8 Temmuz 2025 Salı

İsrail saldırılarının teopolitik zemini ve İran sınavımız Dr. Hayati Bice-07/07/2025

Teopolitik kavramı “din” anlamına gelen teo (theos) ile siyaset anlamındaki politik (politics) kelimelerinin izdivacından doğmuştur. Genel anlamıyla teopolitik kavramı, siyaset alanındaki tutum ve davranışların dinî temellerine, siyaseti şekillendiren etmenlerin din alanındaki öncüllerine işaret eder.

Ortadoğu’da haritaların yeniden belirlenmesini zorlayan gelişmeler Suriye İç Savaşı’nın başlangıç tarihi olarak kabul edilen 15 Mart 2011’de, ülkenin güneyindeki orta ölçekli Deraa kentinde bir grup öğrencinin okul duvarlarına rejim karşıtı yazılar yazmasıyla başladı. Duvarlara Beşşar Esed karşıtı sloganlar yazan çocuklar gözaltına alındı ve işkence gördükleri iddiaları üzerine halk arasında büyük bir infial oluştu. Deraa’da başlayan barışçıl gösteriler, kısa sürede ülkenin başkenti Şam, en büyük şehri Halep, İdlib, Humus ve Hama gibi diğer önemli şehirlerine yayıldı. Suriye Ordusu’nun sert müdahaleleri ile tırmanan çatışmalar suikastler ve rejim güçlerinin acımasız güç uygulamaları ile kitlesel katliamlara dönüştü. Suriye yönetimi önemli şehirlerdeki kontrolünü kaybetti. 2012 yılının Haziran ayına gelindiğinde tablo tam bir iç savaş tablosu arz ediyordu ve 13 Haziran’da Birleşmiş Milletler (BM), çatışmanın ciddiyetinin uluslararası düzeyde kabul edildiğini göstererek Suriye’deki şiddeti “iç savaş” olarak tanımladığını duyurdu. Şiddetin tırmanması ile diplomatik faaliyetin anlamsızlaşmasını takiben 2 Ağustos 2012 tarihinde BM ve Arap Birliği ülkede çalışmalarını sona erdirdiler.

TEOPOLİTİK, SURİYE VE ORTADOĞU

Suriye’deki bu gelişmeleri ilgi ve endişe ile izleyen her Türk vatandaşı gibi ben de konuyu açık kaynaklardan izlerken iç savaşın her iki tarafının da dinî argümanları kullandığını fark ettim. 12 Ağustos 2012 tarihinde “Teopolitik Açıdan Suriye’deki Gelişmeler” başlıklı yazımı yazarken incelediğim kaynaklar bölgedeki çatışmanın bir ülkenin iç siyasetleri ötesinde asırlar öncesine uzanan, Yahudi Siyonizmi, Hrıstiyan Evanjelizmi ve İslâmî radikalizm ile örtüşen bir arkaplana sahip olduğunu gösteriyordu. Yazımda öncelikle teopolitik kavramını tarif ederek şunları yazmıştım: “…Teopolitik kavramı “din” anlamına gelen teo (theos) ile siyaset anlamındaki politik (politics) kelimelerinin izdivacından doğmuştur. Genel anlamıyla teopolitik kavramı, siyaset alanındaki tutum ve davranışların dinî temellerine, siyaseti şekillendiren etmenlerin din alanındaki öncüllerine işaret eder. Bu anlamıyla düşünüldüğünde tarih boyu pek çok gelişmenin, siyasi olayın temelinde dinî bir arkaplanın, devlet erkini elinde tutanların teopolitik yaklaşımlarının etkili olduğu söylenebilir.”

Teopolitik konulu yazımı tarihî örneklerle sürdürmüştüm: “Türk tarihinden bir örnek vermek gerekirse İstanbul’un fethini müjdeleyen hadisin mazharı olarak Hz. Rasulullah (s.a.v)’in övgüsünü hak etmek isteyen Fatih Sultan Mehmed’in fetih konusundaki ısrarı, teopolitik bir yaklaşım olarak kaydedilebilirdi. Müştak Baba adlı sufinin “Ankara’nın İstanbul’un yerini alıp başkent olacağı’na dair asırlar öncesinden verdiği teopolitik haber de meşhurdur.” İsmail Kara’nın Şeyh Efendinin Rüyasındaki Türkiye kitabına isim veren yazısı da -Kurtuluş Savaşı’nın belki de kaderini değiştiren- bir teopolitik anlatı idi.

Ülkemizin etrafında başta İsrail ve İran olmak üzere siyasi stratejilerini teo-politikaya göre belirleyen ülkelerin varlığı bu konunun dikkate alınmasını gerektiriyordu. Oysa o günlerde bu konuya kenarından köşesinden yaklaşan ‘amatör ilahiyatçılar’ın ya da TV’lerde “Kur’an şifresi”, “cinlerin esrarı” gibi rating tuzağı konulara dalarak şöhret devşirme peşindeki yarı-şarlatan kişilerin elinde sulandırılıyordu. Biraz daha fazlası Hollywood’un Armageddon filmleri, Netflix Messiah dizisinden öte gitmiyor. Teopolitik kavramını önemine uygun olarak ele alan ilk makalelerden birisi -şu anda Dışişleri Bakan Yardımcısı olan- SETA direktörü Prof. Dr. Burhaneddin Duran imzalı 2014 tarihli yazıdır. Kayda değer iki yazı ise gazeteci Kemal Öztürk’ün 2018, Hüseyin Vodinalı’nın 2019 tarihli köşe yazılarıdır. Ali Rıza Bayzan’ın Türkiye’de Amerikan Misyonerleri kitabının (Bilgi Kitabevi, 2006), alt başlığındaki “Armageddon: Kehanet mi, Teo-Politik Bir Proje mi?” ifadesi de yazarın konunun farkında olduğunu gösteriyor. Teopolitik kavramının literatürde nasıl oluşturulduğuna değinmeden, içeriğine uygun şekilde kullanan yazarın, A.B.D. politikalarında etkili olan “Evanjeliklerin bu savaşta (Armageddon) karşı taraf olarak gördükleri Yecüc ve Mecüc ordusunun başında Türklerin olduğu”na inandıklarını kaydetmesi ve Armageddon anlatılarını Yahudi/hrıstiyan kaynaklarından derlemesi yönleriyle değerlidir.

TEOPOLİTİK BİR DEVLET OLARAK İSRAİL

Bugünkü dünyada İsrail diye bir devletin 20. Yüzyılın başlarında hareketlenen bir süreç sonucunda 1948 yılında resmen kurulması ve o günden bugüne her adımında kan dökerek sınırlarını genişleterek varlığını sürdürmesi teopolitik yaklaşımların bu ülkenin varoluş mücadelesinde ne denli etkin olduğunun en tipik kanıtıdır. Son olarak 7 Ekim 2023 tarihindeki HAMAS saldırıları bahanesi ile başlatılan ve halen de 50 binden fazla insanın bebek-ihtiyar demeden ağır bombardımanlarla katledilmesiyle devam eden Gazze saldırısı bunun son acı tablosudur. Suriye iç savaşı sonrasının bulanık ortamından yararlanarak Şam’ı gören tepelere kadar yayılan İsrail nüfuzu 13 Haziran 2025 gece yarısında Tahran ve çevresinde önemli siyasi hedeflerin imhası ile yeni bir evreye girdi. Şu anda bu evrenin nerede duracağının hiçbir garantisi yok.

Bugün İsrail saldırganlığını yöneten siyasi karar mekanizmasının başında bulunan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun bu yılın Haziran başlarında Arjantin Devlet Başkanı’nın kendisini ziyareti sırasında yaptığı “Osmanlı İmparatorluğu’nun yakın zamanda geri döneceğini düşünmüyorum, dönmeyecek” açıklamasını da teopolitik okuma dışında başka bir şekilde yorumlamak zordur.

İSLAM DÜNYASINDA VE İRAN’DA TEOPOLİTİK

Gelecek vizyonlarında teopolitik argümanlara en fazla önem veren İslam ülkesi bugün İsrail bombalarının hedefinde olan ve ulaştığı nükleer enerji potansiyeli sıfırlanmak istenen İran’dır. İki yıl önceki İran seyahatimizde ziyaret ettiğimiz Meşhed şehrindeki 8. İmam Ali Rıza Makberi etrafında gözlemlediğimiz manzara ile 1990 yılının Bağdat’ındaki Kazımiyye, 2009 yılı Şam’ındaki Zeynebiyye külliyelerinde gördüğümüz manzaralar arasında hemen hiç fark yoktu. Meşhed’deki muhteşem külliyenin banisinin Nakşibendi tarikatı büyükleri ile sıkı dostluk ilişkisi olan ve sünni geleneğe mensub Emir Timur’un torunu olan Uluğbey’in annesi (bölgenin idarî merkezi Herat’taki Türk egemenliğinin sahibi aileden) Gevher Şad Begüm’dür. Muhteşem kubbesi ile ziyaretçileri büyüleyen Meşhed Ulu Camii’nin bir köşesinde unutulmuş Latin harfleri ile yazılmış –muhtemelen Şah döneminden unutulmuş- tabela, bu gerçeği yansıtması yönüyle dikkatlerimizden kaçmadı.

İran’ın önemli şehirlerinden Isfahan’daki Melikşah Türbesi’nin bir kenarda nisyana mahkûm edilmesi yanında Tus yakınlarındaki İmam Gazzâlî mezarının harap hali, İran’ın teopolitik yaklaşımından izler taşıyordu. (Geçtiğimiz günlerde bir X kullanıcısı bu mezarın ihyası için TİKA yetkililerine çağrısını X platformunda paylaştı.) Önce sadece Romanya’daki Sarı Saltık makamı ziyaretinde bir Türkmen dedesinden işittiğim konunun gerçekliğini de yaptığımız Nişabur ziyaretinde aynel-yakîn gördüm: Nişabur’da bir kerpiç ev kalıntısı çevrelenerek ziyaret mahalline dönüştürülmüş ve asılan turistik tabelalara söz konusu kalıntıların ‘Hacı Bektaş Veli’nin Doğduğu Ev’ ibaresi kaydedilmişti. İşin ilginç noktası, başka hiçbir yerde Türkiye Türkçesi ile bir levhaya rastlanmazken (turistik levhaların hemen hepsinde Farsça ve İngilizce kullanılıyor) buradaki levhaların Türkiye Türkçesi ile de dikilmesi idi.

TEOPOLİTİK GELECEK VE DÜNYA MÜSLÜMANLARI

Suriye’nin Osmanlı asırlarındaki adı Bilâd-ı Şam (Şam Beldeleri) idi. Asr-ı Saadet sonrasında hilafeti saltanata dönüştüren Emevilere başkentlik ettiği dönemden itibaren, Şam’ın İslam dünyasında özel bir yeri olmuştu. Hz. Rasulullah Muhammed Mustafa (s.a.v)’den nakledilen Hadis külliyatındaki Şam beldesi ile ilgili rivayetlerin çoğu bu bölgede ortaya çıkması muhtemel teopolitik gelişmeleri içerir. ‘Âhir zaman’ olarak adlandırılan, kıyamet öncesi dönemde ortaya çıkacağı öngörülen ve Fiten başlığında toplanan bu hadisler, her zaman başta saltanat sahibi siyaset adamları olmak üzere Müslümanların ilgi odağı olmuş bu konuda cildlerle eser kaleme alınmıştır. Geçtiğimiz günlerde incelediğim David Cook imzalı önemli bir oryantalizm eserinde ‘Âhir Zaman’ haberleri ile ilişkilendirilen coğrafi nokta sayısının 247 olduğunu gösteren listeyi görünce hayret ettim. Bu 247 noktanın belirlenmesinde bütün hadis külliyatı referans alınmıştı. Bu 247 noktanın önemli bir kısmı Suriye coğrafyasında yer alırken bir o kadarı ise İran topraklarını işaret ediyordu.

Takip ettiğim tasavvuf eksenindeki bir internet forumuna eklenen ve kabri Şam’daki Cebel-i Kasiyyun yamaçlarındaki mescidi içerinde bulunan Abdullah Dağıstanî (v. 30 Eylül 973) adlı Nakşbendi mürşidinin yayınlanmış gelecek öngörülerini içeren bir mesajın 5.613.620 görüntülemeye ulaşması beni çok şaşırttı. Milyonları aşan bu ilgi, teopolitik yaklaşımlara yatkın hiç kimsenin bigâne kalamayacağı bir keyfiyet arz ediyordu. Bu durum benim için Sünnî-Şiî ayırımı olmaksızın dünya Müslümanlarının gelecek ile ilgili haberlere ilgisinin bir kanıtı oldu.

SONUÇ

Ülkelerin jeopolitik değeri kadar halk kitlelerinin yönlendirilmesinde etkili olan teopolitik altyapısının da bilinmesi ve değerlendirilmesi gerekiyor. Bu konuda ülkemizde yapılan akademik çalışmaların son derece yetersiz kaldığını üzülerek gördüm. Sayıları onu bulmayan bu akademik çalışmaların çoğunluğu ise yüksek lisans tezlerinden ibaretti ve bunların sadece ikisi bölgemizdeki gelişmelerle ilgili sayılabilirdi. Ancak öncelikle ABD’de ve Avrupa’da teopolitik üzerine onlarca önemli çalışma yayınlanmışken ülkemizdeki kısırlığa dikkat çekmek istedim. Belki şu satırları okuyanlardan birkaçı -özellikle akademik alandan birileri- konuyla ilgili çalışmalara yönelirlerse bu yazım hedefine ulaşacaktır. Türk tarihinde tasavvufun rolünü önemseyen birisi olarak son sözüm şudur: Allah’ın dediği oluyor ve olacak! Bizim bugünkü ‘İran sınavı’mızın soruları bu olanlar olurken, ne yaptığımız -ya da ne yapmadığımız- konusundan gelecektir. Umarım sınıfta kalmayız!

*Dr. Hayati Bice, tasavvuf alanında doktora derecesine sahiptir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.