Sayın Cumhurbaşkanı, alelade bir yaşantının içinde devinirken şahsınıza hitap etmek durumunda kalışımı yadırgamayacağınız ümidiyle selam ederim. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın veciz ifadesiyle, “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkanını vermiyor.” Bu meşguliyet bugün beni, ülkenin yürütme, yargı ve yasama erklerinin fiilen bağlı olduğu zatınıza hitap etmeye mecbur kılmıştır. Sabır ve anlayışla okumanızı dilerim.
***
Otuz dokuz yıllık ömrümün yirmi üç yılı,
şahsınızın yönettiği Türkiye’de geçti. Politikayı her zaman ilgi ve dikkatle
takip etmiş biri olarak, hüsnüniyetle, bazı tespit ve önerilerimi, hem size
ulaşacağı ve dikkate alacağınız ümidiyle hem de tarihe not düşmek üzere dile
getireceğim.
***
Bendeniz; Tunceli’nin bir köyünde hayata
gözlerini açmış, sosyalist fikir ve Alevi kültür ikliminde büyümeye başlamış,
büyüdükçe fikirleri olgunlaşıp zenginleşmiş, değerleri ulusal ve evrensel
ögelerle bezenmiş bir yurttaşınızım. İlkokulda cami avlusunda futbol oynarken
liseyi çok farklı görüş, etnik yapı ve inanç grubundan arkadaşlarla yatılı
okuyan ve nihayetinde üniversiteyi İstanbul’da okuyup sonrasında İstanbul’da
yaşayan biri olarak ülkemi ve milletimi her veçhesiyle anlamak için iştiyakla
gayret ettim. Bu gayretler neticesindedir ki meseleleri ve kişileri tarafsızlık
ve empati ile ele almaya çalışıyorum. Size hitap ederken de buradan güç
alıyorum.
***
Terörün, ekonomik yıkımın, şahsi ikbal
davası güden siyasetçilerin ve siyasetten bihaber olduğu halde siyaset yapma
hevesi ile hareket eden ordu - yargı ikilisinin inşa ettiği bürokratik
vesayetin karakterize ettiği 1990’lı yılların ardından çıkış arayan
milletimize, pek akıllıca, güçlü bir alternatif sundunuz. Muhafazakar tonu
belirgin olan merkez-sağ bir parti kurup siyasi ve ideolojik olarak çok parçalı
bir görünmez koalisyonla 3 Kasım 2002 tarihinde tek başınıza iktidara geldiniz.
İktidarı devraldıktan sonra merhum Kemal Derviş’in ekonomik programına sadık
kalan liyakat sahibi teknokratlara, güçlü Avrupa Birliği hedefi ile siyaseten
destek olup ülkemize ekonomik istikrar ve öngörülebilirlik kazandırdınız. Güven
ortamına güvenlik durumunun müsaitliği de eklenince dış finansmana erişim
kolaylığı, doğrudan yabancı yatırım ve sıcak para akışı sağlandı. Bu sayede
döviz kurlarında istikrar ve enflasyonda düşüş elde edildi, kredi piyasası
güçlendi. Alım gücü belirgin olarak iyileşen, görece rahat bir şekilde otomobil
ve ev alabilen, yurt içi seyahatlerinde uçağa binen ve yurt dışına tatile
giden, sağlık hizmetlerindeki iyileşmeyi yaşayarak takdir eden, çeşitli
anayasal özgürlükleri korkusuzca kullanabilen insan sayısı arttıkça
iktidarınıza teveccüh güçlendi. Buna mukabil, ideolojik saiklerle hareket
ederek yargı ve ordu eliyle bu gücü durdurmak isteyenler oldu fakat zamanı ve
zemini doğru tahlil edemedikleri ve meşruiyetten yoksun oldukları için bunu
başaramadılar. Nihayetinde 22 Temmuz 2007 tarihinde yapılan milletvekili genel
seçiminden partiniz galip çıkarken 28 Ağustos 2007 tarihindeki cumhurbaşkanı
seçimini de TBMM salt çoğunluğuyla yol arkadaşınız Abdullah Gül kazandı. Bu
seçim sonuçlarıyla artık her üç yönetim erkine tam hakimiyetiniz ve gerçek
iktidar döneminiz başlamış oluyordu.
***
Sayın cumhurbaşkanı, 23 yıllık iktidar
serüveninizi, kendimce belirlediğim 6 kritik tarih üzerinden analiz etmek
suretiyle bazı tespitlerimi ortaya koyup önerilerimi sıralayacağım.
***
19 Haziran 2013: Bu tarih, ABD merkez
bankasının 2008 finansal krizine çözüm olarak hayata geçirdiği parasal
genişleme politikasının sona ereceğini ilan ettiği tarihtir. Ucuz ve uzun
vadeli dış finansmanı ve özelleştirme gelirlerini, uzun vadeli ve planlı bir
kalkınma modeli için fırsat olarak değerlendirmek yerine tüketim yoluyla
insanlara yansıtmayı tercih etmiş olduğunuz için bu olay, adeta tüketim sarhoşu
olan milletimiz ve haliyle iktidarınız için çok büyük ve olumsuz tesirler
yaratacak bir dönemin başlangıcıydı. ABD doları artık ülkesine dönüyordu,
değerleniyordu; dönmemesi için ödenen bedel artıyordu. Tüketim bağımlısı olup
devasa cari açıklar veren ülkemizde cari açık finansmanının maliyeti artıyordu.
Bunun yaratacağı ekonomik hasarı, partili teknokratlarınız dahil çoklarınca
yapılan uyarıya rağmen görmemekte ısrar edip kişi başı milli gelirde 10 yılda
sağlanan 2.5 katlık artışın büyüsüne kapıldınız. Dahası, bu artışı doğuran
politik ve ekonomik gelişmelerin tersi yönünde ilerleyip Türkiye ekonomisini o
günden beri artmayan kişi başı milli gelire, dünyada rekorlar kıran enflasyona
ve aşırı kırılganlığa mahkum ettiniz. Dünya Bankası verilerine göre 2002-2023
arasında Romanya’nın kişi başı milli geliri 8.6 katına, Bulgaristan’ınki 7.5
katına, Vietnam’ınki 9.6 katına, Arjantin’inki 5.5 katına çıkmışken ülkemizinki
ancak 3.6 katına çıkabilmiştir. Oysa başta TCMB, BDDK, SPK olmak üzere özerk
olması gereken ekonomik kurumların bağımsızlığını koruyup bunları liyakat ehli
kadrolara teslim etmiş olsaydınız; yargı bağımsızlığı, yasalara tam sadakat ve
demokratik normların geliştirilmesi ile ülkede öngörülebilirliği tesis
etseydiniz; bunlarda ısrarcı olduğu için 2018 yılında küstürdüğünüz Mehmet
Şimşek’i 2023 yılında geri getirmek durumunda kalmak suretiyle başarısızlığı ve
Türkiye’nin büyük kaybını ikrar etmezdiniz.
***
27 Ağustos 2014: Bu tarih, partinizin ilk
olağanüstü kongresinin yapıldığı tarihtir. 10 Ağustos 2014’te yapılan
cumhurbaşkanı seçimini kazandığınız için partinizden istifa etmeniz gerekiyordu
fakat Sayın Abdullah Gül’ün partinizin başına geçmesine de engel olmak
istiyordunuz. Bu sebeple partinizin, Sayın Gül’ün cumhurbaşkanlığı makamını
size devredeceği tarihten 1 gün önce yani 27 Ağustos 2014 tarihinde yapılan
olağanüstü kongresinde genel başkanlığa Sayın Ahmet Davutoğlu’nu getirttiniz.
Türkiye Cumhuriyeti’nde bakanlık, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmış bir
ismin bir partiye genel başkan olmasında mahzur gördünüz. Böylelikle partiyi
beraber kurup büyüttüğünüz kadrolarla vedalaştınız. Partiniz size müzahir
kadrolara ve tek sesliliğe teslim oldu. Oysa Sayın Gül ve başka adayların
serbestçe yarışacağı bir demokratik kongre ile yeni genel başkan seçimine
müsaade ederek partinizin kurumsallaşmasına inanılmaz bir katkıda
bulunabilirdiniz. Bunu yapmamanızı çok büyük bir kırılma anı olarak görüyorum
zira Türkiye’nin çok partili siyasi hayatında kurumsal kimliği ile süreklilik
arz etmeye namzet tek merkez-sağ partisi, bu hamlenizle, şahsınızla
özdeşleşerek geleceğini riske atmıştır. Bunu, pek tabii, Türkiye siyaseti için
büyük bir kayıp olarak telakki etmek gerekir.
***
11 Ekim 2016: Bu tarih, Sayın Devlet
Bahçeli’nin, partisinin TBMM grup toplantısında “… fiili durumun hukuki boyut
kazanabilmesinin süratle yol ve yöntemlerinin aranması …” talebiyle size
başkanlık sistemi yolunda çağrıda ve destekte bulunduğu tarihtir. Bu teklif,
MHP ile 7 Haziran 2015 milletvekili seçimlerinden beri sürdürdüğünüz örtülü
ittifakın ete kemiğe büründüğünün ilanıydı. En güçlü müttefikiniz olan Fetullah
Gülen Cemaati’ne savaş açarak girdiğiniz 7 Haziran 2015 milletvekili genel
seçiminden tek başına iktidar imkanını yitirerek çıktınız; bu koşullarda
kaybettiğiniz gayrimeşru koalisyon ortağınız yerine meşru bir koalisyon ortağı
koymaktan imtina ederek büyük bir merkez-sağ ve merkez-sol koalisyon hükümetini
CHP ile kurmak yerine MHP’nin dolaylı desteği ile gittiğiniz 1 Kasım 2015
tarihli milletvekili genel seçiminde tek başına hükümet kurma imkanını tekrar
elde ettiniz. Oysa CHP ile koalisyon kurmuş olsaydınız, oy toplamı olarak
seçmenin %66’sını kapsayan bir büyük koalisyon hükümeti ile ülkenin çok büyük
problemlerine çare olabilir ve Fetullahçı çetenin hukuka uygun tasfiyesini
yapabilirdiniz. Bu tarihi fırsatı elinizin tersiyle itmenizin üzerinden 1 yıl
geçmeden 15 Temmuz 2016 tarihinde darbe girişimi yaşandı ve görünürde tek
başına iktidara sahip olsanız da yola ancak MHP desteği ile devam edecek hale
geldiniz. Yani 7 Haziran 2015 milletvekili genel seçimleri sonrasında, bırakın
CHP’yi, MHP ile bile kurmadığınız koalisyona mecbur kaldığınızın cümleye ilan
tarihidir 11 Ekim 2016. Sayın Bahçeli’nin bu teklifine Cumhurbaşkanlığı Hükümet
Sistemi ile yanıt vermek yerine güçlendirilmiş parlamenter sistem içinde MHP
ile kurulacak bir koalisyon hükümeti ile karşılık verseydiniz çok daha güvenli,
istikrarlı, sınırları belli ve alternatiflere açık bir iktidar tesis
edebilirdiniz. Zira Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, muhtemel
müttefik(ler)inize, oy oranının çok üzerinde bir güç, bağımlılık ve pazarlık
kozu verip aslında sizi zayıflatıyordu ama bunu görmediniz.
***
6 Mayıs 2019: Bu tarih, 31 Mart 2019’da
yapılan İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı seçimini YSK’nın iptal ettiği
tarihtir. İptal edilen seçim, seçim gecesi Anadolu Ajansı’nın şüpheli veri
aktarımları ile partiniz lehine sonuçlandırılmaya çalışılsa da ıslak imzalı
sayım döküm cetvelleri ile görüldü ki adayınız seçimi kaybetmişti. Partiniz,
seçimi kaybettiğini bile bile İstanbul’daki reklam panolarına seçimi kazanmış
gibi teşekkür yazıları astırmıştı. Tüm bu yapılanlar seçmende, sandık
sonuçlarına, hep iddia ettiğinizin aksine saygılı olmadığınızı şoke edici bir
şekilde gösterse de “Milletin daha göreceği var.” dercesine seçimin iptali
talebiyle YSK’ya başvurdunuz ve YSK da vicdanlara ve akıllara zarar bir kararla
aynı zarftaki 4 oydan partiniz aleyhine olan tek oyu iptal edip diğer 3 oyu
geçerli saymak suretiyle seçimi tekrarlattı. Kanaatimce bu olay, size destek
vermiş geniş sağ seçmen nezdinde de inandırıcılığınızın onulmaz bir şekilde
sarsılmasına yol açan çok büyük bir deprem olmuştur. Bunun, bütün siyasi
hayatınızın en büyük hatası olduğu kanaatindeyim. Size destek veren tabanda
dahi samimiyetiniz ve niyetiniz konusunda sarsıcı ve sorgulatıcı olmuştur.
İktidarınızın devamının, seçim sandığını dikkate almayacak denli vazgeçilmez
olduğu manasına can vermiştir. İnsanlar, bu iktidar olma hırsının kaynağında
iyi niyetin olmadığına acı bir şekilde kanaat getirmiştir ki tekrarlanan İBB
başkanlığı seçiminde sonuç büyük farkla aleyhinize olmuştur.
***
19 Mart 2025: Bu tarih, İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu’nun, çeşitli suçlamalarla
gözaltına alınıp sonrasında tutuklu olarak yargılanmaya başladığı tarihtir. Bir
sonraki cumhurbaşkanı seçiminin en güçlü adayına dönük bu hamle, yargı
tarafından hayata geçirilse de mevcut düzende yasama, yargı ve yürütme
erklerinin üçüne tek hakim olan konumunda olduğunuzdan sizden bağımsız
düşünülmedi. Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun tüm üyelerini doğrudan veya TBMM
çoğunluğunuz yoluyla dolaylı olarak siz seçiyorsunuz. Bu sebeple Türkiye’deki
önemli her türlü yargı tasarrufunun sizinle ilişkilendirilmesi eşyanın tabiatı
gereğidir. Rahip Brunson ve Cemal Kaşıkçı davaları bu ilintinin ete kemiğe
bürünmüş örnekleridir. Millet, Sayın İmamoğlu’nun tutuklanmasını, şahsınızın
rakibini diskalifiye etmesi olarak okuyup tepkisini direkt şahsınıza yöneltti.
Bu tümüyle adil bir yargı tasarrufudur deyip geçemezsiniz Sayın Cumhurbaşkanı
zira bu olaya cevaben milyonlarca insan meydanlarda ve ön seçim sandığında sizinle
pazarlığa tutuştu. Ne demişti Pir Sultan Abdal; “Pazarlık mı olur adil
dükkanda?”.
***
Bu olayın kanaatimce en büyük sonucu,
iktidarınızın devamlılığının çok büyük bir risk altında olduğunu çarpıcı bir
şekilde teşhir etmesi olmuştur. Diplomasının iptal edilmesi ve yakın çalışma
ekibiyle beraber tutuklu yargılanması, Sayın İmamoğlu’nun gelecek cumhurbaşkanı
seçimini kazanacağının tarafınızca da büyük bir kaygı ve korku içinde teyit
edildiği intibasını kazınmayacak şekilde hem muhaliflerinizin hem de
taraftarlarınızın aklına nakşetmiş oldu.
***
Toplum, kamuoyu desteğinizin ciddi oranda
sarsıldığı çıkarımını son yerel seçim sonuçlarına bakarak yapmış olsa da bunun
her duruma ve veriye hakim konumdaki iktidarınız tarafından da tasdik edilmiş
olduğu bilinciyle artık kazananın kim olduğunu görmüştür. Kazananı gören sadece
halk değil elbette; ulusal ve uluslararası müttefikleriniz de bunu görüyor.
Örneğin partinizin milletvekillerinden, il ve ilçe yöneticilerinden, MKYK
üyelerinden bu yargı hamlesini meşrulaştırıcı veya destekleyici tek açıklama gelmedi.
Keza en büyük siyasi müttefikiniz MHP’den de dişe dokunur bir sahiplenme beyanı
gelmedi. Meclisteki diğer partilerden de bu yargı hamlesini destekleyen olmadı.
Bu çerçevede, MHP’nin gelecek seçimi kaybetmesi çok muhtemel bir adaya destek
vermesinin herhangi bir gerekçesini bulabiliyor musunuz? Sizinle yaptığı meşru
fakat muğlak ve cirminin çok ötesinde fayda sağlayan ittifakının kazanımlarını
gelmekte olan yeni iktidara karşı korumak için sizden kopmasına mani bir hal
var mıdır? MHP’nin sessizliği sizce de manidar değil midir? Hatta Sayın
İmamoğlu ile MHP arasında çok sessiz ve gizli ittifak görüşmeleri veya MHP
cenahından Sayın İmamoğlu’na dönük dolaylı korumacılık hamleleri olası değil
midir? DEM Parti’yi yanına alarak pazarlık gücünü maksimize etmiş bir MHP’nin
Sayın İmamoğlu’na yönelmesi hiç ihtimal dahilinde olmayacak şey midir?
***
Sayın Cumhurbaşkanı, türlü manevra ve
imkanlarla bir sonraki cumhurbaşkanı seçimini kazanacak olsanız bile
milletvekili genel seçiminde partinizin MHP ile birlikte 300 milletvekili
sınırını aşması imkansız görünüyor. Bu koşulda, yanınıza bir ortak daha alacaksınız.
Ortak sayınız büyüdükçe ya gücünüzü bölüşeceksiniz ya da muğlak ortaklık
zemininde daha fazla çatışıp daha kötü yönetme durumunda kalacaksınız. 2023
seçimlerinin üzerinden 2 yıl geçmesine rağmen milletin en önemli sorun alanı
olarak gördüğü ekonomi sahasında bir arpa boyu yol alınmadığı gibi siyasi
koşullar bir erken seçimi şart koşuyor. Bu görev döneminizde bile rahat ve tam
süresinde kullanamayacağınız iktidar yetkinizin yeni meclis aritmetiğinde
akıbetinin ne olacağı belli değil midir?
***
Sayın Cumhurbaşkanı, tarihin ve zamanın
yönünü değiştirme kudretiniz yok. Artık iktidarınızın sonuna geliyorsunuz.
Benim bir vatandaşınız olarak sizden isteğim, Türkiye’mize zaman ve enerji
kaybı yaşatacak beyhude gayretlerden uzak durmanızdır. Yapacağınız en doğru
hamle, başta muhalifler olmak üzere toplumla ve temsilcileriyle samimi bir
kucaklaşma sağlayıp demokrasiyi ve hukuk devletini hiç olmadığı kadar faal
kılmak olmalıdır. Aynı şekilde, demokratik mekanizmaları partinizde de
işleterek Türkiye toplumuna sizden sonra da hayatta kalıp kurumsallaşma şansı
yakalayabilecek bir AK Parti bırakmanızı da size muhalif biri olarak gönülden
temenni ederim zira bizim artık ülke içinde ideolojiye, kimliğe ve küçük grup
çıkarlarına hizmeti değil ülkeyi uluslararası rekabette en iyiye taşıyacak
gayreti esas alacak bir siyasi ekosisteme sahip olmamız gerekir.
***
Yazımı, Rizeli bir ağabeyimin
anneannesinden naklettiği bir öğütle bitirmek isterim: Uşağum, bir insanın
kendine ettiğini, dokuz köy toplansa edemez!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.