Teopolitik kavramı “din” anlamına gelen teo (theos) ile siyaset anlamındaki politik (politics) kelimelerinin izdivacından doğmuştur. Genel anlamıyla teopolitik kavramı, siyaset alanındaki tutum ve davranışların dinî temellerine, siyaseti şekillendiren etmenlerin din alanındaki öncüllerine işaret eder.
Ortadoğu’da haritaların yeniden
belirlenmesini zorlayan gelişmeler Suriye İç Savaşı’nın başlangıç tarihi olarak
kabul edilen 15 Mart 2011’de, ülkenin güneyindeki orta ölçekli Deraa kentinde
bir grup öğrencinin okul duvarlarına rejim karşıtı yazılar yazmasıyla başladı.
Duvarlara Beşşar Esed karşıtı sloganlar yazan çocuklar gözaltına alındı ve
işkence gördükleri iddiaları üzerine halk arasında büyük bir infial oluştu.
Deraa’da başlayan barışçıl gösteriler, kısa sürede ülkenin başkenti Şam, en
büyük şehri Halep, İdlib, Humus ve Hama gibi diğer önemli şehirlerine yayıldı.
Suriye Ordusu’nun sert müdahaleleri ile tırmanan çatışmalar suikastler ve rejim
güçlerinin acımasız güç uygulamaları ile kitlesel katliamlara dönüştü. Suriye
yönetimi önemli şehirlerdeki kontrolünü kaybetti. 2012 yılının Haziran ayına
gelindiğinde tablo tam bir iç savaş tablosu arz ediyordu ve 13 Haziran’da
Birleşmiş Milletler (BM), çatışmanın ciddiyetinin uluslararası düzeyde kabul
edildiğini göstererek Suriye’deki şiddeti “iç savaş” olarak tanımladığını
duyurdu. Şiddetin tırmanması ile diplomatik faaliyetin anlamsızlaşmasını
takiben 2 Ağustos 2012 tarihinde BM ve Arap Birliği ülkede çalışmalarını sona
erdirdiler.
TEOPOLİTİK, SURİYE VE ORTADOĞU
Suriye’deki bu gelişmeleri ilgi ve endişe
ile izleyen her Türk vatandaşı gibi ben de konuyu açık kaynaklardan izlerken iç
savaşın her iki tarafının da dinî argümanları kullandığını fark ettim. 12
Ağustos 2012 tarihinde “Teopolitik Açıdan Suriye’deki Gelişmeler” başlıklı
yazımı yazarken incelediğim kaynaklar bölgedeki çatışmanın bir ülkenin iç
siyasetleri ötesinde asırlar öncesine uzanan, Yahudi Siyonizmi, Hrıstiyan
Evanjelizmi ve İslâmî radikalizm ile örtüşen bir arkaplana sahip olduğunu
gösteriyordu. Yazımda öncelikle teopolitik kavramını tarif ederek şunları
yazmıştım: “…Teopolitik kavramı “din” anlamına gelen teo (theos) ile siyaset
anlamındaki politik (politics) kelimelerinin izdivacından doğmuştur. Genel
anlamıyla teopolitik kavramı, siyaset alanındaki tutum ve davranışların dinî
temellerine, siyaseti şekillendiren etmenlerin din alanındaki öncüllerine
işaret eder. Bu anlamıyla düşünüldüğünde tarih boyu pek çok gelişmenin, siyasi
olayın temelinde dinî bir arkaplanın, devlet erkini elinde tutanların teopolitik
yaklaşımlarının etkili olduğu söylenebilir.”
Teopolitik konulu yazımı tarihî örneklerle
sürdürmüştüm: “Türk tarihinden bir örnek vermek gerekirse İstanbul’un fethini
müjdeleyen hadisin mazharı olarak Hz. Rasulullah (s.a.v)’in övgüsünü hak etmek
isteyen Fatih Sultan Mehmed’in fetih konusundaki ısrarı, teopolitik bir
yaklaşım olarak kaydedilebilirdi. Müştak Baba adlı sufinin “Ankara’nın
İstanbul’un yerini alıp başkent olacağı’na dair asırlar öncesinden verdiği
teopolitik haber de meşhurdur.” İsmail Kara’nın Şeyh Efendinin Rüyasındaki
Türkiye kitabına isim veren yazısı da -Kurtuluş Savaşı’nın belki de kaderini
değiştiren- bir teopolitik anlatı idi.
Ülkemizin etrafında başta İsrail ve İran
olmak üzere siyasi stratejilerini teo-politikaya göre belirleyen ülkelerin
varlığı bu konunun dikkate alınmasını gerektiriyordu. Oysa o günlerde bu konuya
kenarından köşesinden yaklaşan ‘amatör ilahiyatçılar’ın ya da TV’lerde “Kur’an
şifresi”, “cinlerin esrarı” gibi rating tuzağı konulara dalarak şöhret devşirme
peşindeki yarı-şarlatan kişilerin elinde sulandırılıyordu. Biraz daha fazlası
Hollywood’un Armageddon filmleri, Netflix Messiah dizisinden öte gitmiyor. Teopolitik
kavramını önemine uygun olarak ele alan ilk makalelerden birisi -şu anda
Dışişleri Bakan Yardımcısı olan- SETA direktörü Prof. Dr. Burhaneddin Duran
imzalı 2014 tarihli yazıdır. Kayda değer iki yazı ise gazeteci Kemal Öztürk’ün
2018, Hüseyin Vodinalı’nın 2019 tarihli köşe yazılarıdır. Ali Rıza Bayzan’ın
Türkiye’de Amerikan Misyonerleri kitabının (Bilgi Kitabevi, 2006), alt
başlığındaki “Armageddon: Kehanet mi, Teo-Politik Bir Proje mi?” ifadesi de
yazarın konunun farkında olduğunu gösteriyor. Teopolitik kavramının literatürde
nasıl oluşturulduğuna değinmeden, içeriğine uygun şekilde kullanan yazarın,
A.B.D. politikalarında etkili olan “Evanjeliklerin bu savaşta (Armageddon)
karşı taraf olarak gördükleri Yecüc ve Mecüc ordusunun başında Türklerin olduğu”na
inandıklarını kaydetmesi ve Armageddon anlatılarını Yahudi/hrıstiyan
kaynaklarından derlemesi yönleriyle değerlidir.
TEOPOLİTİK BİR DEVLET OLARAK İSRAİL
Bugünkü dünyada İsrail diye bir devletin
20. Yüzyılın başlarında hareketlenen bir süreç sonucunda 1948 yılında resmen
kurulması ve o günden bugüne her adımında kan dökerek sınırlarını genişleterek
varlığını sürdürmesi teopolitik yaklaşımların bu ülkenin varoluş mücadelesinde
ne denli etkin olduğunun en tipik kanıtıdır. Son olarak 7 Ekim 2023 tarihindeki
HAMAS saldırıları bahanesi ile başlatılan ve halen de 50 binden fazla insanın
bebek-ihtiyar demeden ağır bombardımanlarla katledilmesiyle devam eden Gazze saldırısı
bunun son acı tablosudur. Suriye iç savaşı sonrasının bulanık ortamından
yararlanarak Şam’ı gören tepelere kadar yayılan İsrail nüfuzu 13 Haziran 2025
gece yarısında Tahran ve çevresinde önemli siyasi hedeflerin imhası ile yeni
bir evreye girdi. Şu anda bu evrenin nerede duracağının hiçbir garantisi yok.
Bugün İsrail saldırganlığını yöneten
siyasi karar mekanizmasının başında bulunan İsrail Başbakanı Binyamin
Netanyahu’nun bu yılın Haziran başlarında Arjantin Devlet Başkanı’nın kendisini
ziyareti sırasında yaptığı “Osmanlı İmparatorluğu’nun yakın zamanda geri
döneceğini düşünmüyorum, dönmeyecek” açıklamasını da teopolitik okuma dışında
başka bir şekilde yorumlamak zordur.
İSLAM DÜNYASINDA VE İRAN’DA
TEOPOLİTİK
Gelecek vizyonlarında teopolitik
argümanlara en fazla önem veren İslam ülkesi bugün İsrail bombalarının
hedefinde olan ve ulaştığı nükleer enerji potansiyeli sıfırlanmak istenen
İran’dır. İki yıl önceki İran seyahatimizde ziyaret ettiğimiz Meşhed şehrindeki
8. İmam Ali Rıza Makberi etrafında gözlemlediğimiz manzara ile 1990 yılının
Bağdat’ındaki Kazımiyye, 2009 yılı Şam’ındaki Zeynebiyye külliyelerinde
gördüğümüz manzaralar arasında hemen hiç fark yoktu. Meşhed’deki muhteşem
külliyenin banisinin Nakşibendi tarikatı büyükleri ile sıkı dostluk ilişkisi
olan ve sünni geleneğe mensub Emir Timur’un torunu olan Uluğbey’in annesi
(bölgenin idarî merkezi Herat’taki Türk egemenliğinin sahibi aileden) Gevher
Şad Begüm’dür. Muhteşem kubbesi ile ziyaretçileri büyüleyen Meşhed Ulu
Camii’nin bir köşesinde unutulmuş Latin harfleri ile yazılmış –muhtemelen Şah
döneminden unutulmuş- tabela, bu gerçeği yansıtması yönüyle dikkatlerimizden
kaçmadı.
İran’ın önemli şehirlerinden Isfahan’daki
Melikşah Türbesi’nin bir kenarda nisyana mahkûm edilmesi yanında Tus
yakınlarındaki İmam Gazzâlî mezarının harap hali, İran’ın teopolitik
yaklaşımından izler taşıyordu. (Geçtiğimiz günlerde bir X kullanıcısı bu mezarın
ihyası için TİKA yetkililerine çağrısını X platformunda paylaştı.) Önce sadece
Romanya’daki Sarı Saltık makamı ziyaretinde bir Türkmen dedesinden işittiğim
konunun gerçekliğini de yaptığımız Nişabur ziyaretinde aynel-yakîn gördüm:
Nişabur’da bir kerpiç ev kalıntısı çevrelenerek ziyaret mahalline dönüştürülmüş
ve asılan turistik tabelalara söz konusu kalıntıların ‘Hacı Bektaş Veli’nin
Doğduğu Ev’ ibaresi kaydedilmişti. İşin ilginç noktası, başka hiçbir yerde
Türkiye Türkçesi ile bir levhaya rastlanmazken (turistik levhaların hemen
hepsinde Farsça ve İngilizce kullanılıyor) buradaki levhaların Türkiye Türkçesi
ile de dikilmesi idi.
TEOPOLİTİK GELECEK VE DÜNYA
MÜSLÜMANLARI
Suriye’nin Osmanlı asırlarındaki adı
Bilâd-ı Şam (Şam Beldeleri) idi. Asr-ı Saadet sonrasında hilafeti saltanata
dönüştüren Emevilere başkentlik ettiği dönemden itibaren, Şam’ın İslam
dünyasında özel bir yeri olmuştu. Hz. Rasulullah Muhammed Mustafa (s.a.v)’den
nakledilen Hadis külliyatındaki Şam beldesi ile ilgili rivayetlerin çoğu bu
bölgede ortaya çıkması muhtemel teopolitik gelişmeleri içerir. ‘Âhir zaman’
olarak adlandırılan, kıyamet öncesi dönemde ortaya çıkacağı öngörülen ve Fiten
başlığında toplanan bu hadisler, her zaman başta saltanat sahibi siyaset
adamları olmak üzere Müslümanların ilgi odağı olmuş bu konuda cildlerle eser
kaleme alınmıştır. Geçtiğimiz günlerde incelediğim David Cook imzalı önemli bir
oryantalizm eserinde ‘Âhir Zaman’ haberleri ile ilişkilendirilen coğrafi nokta
sayısının 247 olduğunu gösteren listeyi görünce hayret ettim. Bu 247 noktanın
belirlenmesinde bütün hadis külliyatı referans alınmıştı. Bu 247 noktanın
önemli bir kısmı Suriye coğrafyasında yer alırken bir o kadarı ise İran
topraklarını işaret ediyordu.
Takip ettiğim tasavvuf eksenindeki bir
internet forumuna eklenen ve kabri Şam’daki Cebel-i Kasiyyun yamaçlarındaki
mescidi içerinde bulunan Abdullah Dağıstanî (v. 30 Eylül 973) adlı Nakşbendi
mürşidinin yayınlanmış gelecek öngörülerini içeren bir mesajın 5.613.620
görüntülemeye ulaşması beni çok şaşırttı. Milyonları aşan bu ilgi, teopolitik
yaklaşımlara yatkın hiç kimsenin bigâne kalamayacağı bir keyfiyet arz ediyordu.
Bu durum benim için Sünnî-Şiî ayırımı olmaksızın dünya Müslümanlarının gelecek
ile ilgili haberlere ilgisinin bir kanıtı oldu.
SONUÇ
Ülkelerin jeopolitik değeri kadar halk
kitlelerinin yönlendirilmesinde etkili olan teopolitik altyapısının da
bilinmesi ve değerlendirilmesi gerekiyor. Bu konuda ülkemizde yapılan akademik
çalışmaların son derece yetersiz kaldığını üzülerek gördüm. Sayıları onu
bulmayan bu akademik çalışmaların çoğunluğu ise yüksek lisans tezlerinden
ibaretti ve bunların sadece ikisi bölgemizdeki gelişmelerle ilgili
sayılabilirdi. Ancak öncelikle ABD’de ve Avrupa’da teopolitik üzerine onlarca
önemli çalışma yayınlanmışken ülkemizdeki kısırlığa dikkat çekmek istedim.
Belki şu satırları okuyanlardan birkaçı -özellikle akademik alandan birileri-
konuyla ilgili çalışmalara yönelirlerse bu yazım hedefine ulaşacaktır. Türk
tarihinde tasavvufun rolünü önemseyen birisi olarak son sözüm şudur: Allah’ın
dediği oluyor ve olacak! Bizim bugünkü ‘İran sınavı’mızın soruları bu olanlar
olurken, ne yaptığımız -ya da ne yapmadığımız- konusundan gelecektir. Umarım
sınıfta kalmayız!
*Dr. Hayati Bice, tasavvuf alanında
doktora derecesine sahiptir.