli. Batı-sonrası dünyada Türk
dış politikası, iktidarın değil, Türkiye’nin meselesi olarak ele alınmalı ve
tartışılmalı diye düşünüyorum.
Dünyanın gidişatının Türkiye için
potansiyel ya da fırsatlardan çok daha fazla ciddi riskler ve sorunları ortaya
çıkarttığını görmeliyiz.
Ukrayna, Gazze, İran, Pakistan, Azerbaycan
ve Ermenistan’da, yani üç tarafında büyük güçler rekabetini içeren savaşların
yaşandığı ve “savaşlarla çevrelenmiş bir Türkiye” gerçeğini/riskini görmeliyiz.
Batı-sonrası dünyada Türkiye, sadece
iktidara bırakılmayacak bir “Türkiye meselesi” olarak ele alınmalı.
“Batı-sonrası dünyada Türk dış politikası
nasıl olmalı, ne tür fırsatlar ve riskler ile karşı karşıyayız” sorusuna
yanıtı, bir Türkiye meselesi olarak hepimiz aramalıyız.
DIŞ POLİTİKANIN DÖRT KURUCU AYAĞI
Son yıllarda, özellikle 2018’den bugüne
Türk dış politikasının dört ayak üzerine kurulduğunu görüyoruz: “Batı-Sonrası
Dünya”, “Stratejik Otonomi”, “Al-Ver İlişkisi (Transactionalism)” ve “Rekabetçi
Otoriterlik”.
Birincisi, bugünün
dünyasını; ikincisi, bu tanım içinde geliştirilen dış politika
vizyonunu; üçüncüsü, bu vizyonun uygulamaya sokulma yöntemini; dördüncüsü,
ülkenin iç yönetim rejimi ve bu rejimin dış politikayla uyumlu olmasını
tanımlıyor.
Bu dört ayağa, içerdiği hem doğru hem de
sorunlu noktalar üzerinden hızlıca bakalım.
Benim okumama göre:
“Batı-sonrası dünya” teşhisi doğru olmakla
birlikte, hatalı nokta, bu dünyanın içinde Amerika’nın hâlâ “başat aktör”
konumunun; “büyük güçler rekabeti”nin bu dünyanın önemli bir niteliği olduğunun
ve Türkiye’nin büyük güç değil, bölgesinde önemli ve kilit ama “orta güç” bir
aktör olmasının göz ardı edilmesi söz konusu.
Türkiye’ye, kapasitesi ve gücüyle ters
orantılı ve abartılı bir rol ve dönüştürücü güç veriliyor.
“Stratejik otonomi” vizyonu doğru karar,
ama uygulamada stratejik otonominin ne kadar stratejik olduğu sorusunu
sormalıyız.
Türkiye benzeri stratejik otonomi
vizyonuna sahip Hindistan, Brezilya, Güney Afrika, Suudi Arabistan ve Vietnam
gibi ülkelerle karşılaştırıldığı zaman, bizde uygulanan stratejik otonominin
stratejik olma boyutunun zayıf olduğunu görüyoruz.
Bunun temel nedeninin, dış politika
kurumlarının zayıflığı; hükümete yakın düşünce kuruluşları, akademisyenler ve
sivil toplumun liyakat değil sadakat temelinde hareket etmeleri ve dış politika
tartışmasının farklı görüşlere açılmaması kadar Türkiye’nin uzun zamandır dış
politikada uyguladığı “al-ver ilişkisi” yönteminin olduğunu da görmeliyiz.
Mülteci sorunu, ekonomi, enerji vb.
konularda stratejik olmak yerine sürekli pazarlık içinde olmak, kurallara çoğu
zaman uymamak ve sürekli pozisyon değiştirmek, stratejik otonominin stratejik
olma kısmını ciddi anlamda zayıflatıyor. Ek olarak, diğer aktörlerle
ilişkilerde “güven sorunu” ve “tutarsızlık sorunu” yaratıyor.
Türkiye dışında, stratejik otonomi
uygulayan ülkelerin al-ver ilişkine çok fazla itibar etmediğini ve kendi
çıkarları temelinde sadece ansal değil, durumsal ve süreçsel stratejiler
geliştirme çabası içinde olduklarını görüyoruz. Bu da ilişkilerinde güven ve
tutarlılık yaratıyor.
Dördüncü ayak, rekabetçi otoriterlik ve
demokrasi ve hukuk devletinden sapma, hem Türkiye-AB ve Türkiye-Batı hem de
Türkiye-küresel dünya ilişkilerinde ülkemizle ilgili olumsuz algının
yükselmesine neden oluyor.
Bu noktalar ışığında, Batı-sonrası dünyada
Türk dış politikasının en genel düzeyde stratejiye önem veren, al-ver
ilişkisini minimize eden, demokrasi ve hukuk devletine geri dönen bir
“stratejik otonomi” anlayışı ve uygulaması içinde olması gerekiyor.
RİSKLER: DÖRT MEYDAN OKUMA
Eğer var olan yapı devam ederse,
teşhisleri doğru olsa da, Türk dış politikasının Batı-sonrası dünyada dışlanma
ihtimalinin yüksek olduğunu görmeliyiz. Bu dünyanın yarattığı risklerin ve
meydan okumanın fırsatlardan daha fazla ve ciddi olduğunu vurgulamalıyız.
En az dört riski görmeliyiz:
Birincisi, 1945/II. Dünya
Savaşı sonrası ve Soğuk Savaş dönemdeki olumlu ve stratejik-tampon ülke
algısının tam tersine, bugün, Batı-sonrası dünyadaki Türkiye algısının çok
olumsuz olduğunu, Türkiye’nin dışlanma riskinin arttığını ve Türkiye’siz
bölgesel ve küresel siyaset tasarımlarının yaygınlaştığını görüyoruz.
İkincisi, yine II. Dünya
Savaşı sonrası ve Soğuk Savaş döneminden farklı olarak, bugün, Batı-dışı alanda
yer alan ve “Küresel Güney” dediğimiz ülkelerden Türkiye’ye ciddi rakipler
geliyor. Başta Hindistan ve Brezilya olmak üzere, Suudi Arabistan, Güney
Afrika, Vietnam vb. ülkeler yeni dönemde Türkiye ile ticaretten yazılıma ve
güvenliğe kadar geniş bir alanda rekabet içinde olacaklar.
Türkiye’nin Batı-Doğu arasında “köprü”
olma konumuna karşı, bu ülkeler Batı sonrası dünyanın “koridor”larının kilit
aktörü olmayı istiyorlar, tabii ki Türkiye’yi dışlayarak. Köprünün yerine
koridor mu gelecek?
Türkiye’nin rakipleri Batı-dışı dünyadan
geliyor ve sayıları artıyor. Washington bu ülkelerle ilişkilerini stratejik
ortak konumunda geliştirmek ve derinleştirmek istiyor.
Üçüncüsü, al-ver ilişkisi
temelinde sürdürülen stratejik otonomi uygulaması sadece Türkiye-Batı
ilişkilerini zayıflatmıyor, dahası, bu ülkeler ve Küresel Güney ile ilişkilerde
Türkiye’nin rekabet gücünü de azaltıyor.
Hindistan-Türkiye gerilimi ve Hindistan’ın
Türkiye’yi pas geçen tedarik zinciri arayışları ve küresel koridorlar kurma
vizyonu bu bağlamda çok aydınlatıcı bir örnek.
İlginçtir, Türkiye-Hindistan ilişkilerine
ilgi ülkemiz içinde çok az.
Dördüncüsü, Türkiye özelinde
rekabetçi otoriter rejim ile Batı-sonrası dünya ne kadar uyumlu sorusunu
tartışmalıyız.
Küresel Güney içinde, Türkiye özgün; çünkü
Türkiye’nin diğer Batı-dışı aktörlerden farklı olarak Batı, AB ve NATO ile
ilişkileri, tarihi, coğrafi, ekonomik ve özellikle kurumsal ve hukuksal anlamda
çok yakın ve stratejik nitelikte.
Türkiye, stratejik otonomi uygulaması
içinde Batı ile ilişkilerine yeterince önem vermiyor, al-ver ilişkisi içinde
sürdürmeye çalışıyor. İçeride Batı karşıtlığı söylemini destekleyen, dışarıda
da al-ver ilişkisini uygulayan bir dış politika anlayışımız var.
İçerisi-dışarısı bağlantısını rekabetçi
otoriter rejim anlayışı kurarken; anlayışın Batı-sonrası dünya için doğru
tercih olduğu savunuluyor. Fakat içeride rekabetçi otoriterlik, dışarıda
stratejik otonomi tercihinin bugüne kadar Türkiye için fırsatlardan daha çok
riskler ve meydan okumalar yarattığını görüyoruz.
Washington’dan dönüşümde şu noktaya
geldiğimi söyleyerek bitireyim: Batı-sonrası dünyadaki savaş riskleri
bağlamında üç tarafı savaşlarla çevrili Türkiye’yi çok zor yıllar bekliyor.
31 Mart 2024 Yerel Seçimleri çok önemli
ama 1 Nisan 2024-Mayıs 2028 arası dönem de Türkiye için önemli ve zor geçecek.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidarı aşan bir
“Türkiye meselemiz” var. Batı-sonrası dünyada Türkiye sorusunu “Türkiye
meselesi” olarak tartışmalıyız. Bu üç yazı da bu tartışmaya bir davet olarak
okunulabilir.
FUAT KEYMAN KİMDİR?
Sabancı Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve
öğretim üyesidir. Aynı zamanda İstanbul Politikalar Merkezi (İPM) direktörü ve
Türkiye Bilim akademisi üyesidir. Çok sayıda uluslararası düşünce kuruluşunun
ve akademik derginin danışma kurulunda bulunan ve 2013 yılında başlayan Çözüm
Süreci’nde Akil İnsanlar Komisyonu üyesi olarak da görev yapan Keyman;
demokratikleşme, küreselleşme, uluslararası ilişkiler, sivil toplum ve
Türkiye’de devlet-toplum ilişkileri üzerine çalışmalar yürütmektedir. Yurt dışı
ve içinde yayımlanmış çok sayıda makaleye imza atan Keyman’ın, Hegemony Through
Transformation: Foreign Policy, Identity, and Democracy in Turkey (Dönüşüm
Yoluyla Hegemonya: Türkiye’de Dış Politika, Kimlik ve Demokrasi), Symbiotic
Antagonisms: Competing Nationalisms in Turkey (İç içe Çatışmalar: Türkiye’de
Milliyetçilik) isimli kitapları da bulunmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.