Hiçbir etnik köken ayrımı yapmaksızın yurdum/Anadolu insanının bazı güçlü ahlaki meziyetleri vardır. Örneğin misafirperverlik, yardımseverlik yani yakınını, yetimi, yoksulu korumak ve vatanperverlik bunlardandır. Yaygın olan ahlaksızlığımızın da iki kökeni vardır. Bunlar da “Ajandacılık” yani ezber, taklit, düşüncesizlik ve “Fırsatçılık”. Bu yazıda bu iki kültürel, sosyal-psikolojik kod-genetik üzerinde duracağım.
1- AJANDACILIK
Ezber, taklit ve
düşüncesizliğe dayanan Ajandacılığın biri dinsel, diğeri seküler iki versiyonu
mevcuttur.
a- Dinsel Ajandacılık
Dinsel ajandacılığın da bir
“Sünni”, bir de “Alev”i versiyonu mevcuttur. Sünni ajandacılık, dindarlığı
“İlmihal” dindarlığı olarak imanın “Altı Şartı (Amentü)” ve “İslam’ın Beş Şartı
(Namaz, Oruç, Hac, Zekât, Kelime-i Şehadet)” veya “32-45 Farz” ve belli
“Haram”lara (içki, kumar, zina, domuz eti, faiz…)” indirger. Alevilerde de
benzer bir ajanda mevcuttur: “Eline-Beline-Diline hâkim ol”, “Muharrem”
merasimleri, “Üçler-Yediler-Kırklar”, ”Ehli Beyt Sevgisi” vs.
İtikat ve ibadet ağırlıklı bu
ajandalarla “dindarlık” kâmil olarak addedilince; dinin aslı olan insani
ilişkilerde somut ahlak (adalet-merhamet), büyük ölçüde ıskalanmış oluyor.
İbadet-i mersume, bir nevi ahlaksızlığın sigortası oluyor. Spinoza’nın dediği
gibi: “Kitleler, Tanrı’yı kandırma peşindedir.” yargısı doğrulanmış oluyor.
Sokak insanı, -yükte hafif, pahada ağır- bazı seremonilerle sorumluluğunu ifa
ettiğini düşünerek, hemcinsine karşı kolayca katil, gasıp, zorba ve zalim
olmaya bir nevi “fetva” çıkarmış oluyor. Ergün Poyraz, “İvana Sert’in:
“Müslüman değilim, ama namaz kılıyorum” sözüne, “Hiç merak etme, bizim çoğumuz
da öyleyiz” yorumunu yapmış. Bu yorum, meramımı bir nebze ifade ediyor.
Oysa insani-ahlaki ilişkiler,
gün boyu siyaset, iktisat, hukuk başta olmak üzere, her alanda, her yerde ve
hep tekil/biricik olduğu için, hakkaniyete/adalete uygun olması için bir vicdan
titizliği, tetikte ve teyakkuzda olmayı (takva), düşünmeyi, kılı kırk yarmayı
gerektirir. Benim deyimim ile “Hesabî değil; Hasbî Ve Muhasibî olmayı”
gerektirir. Kur’an’ın, müminlere öğretmeye çalıştığı şey budur. Bunu, Kur’an’ın
her sayfasında görmek mümkündür. Örnek vermeyi zait görüyorum. İsteyenler
bakabilir. Kur’an’da Müşriklerin şiddetle eleştirilmelerinin sebebi de, bu
tutumu reddederek, atalarından devraldıkları taklide, ezbere ve düşüncesizliğe
dayanan “Ajandacılık” larını sürdürmede ısrar etmeleridir. Sünnilikte,
Selefîlikte, Şiîlikte ve Alevîlikte olan, ajandanın değişmesi; fakat
“Ajandacılık”ın büyük oranda devam ettirilmesidir. Ajandacılık veya İlmihal
dindarlığı, “Kerrat Cetveli”ni ezberlemeye benzetilerek faydalarından
bahsedilebilir. Ancak, ben, doğurduğu zararın faydasından kat be kat fazla
olduğu kanaatindeyim. Her şeyden önce Kur’an’a ters. Taklit haramdır (17/36).
Taklitçinin istikamet üzere olması, körün rehberine bağımlılığı gibi, tahkike
değil; tesadüfe, taklide dayanır. Dinde bireysel sorumluluk esastır. Kimse
kimsenin günahını yüklenemez (35/18). Kanaat önderlerine uymak, ahirette
mazeret olarak kabul edilmeyecektir (33/67). Cehennemlikler, ahirette şöyle
diyeceklerdir: Şayet -can kulağı ile (69/12)- “dinleseydik ve akletseydik,
burada olmayacaktık” (67/10). Hâsılı, “dindarların” ahlaklı olabilmesi için,
ölü itikattan canlı iman edinmeye; ezber, taklitten ve düşüncesizlikten
düşünmeye ve vicdanlarını diriltmeye geçmeleri gerekiyor.
b- Seküler Ajandacılık
Seküler Ajandacılık, CHP’nin
“Altı Ok”unda sembolize edilebilir. “Çağdaşlık” olarak kodlanan ve Batıyı
taklide dayanan bazı tutum ve davranışlar ile –ahlaki bağlamda ne yapıldığına
değil- “Medeni” olunduğu varsayılır. Devrimler, çok az sayıdaki seküler halk
kesiminde dinamik ahlaki bir telos yaratabilmiştir. Burada da ezber, taklit ve
düşüncesizlik kol gezmektedir. Mustafa Kemal’in “Atatürk” olarak yüce-kutsal ve
dogmatik bir itikad nesnesine dönüştürülmesi söz konusudur. Onun kişiliği ve
yaptıkları düşüncenin, icap ediyorsa eleştirmenin ve ıslahın konusu yapılamaz.
Kurtuluş savaşının mümtaz önderi ve devrimlerin banisi, dogmatik bir külte
dönüştürülmüştür. Bir “insan” ve “kahraman” olarak Türk tarihindeki hak ettiği
yere yerleştirilememiştir. Muhafazakârların, onun hakkındaki yorumları da,
tersinden/negatif olarak benzerdir, ezberdir.
Sünniler, “Râşid” halifeleri;
Sekülerler, Atatürk’ü, Aleviler, Ali-Hüseyin ve Hacı Bektaş’ı kendilerine
“Örnek” adı altında birer ölüm ağı olan “Örümcek ağı” gibi (29/41), -taklitle-
önlerinde tutarak, onları aşacak kahramanlar çıkaramıyorlar. Oysa: “Onlar, bir
topluluktu; geçip gittiler. Onların kazandıkları, kendilerine; sizin
kazandıklarınız, sizedir.” (2/134).
1960-1990 arasında Türkiye’de
etkin olan Marxist solda da benzer bir ezber, taklit ve
düşüncesizliğin/slogancılığın egemen olduğunu herkes biliyor: Komünist, Sosyalist,
Leninist, Stalinist, Goşist, Revizyonist, Maoist… kavramları, birer düşünce
içeriğinden ziyade; dogmatik kavramlardı. Diğerlerine nispetle, solda biraz
düşünce kırıntılarının mevcut olduğunu itiraf edelim.
2- FIRSATÇILIK
Tarihte büyük çoğunluğu, -“kuş
uçmaz, kervan geçmez- köy ve orta boy kasabalarda yaşayan Anadolu insanının,
Osmanlı tarafından ekonomik ve eğitim bakımından büyük ölçüde ihmal edildiği,
yoksul ve cahil bırakıldığı bilinmektedir. Şair Şükrü Erbaş’ın “Köylüleri Neden
Öldürmeliyiz?” adlı şiiri, bu trajediyi resmeder. Bu şiirin başlığı yanlıştır;
belki “Neden Eğitmeliyiz?” olmalıydı. Ağrımıza gitse de, yapılan tasvirin,
oldukça gerçeklik payı vardır: “Çünkü onlar, ağırkanlı adamlardır; değişen bir
dünyaya karşı kerpiç duvarlar gibi katı, çakırdikenler gibi susuz, kayıtsızca
direnerek yaşarlar. Aptal, kaba ve kurnazdırlar. İnanarak ve kolayca yalan
söylerler. Paraları olsa da, yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır. Her
şeyi hafife alır ve herkese söverler. Yağmuru, rüzgârı ve güneşi bir gün olsun,
ekinleri akıllarına gelmeden düşünmezler. Birbirlerinin sınırlarını sürerek
topraklarını büyütmeye çalışırlar. Onlar, karılarını döverler; seslerinin tonu
yumuşak değildir; dışarda ezildikçe, içerde zulüm kesilirler. Gazete okumazlar
ve haksızlığa ancak kendileri uğrarsa karşı çıkarlar. Karşılığı olmadan kimseye
yardım etmezler. Adım başı pınar olsa da; köylerinde temiz giyinmez ve her
zaman bir karış sakalla gezerler…” Şiir, uzun; isteyenler, internetten tamamını
okuyabilir. “Eski köye yeni adet getirmeme”, “İcat çıkarmama”, “Erken öten
horozun başını kesme” …deyimleri, yurdum insanının bilgeliğinin (“Anadolu
İrfanı”!) incileridir.
“Fırsatçılık” a gelince, bu
kod/karakter, asker-göçebe Türk tarihini; Fütuhat ve Ganimet gelenekleri ile
bütün bir Müslümanlar tarihini kesen bir yapıdır. Yönetim/Devlet denen yapının,
Hz. Muhammed’in ölümünden sonra, halk (Şura) ve onun maslahatı yerine;
Allah-Peygamber-Halife (Kabile-Kureyş) ve Sultan/Saltanat ile dolayımlanan
“kutsal” bir yapı olması; Beytulmalın/Hazinenin, herkesin malı/hakkı olmaklığı
yerine; hiç kimsenin (Allahlık) malı olması, yani bir “Kamu Hukuku” nun
geliştirilmemiş olması, bu kodun teolojik, politik ve ekonomik kaynağıdır.
İslam fıkhında “Hırsızlık”, bireysel mülkiyete karşı işlenmiş bir suç olarak
kodlanmış; kamu malı/herkesin malı hesaba katılmamıştır.
“Ganimet Ekonomisi”nin genel
mottosu: “Hay’dan (Allahtan-ganimetten) gelen, HU’ya (israf-boş) gider”dir.
Kamuya (herkese) ait olan devlet mülkiyetini özel mülkiyet geçirmek; siyasi
elitlerin, onu “Vakıf” adı altında veya doğrudan yakınlarına “peşkeş çekmesi”,
“Arpalık” olarak bağışlaması, “Ulufe dağıtması”, itiyattandır.
Emek sarf etme, alın teri
dökme, çalışma, üretme, ticaret yaparak mal-mülk edinmenin yanı sıra
fırsatçılığın Türkiye Cumhuriyeti döneminde “Anadolu İrfanı” ndaki yansımaları
şöyledir: “Sallabaşını, al maaşını”, “İş buldun, sıvış; aş buldun, giriş”,
“Nerde beleş, orda yerleş”, “Bedava pekmez, baldan tatlıdır”, “Elin tavuğunun,
ele “kaz” olarak görünmesi”, “Köşeyi dönmek”, “Köprüyü geçinceye kadar, Ayı’ya:
“Dayı” de”, “Gemisini yürüten, kaptandır.”, “Bana değmeyen yılan, bin yıl
yaşasın”…
Siyasetin Türkiye’de
“ikiyüzlülük, yalan söyleme, kurnazlık, kumpas, kandırma; Bürokrasinin, adam
bulma, adam kayırma, torpil yapma anlamlarına kayması, bu karakterin
yansımalarıdır. 1960 sonrası yaşanan iç-göç sonucu ortaya çıkan “Gece Kondu”
olayı; son dönemlerde Enflasyonu bahane ederek her türlü emtiadaki “fahiş”
fiyat artışları, dindar (Hacı, Oruç tutan, alnı secde gören...) veya değil, “Esnaf”
kesiminin genel ahlaksızlık (fırsatçılık) örnekleridir.
3- SONUÇ
Muhafazakâr Sünnîler,
Sekülerler ve Alevîler, düşünerek, dürüstçe “insan” olmanın ahlaki
sorumluluğunun azametini keşfetmek ve bunu üstlenmekle mükelleftirler. Hepimiz
için, neye ve nasıl inandıkları, -bir sorun olarak- ikinci sırada gelir. Hz.
İsa efendimizin dediği gibi: “Ağaç, meyvesinden belli olur.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.