100 yıllık Cumhuriyet tarihimizde 65 Milli Eğitim Bakanı görevlendirilmiş. Bir bakan ortalama 18 buçuk ay görev yapmış.
23 Yıllık AK Parti iktidarında ise 9 Milli
Eğitim Bakanı görev yapmış. Bir bakanın ortalama görev süresi 30 buçuk aya
tekabül ediyor. Buradan nasıl bir mesaj çıktığını siz okurların takdir
dünyasına bırakıyorum.
AK Parti’nin 23 yıllık iktidarında görev
yapan bakanların birkaç cümle ile akılda bıraktıklarına bakalım.
Hüseyin Çelik, AK Parti’nin icraat
yıllarıydı. Güçlü bir kadro kurup Milli Eğitimi hantallıktan arındırmaya,
yeniden yapılanma adıyla bir taze kan kazandırdı eğitime. Merkezi sınavları 6.
sınıftan başlatarak okullar dersaneye dönüştü. “Şüpheci nesil yetiştireceğiz.”
mesajıyla Gazali’ye gönderme yapsa da öyle bir zaman zemin olmadı MEB’de.
Nimet Baş Çubukçu Hanım, emanetçi bakandı.
Araf döneminde görev yaptı. Koltukta oturup durumu idare etmek dışında pek bir
icraatı olmadı.
Fırtınalı dönemin bakanı Ömer
Dinçer Bey oldu. Bu dönemde 28 Şubat’ın izlerini tamamen silmek adına 4+4+4 ve
12 yıllık zorunlu eğitime geçildi. Dinçer Bey; 66 aylık olup okul kaydını
yaptırmayan velilere hesap sorcağını “Velilere idari para cezası uygulanacak.”
emrivaki dilini öğretmenlere karşı da kullanmaktan geri kalmadı. Geriye dönüp
baktığımızda üzerinde pek düşünülmeden alınmış bir karar olduğunu okumayacak
öğrencileri mecburen okullara hapsetmekle okulları açık cezaevine
dönüştürmekten anlıyoruz. İşveren çıraklıktan alıp yetiştirecek, çalıştıracak
ara elamandan mahrum bırakıldı. Kaş yapalım derken o günden beri göz çıkarmaya
devam ediyoruz.
Nabi Avcı Bey dönemi yeniden bir ara
dönem. Ömer Dinçer’in üstenci diliyle kırdığı öğretmenelerin gönlünü almaya
çalıştı. Entelektüel mizacıyla MEB bürokratlarına söz geçirmekte yetersiz
kaldı. Sınıflara akıllı tahta projesiyle daha sonra hata yaptığını “Biz
okullarda akıllı tahta taktırmakla öğretmenleri öğrencilerin gerisine
düşürdük.” itirafıyla projeden kaderine terk edildi. Okullar akıllı tahta
çöplüğüne dönüştü. Devletin milyarları da boşa harcanmış oldu.
İsmet Yılmaz Bey eğitime o kadar vakıftı
ki (!) TEOG’un Cumhurbaşkanı tarafından kaldırıldığını haberlerden öğrendi.
Kendisine verilen kağıttan okuyup rakamlar üzerinden icraatları anlatmaktan öte
emanetçiliği dahi yetersiz görüldü.
Eğitimde AK Parti’nin sınıfta kaldığını
Sayın Cumhurbaşkanımız itiraf ederek eğitime ehil bir insan olarak partinin
dışından Ziya Selçuk Bey’i atadı. Ziya Bey ile hepimizin yüreğine su serpildi.
Ayağa kalkıp sayın Cumhurbaşkanımızı ve Ziya Bey’i alkışladık. Bu sefer tamam
dedik. Aranan kan bulundu. Ziya Bey Ankara’da büyüyüp eğitim görmüş, eğitim
akademisinden yetişme, milli eğitimde müsteşarlık yapmış, bürokratik yapıyı
bilen işinin ehli bir insandı bizim için.
Ziya Bey göreve gelir gelmez kendi
kadrosunu kurdu. Bürokratlarını atadı. Öğretmen eğitimleri ile kolları sıvadı.
Eğitime nicelik olarak bakmıyor. Eğitimde niteliği ön olanda tutan formasyon
referanslı ve rehberlik edici konuşmalarıyla salonlarda insanları ağzının içine
baktırdı. Eğitim adına doğruları dile getirdikçe kendisine karşı beklentilerin
çıtası yükseldi.
Salgın dönemi durağanlığı, öğrencilerin
evde bekletilmesi ısrarı, konuşmalarının karşılıksız kalması parlayan yıldızını
bir süre sonra sönükleştirdi. İddialı konuşmaların eyleme dönüşmemesi
öğretmenlerde ve kendisine karşı beklenti içine girenlerde “ Dağ fare doğurdu.”
cümlesini kurdurttu. Bize aksedilen kadarıyla salgın (pandemi) sonrası
okulların açılması konusunda iktidar ile fikir ayrılığı yaşaması Ziya Bey’in
görevden alınmasına neden oldu.
Tekniker kökenli Mahmut Özer Bey
akademisyen kimliği ona bir güç verse de kendisi Ziya Bey’in düştüğü beklenti
tuzağından kendini uzak tuttu. İddiasızlık iddiası ile görev yaptı. Profesör
İrfan Erdoğan Bey ile bir konuşmamızda “Mahmut Özer Bey iddiasızlık iddiası ile
eğitime daha fazla katkı sağlayacak.” demişti. Nihayetinde de öyle oldu.
Ekonominin can damarı olan ve ülkeninde temel ihtiyacı olan meslek liselerine
yatırım yaptı. İş dünyası, meslek grupları ile görüşüp kendilerinin ihtiyacı
olan ara eleman, nitelikli insan gücü yetiştirmek için adrese teslim meslek
okulları açtı. Bir yandan da eğitimin temel taşlarını yerinden oynatmadan
eğitimi idare etti.
Ve geçtiğimiz hafta üç Milli Eğitim
Bakanlığına müsteşarlık yapan Yusuf Tekin Bey maarifin bakanlık görevine
getirildi. Ülkemizin ekonomiden sonra en temel sorunu eğitim. İkisi
birbirlerini besledikleri için birlikte bitler kanlanıyor veya kan
kaybediyorlar.
Yusuf Tekin Bey 2013 yılından beri
eğitimin içinde. Eğitimin temel sorunlarına vakıf Bürokratik dili bilip
bürokrasinin işleyişini yaşayarak gördü. Ekonomide olduğu gibi eğitimde de
herkesin bir beklenti içnde olduğu kesin.
Eğitimde sil baştan, büyük reformlar, köklü
değişimler, örnek alınacak eğitim modelleri gibi geçmişte yapılan hatalar,
söylenen büyük laflar halihazırda ilerleyen maarifin fıtratına zehir aşılmak
gibi olduğunu bize 100 yıllık Cumhuriyet tarihi öğretti. Kanıtladı. Kervan
yolda dizilir misali her yıl ilk ve orta öğretimde 5 milyona yakın öğrencimiz
Türkiye geneli yapılan merkezi sınavlara giriyor. Bu sınavların sonuçları
Bakanlığa eğitimdeki aksamaları, yetersizlikleri, eğitimde bölge farkını,
dezavantajlı öğrencileri, maarifimizin dünyadaki yerine dair birçok veriyi
bakanlığa veriyor. Kısaca eğitimin temel sorunlarına bu verilerle bakanlığın
elinde.
Salgın insanlığı kırıp dökmenin dışında
rutin hayatımızı yeniden sorgulama imkanı sağladı. Hayatımızda birinci derece
yer alan birçok kurumun, kavramın, insanın yeniden anlamlandırılmaya ihtiyaç
duyulduğunu bize gösterdi.
Salgın sonrası; okul, öğretmen, öğrenci,
ebeveyn, eğitim-öğretim kavramlarının yeniden anlamlandırılıp işlevinin
güncellenmesi de bir ihtiyaç haline geldi.
Okulun yeni dönemedeki işlevi ne olmalı?
Eğitim öğretimin amacı nedir? Öğrencinin eğitim almadaki amacı nedir?
Okullarımız, müfredat, öğretmenlerimiz salgın sonrası yeniden şekillenen dizayn
edilen dünyayanın neresinde duruyor? Dünya eğitimi salgın sonrası ne gibi
düzenlemelere gitti?
Eskiden eğitimin lokomotifi Batı iken
şimdi ne oldu da Kore, japonya, Singapur Çin ve Hindistan’ın bazı bölgeleri
eğitimde liderliği ele geçirdi? Biz dünya eğitim kompartımanın neresinde yer
alıyoruz? Mevcut halimizle ülkenin iş ihtiyacının yüzde kaçını karşılayabiliyoruz?
Öğrenciler okula adımını atar atmaz
kendilerini ne kadar güvende, huzurlu hissediyor? Okulların öğrencileri hayata
hazırlamadaki güçlü ve yönleri nelerdir? Öğretmenler öğretmenlik mesleğini ne
kadar severek yapıyor? Öğretmenler kendilerini mesleğinde liyakatlı görüyor mu?
Devlet okullarında maaş ile eğitim
kalitesi arasında doğru orantı yokken özel okullarda maaş ile okulun eğitim
kalitesi arasında doğru orantıyı kuran motivasyon nedir? Teknoloji, dijital
dünya, sosyal medya eğitim öğretim hayatımızın ne kadar içindedir ve eğitim
öğretim hayatının neresinde yer almalılar? Dijital dünya karşısında öğretmede
hantal kalan okul öğrenciye bilgi verme heyecanını kazanmak için nasıl bir
dönüşüm kendinde yaşamalı? Sendika torpiliyle okul idarelerinde tekel kuran
liyakatsız idarecilerden okullarımız nasıl arındırılmalı?
Soruların cevaplarını hepimiz
düşüneduralım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.