YOLSUZLUK VE HIRSIZLIK FARKI
Uzun süre önce Maruf bir ilahiyatçımızın
21 Aralık 2014’te Yeni Şafak’ta yayımlanan yazısı dikkat çekiciydi. Yazıda
“Yolsuzluk başka hırsızlık başkadır” ifadesi kullanılmıştı. “Yolsuzluk da ayıp,
günah ve suç olduğu halde tarifi ve hükmü bakımından hırsızlık değildir, hukuki
sonuçları ve cezası farklıdır” yorumu ne yazık ki muhalif kamuoyunda tepki
çekse de mahallede pek karşılık bulamamıştı. Sayın hocamız, muhalif çevrelerin
tepkisi üzerine açıklamasına getirdiği şerhte, rüşveti ve makyavelist yöntemi
değil “Yüce davanın siyaseti” kavramını kastettiğini belirtmişti. Anlaşıldığı
kadarıyla bu ifade kendi geleneğinin Kelam anlayışı ve vizyonuna dayanmaktaydı.
Hocamızın kastettiği bu mudur veya değil
midir bilinmez ama ne yazık ki dünya yolsuzluk indeksi sıralamasında başta
ülkemiz olmak üzere Iran, Endonezya, Malezya, Tunus, Mısır, Cezayir ve
Filistin’in zamanındaki İslamcı yönetimi gibi, Siyasal İslam eğilimli
iktidarların yolsuzluk puanı yüksekliği ilk 56’yı aşmakta.
Cezayir’de 1990’da İslami Selamet Cephesi
yerel seçimlerde ilk başarısını göstermişti. 1994’te ise Türkiye’de İslamcı
siyaset, yerel yönetim seçimlerinde başta İstanbul ve Ankara olmak üzere başarı
kaydediyordu. Artık seküler Devletin kurumsallaştıramadığı demokrasi, politik
ve bürokrat sınıflarının yolsuzluklarını önlemeye yetemiyordu. Alt ve orta
sınıflar eziliyordu. Elit olmayan taşra ve orta sınıflar yolsuzluklara karşı
çıkış arıyorlardı. Zira kurucu ideolojinin bir kısım elitlerinin yolsuzlukları
alt yapı hizmetlerini ve tüm yerel yatırımları bu anlamda engelliyordu. Yeni
bir şey vadeden İslamcı siyasetin yürüyüşünün önünü, devlet elitleri artık
yerel yönetim seçimlerinde kesemiyordu.
Mahalle örgütlenmesi tabanlı Millî Görüş
kadroları, merkez sağ ve solun yolsuzluklarla yıprattığı, alt yapı
yatırımlarını ve temel belediyecilik hizmetlerini tekrar canlandırdılar.
Refah-Yol ve Ak parti iktidarında da bunların somut toplumsal örneklerini verdiler.
Bugün de dünya yolsuzluk endeksinde rekora koşmamıza rağmen, hala altyapı ve
sosyal hizmetlerinin İslamcı siyaset ile devam edebilmesi, seçmen kitlesi
davranışının anlaşılabilmesinde bizlere bir delil teşkil etmekte. Muhtemel,
ilahiyatçı Hocamızın, topluma karşı bir sorumluluk olarak yolsuzluk ve
hırsızlık farkı vurgusunda bu tespitin bir yeri olabilmekte. Belki de mahalle
yolsuzluğu, popülist siyasette hizmette bir sorun değil, yatırımların
motivasyon aracı olarak, bilinç üstünde kabul etmekte. Ancak aynı Mahalle
ileride muhalefetten iktidara gelebileceklerin, var saydığı potansiyel
yolsuzluğu ise hizmet ve yatırımların önünde eski tecrübesine binaen hırsızlık
tanımına katıp, engel kabullenmekte. Bu durum, sokaklar ve kahvelerde
söylendiği rivayet edilen “yolsuzluk ehline helal ehli olmayana haram”
söylentisini de bize çağrıştırmakta.
İSLAMCILIK, SİYASAL İSLAM VE
MAHALLE
Çoğu halkları Müslüman olan ulus
devletler, Fransız laikliğini kamuda otoriter ve jakoben mantıkla
yorumlamışlardı. Bağımsızlığını savaşarak elde etmiş İmparatorluk varisi
Türkiye ve eski sömürge Cezayir, Tunus gibi devletlerde de sistem, siyasal
İslam’a karşı duyarlı kurgulanmıştı. Bu ülkelerdeki genellikle başta Millî
Görüş ve Müslüman Kardeşler v.b hareketler ise sisteme karşı şiddet kullanmaya
karşıydılar. Halkın bir şekilde kendi yanlarında doğal olarak bulunduğu var
sayımıyla, kanun ve kurallara uygun demokratik mücadelenin sonuç getireceğini
biliyorlardı. O açıdan da zaman zaman son dönemlerde liberal demokrasi
söylemine de sahip çıkıyorlardı.
Siyasal İslamcılık genelde Sovyetlerin
Afganistan’dan çekilmesiyle, İran İslam devrimi süreciyle Mısır’da Müslüman
Kardeşlerden 1940’lardan bu yana teorik zemini bulunan gelenekten kopuk bir
modern ideoloji. Burada önemli olan Siyasal İslam tabirinin Abdülhamit ve Said
Halim Paşa İslamcılığından ayrılması sorunudur. İslamcılık ideolojisi,
görünürde Müslüman halkların banisi Halifenin liderliğinde tek devlet-Osmanlı
imparatorluğunun çatısı altında kolonyalist ve emperyalistlere karşı halkların
toplanmasını içeriyordu. İslamcılık, çökmekte olan bir imparatorluğun beka
ideolojisiydi. Ayrıca o dönemde Said Halim ve Mizancı Murat gibi tamamen batıda
eğitim alan ana dili Fransızca olan aydın yöneticiler, İslamcılığa derinlik de
katıyorlardı. Bu aydın yöneticiler, modernitenin köklü eleştirilerini batıdaki
gelenekçi akımdan da etkilenip felsefi yaklaşımla yapabiliyorlardı. Bugünkü sığ
Siyasal İslamcılara baktığımızda, bu aydın devlet adamları ideolojilerine çok
daha nitelikli entelektüel kılıflar da giydirebiliyorlardı. Bir bakıma Siyasal
İslamcılık sınıfsal ve popülist bir hareketle, devleti ele geçirme ideolojik
cereyanı, İslamcılık ise bir imparatorluğun beka ideolojisi olarak var
olmuşlardı.
Belirttiğimiz gibi Siyasal İslam ise ulus
devlet dönemi ve ideolojiler çağında köktenci bir ideoloji yaratarak ezilen bir
sınıfın tepkisel iktidarını örgütlüyordu. Özellikle, Türkiye dışındaki Siyasal
İslamcıların Lübnan, Basra, Mısır’dan tutun Pakistan’a, eğitim olarak da El
Ehzer’den, Asya medreselerine uzanan, Şii’lik ile de karışık bir yeni bir
oluşumu vardı. Bazen köktenci ve Osmanlı karşıtıydılar bazen de Sosyalizm ve
Liberalizm’den etkilenmişlerdi. Modern döneme aittiler. Yöntemde
pragmatisttiler. Teorisyenleri vardı ancak filozofları hiç yoktu.
Türkiye’deki orta yolcu Millî Görüş
hareketi ise devletle hep barışık olmaya dikkat etti. Devleti Osmanlı
İslamcılığı ile gerçek bekasını sağlayacağına iknaya çalıştı. Öyle ki M. Kemal
Atatürk’ü bile bu denkleme, tarihi geçmişte siyaseten görünürde dahil etmeye
çalıştı. Ancak söz konusu uluslararası İslamcı hareketlerle de Millî Görüşün
iletişimi vardı. Bu bazen devlet ve uluslararası aktörler için de cazip bir
şeydi. Hareket adeta Abdülhamit ve Sait Halim paşanın İslamcı derinlikli devlet
siyasetini Millî Görüş ideolojisi adı altında yerli ve milli Türk tipi bir
Siyasal İslam ideolojisine kodifiye etmeye çalışıyordu. Hareketin devlet ile
bir sorunu kalmadığını gören mahalle de şeksiz ve şüphesiz artık bu yeni
siyasetin arkasında saf tutmaya başlamıştı.
SİYASAL İSLAMCILIK VE YOLSUZLUK
“Din güzel ahlaktır” Hz. Muhammet (a.s)
Tarihsel ezilmişlik ve mağdurluğa kitlenen
mahalle için İslamcılardan oluşan yeni üst sınıf ve alt sınıf ayrımı önemsizdi.
Kimlik esaslı üst sınıf yolsuzluğu, bir bakıma kamudan servet transferi yaparak
yeni siyasi kimliğin güçlenme aracıydı. Ezilenler, Cumhuriyet elitleriyle
hiçbir zaman ulaşamayacakları lüksü kendilerine benzeyenlerin ezerek
kullanmalarını bir özdeşim ile seyrediyordu.
Sırf Türkiye değil, Malezya, Endonezya,
Filistin veya Tunus gibi batıya açık İslam ülkelerinde sistematik bir yolsuzluk
problemi daha sıkça kendini açığa vurmakta. Hatta Mısır’da merhum Mursi dönemi
bile benzer şayialarla anılmakta.
Malezya eski başbakanı veya Endonezya,
eski devlet başkanları bir şekilde tasfiye edildiler. Belki de özel durum
olarak bu tasfiyeleri sistematik bir yolsuzluğun parçası olarak da
görmeyebiliriz.
Ancak bilinen İslam ülkelerinde sistematik
yolsuzluğun yargılanma güçlüğünü, Rusya örneği ile özdeşleştirebiliriz. Zira
Rusya’da merkezde lider, devlet ve oligarklar iç içedir. Kuvvetlerin ayrılığı
değil birliği mevcuttur. Para tamamen siyasidir. Gerektiği zaman el
değiştirebilir. Kimin üst düzey zengin olup olamayacağına devlet-lider karar
vermektedir.
Bugün Siyasal İslamcılık, ülkemiz ve İslam
dünyasında gerek ülke ve gerekse uluslararası elitlerine karşı, mazlumların
kimlik ve sınıfsal mücadelesi olarak cereyan etmektedir. Şiiliğin Takiye veya
Makyavel’in yöntemleri uyarlanarak Siyasal İslam anlayışı, ideoloji kılıfı
altında bir sınıfsal iktidar mücadelesinin adı olmuştur. Fikri ve felsefi
derinliği olmayan bir hareketten kurallı bir kitlesel etik ve vicdan da
beklemek zordur. Sorun bireysel değil kitlesel ahlakın tanımından
kaynaklanmaktadır. Ranta ve kamu kaynaklarına bağlı bir yaratılan sınıftan
nasıl bir kültürel iktidar beklenir anlamak da mümkün değildir.
SONUÇ YERİNE
Endülüs, Bağdat veya Horasan Rönesansı
karşı aydınlanmasından 400 yıldır mahrum bırakılan Müslüman halklar için bir
ahlak ve vicdan felsefesi oluşamamıştır. Din sadece Kelam ve Fıkhın kutsal
halife-devlet anlayışıyla sınırlanmıştır. Siyasal İslam kendini, sadece Jakoben
elitist laiklere karşı bir var oluş kavgası ve iktidar mücadelesinin kahraman
aktörü olarak görmüştür. Bu mücadelenin temel yakıt da ahlak felsefesi değil
ancak para-sermaye olmuştur. Sistematik yolsuzluk zaman zaman var olma
mücadelesinin bir parçası olmasına karşın, kendilerince hırsızlık ile kesin
ayrışmaktalar. Hırsızlığın ise ancak bireysel bir suç olarak ve yoksullar için
haram kabul edildiği izlenimi vermekteler.
Ortadoğu veya Uzakdoğu da dünyanın
sermayesini ele geçiren Müslüman para ve iktidar sahiplerinin, başta kendi
ülkelerine ve dünyaya neleri verebildikleri, hamaset ile motive olabilen
mahallelerin gözünden kaçabilse de, evrensel vicdanın dikkatinden
kaçmayacaktır.
Bir zamanlar Tansu Çillerin meşhur
gaflarından biri olan ”Cenabı Allah’ı size emanet ediyorum” sözü çok
konuşulurdu.
Bugün de mütedeyyin mahalle adeta din ve
Allah’ı siyasete emanet etmiş izlenimi vermekte.
Bırakalım din Allah’a emanet olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.