Milli güvenlik kavramı akıllara öncelikle milli savunma, jeostrateji, güçler dengesi ve savunma sanayii gibi konu ve alanları getirmektedir. Bu bağlamda milli güvenlik, daha çok askeri güvenliğe ilişkin bir kavram gibi algılanmaktadır. Oysa günümüz dünyasında milli güvenlik anlayışı, pek çok kavram gibi dönüşüm geçirmiştir.
Bu çerçevede milli güvenliği, milli
savunmanın ötesinde, sivil savunma, ekonomik ve sosyal kalkınma, ulusal ekonomi
politikaları, hukuk, demokrasi ve bunları taşıyan kurumlar, uluslararası itibar
ve imaj, çevre, enerji gibi pek çok alanı kapsayan, bu alanlarla etkileşim
içinde olan bir kavram olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır. Bütün bu
alanlardaki aksaklık ve tehditler, milli güvenliği doğrudan ilgilendirir hale
gelmiştir. Bu koşullar altında milli güvenlik, bir devletin içeride ve dışarıda
tehditlerden arınmasına ilişkin eylem ve tedbirlerin bütünü olarak
değerlendirilebilir.
Geniş tanımıyla milli güvenliği
ilgilendiren alanlara yönelik tehditlerle mücadele devletlerin asli görevidir,
hatta varlık sebebidir. Bu tanım doğrultusunda, AK Parti iktidarının 20 yıldan
beri milli güvenlik alanındaki başarısızlığı apaçık ortadadır. İktidarın
tutumunun ve politikalarının ülkede ve bölgede istikrar üretme, öngörme ve
önleyici olma yeteneklerinin zayıflaması ile birlikte milli güvenliğimiz tahrip
olmuştur. Ekonomi, hukukun üstünlüğü ve uluslararası itibar gibi pek çok alanda
iktidarın karnesi başarısızlıklarla doludur.
EKONOMİDE DURUM
Ekonomide beklentilerin çok gerisinde
kalınmıştır. Önceki dönemleri aşan bir başarı elde edilemediği gibi, pek çok
gösterge önceki dönemleri aratır hale gelmiştir. AK Parti iktidarı süresince
büyüme oranı kendinden önceki dönemlerin 10 ve 20 yıllık serilerinin büyüme
oranlarının altında kalmıştır. Türkiye 2002’den beri potansiyelinin hayli
altında büyümektedir. Son yıllardaki performans düşüklüğü de pandemiden ziyade
tek adam rejiminin bir sonucudur. Gelir ve servet eşitsizliği korkutucu
boyutlara varmıştır. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal durum milli
güvenliğimizi örselemektedir.
Bir milli güvenlik unsuru olarak çevre
politikalarının hazin durumu da ortadadır.
Milli güvenliğin önemli bir diğer unsuru
olan demokrasi ve hukukun üstünlüğü alanında da durumumuz ne yazık ki berbattır.
Toplumun huzuru ve vatandaşın erinci açısından gerekli olan bu değerler, milli
güvenlik anlayışı içinde büyük duyarlılıkla korunması gereken varlıklardır.
Keza bunları taşıyan kurumlar da özenle korunmalıdır. AK Parti iktidarı
döneminin bütününe bakıldığında bunun tam tersi yaşanmıştır, Türkiye’de hukukun
üstünlüğü, demokrasi, vatandaşlarımızın hak ve özgürlükleri geriledikçe
gerilemiştir.
SULTANVARİ REJİM
Ülkemizde milli güvenlik kavramını
ve yarattığı hissiyatı iç siyaset saikiyle istismar edip, demokrasiyi ve hukuku
iğdiş etme anlayışı hâkim hale gelmiştir. Sultanvari bir rejim içinde
totaliterliğe doğru kaydığımız apaçık ortadadır. Cumhuriyetin değerleri ve
demokrasi tahrip edildikçe, despotluk öne çıktıkça, sistemik bir milli güvenlik
sorunu yaratılmakta ve büyütülmektedir.
Ekonomimizdeki çöküş, otoriter
sultanvari rejim, insan hakları ve temel özgürlüklerdeki ağır ihlaller, kara
para aklama olayı gibi yüz kızartıcı eylemler, yerel ve yabancı mafyaların
görünürlüğünün artması, maalesef Türkiye’nin uluslararası imajını ve
güvenilirliğini sarsmakta, itibarını aşındırmaktadır. Bunu uluslararası
ilişkilerdeki savrulmalar ve bedava hoyratlıkların etkisini ekleyerek düşünmek
gerekir. Yani, uluslararası medyada mevcut iktidara yönelik yoğun eleştirileri
sırf Türkiye düşmanlığı olarak okumak yanlıştır.
Hâlbuki iktidar çevreleri, uluslararası
saygınlığımızın aşındığını kabul etmek bir yana, son dönemde özellikle
iktidarın ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın itibarının yükseldiğini öne
sürmektedirler. Evet, Türkiye’nin jeopolitik konumunun önemine ilişkin
farkındalık, küresel düzeyde yaşanan gelişmeler doğrultusunda doğal olarak
artmıştır. Ancak jeopolitik anlamdaki bu kazancın, ülkenin itibarına ve
saygınlığına katkısı yoktur.
ENERİDE BAĞIMLILIK
Enerji alanında tek bir ülkeye aşırı
bağımlılığımız, milli güvenlik sorunlarımızdan bir başkasıdır. Rusya’nın enerji
tedarikinde pek güvenilir bir ortak olmadığı kanaati yerleşmektedir. Buna
rağmen, Sayın Cumhurbaşkanı’nın Putin’le şahsi kader dayanışması içinde olması,
Türkiye’nin enerji mimarisini, enerji güvenliğini şekillendirmemelidir.
Rus gazının Avrupa’ya ulaştırılması için
Türkiye’nin hub haline getirilmesi yönünde Putin tarafından gündeme getirilen
öneri gerçekçi değildir ve tuzaklar barındırmaktadır. Hub olmamız için sadece
Rus gazı yeterli değildir, birçok koşul gerekmektedir. Uzun yıllar sürecek
teknik çalışmalar meselesi bir yana, Rusya’dan gaz almaktan sakınan Avrupa
Birliği’nin Türkiye üzerinden Rus gazı alması yanlış bir beklentidir.
Doğal gazda Rusya’ya malum mecburiyetimize
ilaveten, Akkuyu Nükleer Santrali’nin devreye girecek olması, Sayın
Cumhurbaşkanı’nın “Sinop’ta kurulacak ikinci nükleer santrali de Ruslara
veririz” açıklaması, iktidarın bağımlılığımızı daha da artırmakta sakınca
görmediğine işaret etmektedir. Hiçbir makul ülke, kendini tek bir ülkeye bu
denli kontrolsüzce bağlamaz. Bağlıyorsa, bu vasallaşmayı ve milli güvenliği
üzerinde büyük bir risk ve tehdit oluşmasını kabul ediyor demektir.
Milli güvenliğimiz üzerinde ekonomi,
hukukun üstünlüğü, uluslararası itibar ve enerji alanlarında yaratılmış olan
tehditlerin yanında iktidar, uluslararası ilişkiler sahasında da, hiç pahasına
çeşitli risk ve tehditler yaratmıştır. Bu tehditlerin oluşması, iktidarın
dünyaya yanlış bakışının neticesidir. Dış politikaya ideolojiyle, hezeyanla,
İhvan hayalleriyle yaklaşan iktidar, zaman zaman millet kavramını unutmuş,
ümmet kavramı üzerinden hesap yapmıştır ve milli çıkar ilkesinden
uzaklaşmıştır.
Türkiye’nin en önemli milli güvenlik
sorunlarından birisi, uluslararası ilişkilere dair kararların adeta sistematik
şekilde iç politikaya endeksli olarak alınmasıdır. Seçim hesapları ile ülkenin
bugününe ve geleceğine ihanet edilmektedir.
Dünya önemli değişimler yaşamaktadır.
Türkiye de elbette bu sürece intibak etmelidir. Ancak, iktidar yeni döneme
yanlış vizyonuyla ve beceriksizliğiyle, sil baştan tutkusuyla uyum sağlamaya
çalışmaktadır.
İktidarın, Türkiye’nin yükselen ülke
olduğu iddiası da hesapsız bir iddiadır. Bu kategoride sayılan ülkelerin hepsi
dünya ekonomisindeki yerlerini ilerletmişlerdir. Daha 1990’larda dünyanın 17.
ekonomisi olan Türkiye ise bugün 21. sıraya düşmüştür ve önümüzdeki dönemde
23’üncülüğe gerilemesi söz konusudur.
TOPAL BİR AVRASYACILIK
İktidarın belirgin yanlışlarından bir
diğeri, uluslararası ilişkilerde topal bir tür Avrasyacılığı öne çıkartıyor
olmasıdır. Arap Baharı’nda İhvancı tutum doğrultusunda yanlış adımlar atmış
olan iktidar, hatalarından ders almamıştır. AK Parti iktidarı, değişen küresel
gerçeklere cevaben Türkiye’nin geleneksel ilişkilerini ve ittifaklarını,
ekonomik, askeri, siyasi, kültürel objektif verilerini hiçe saymaya devam
ederek, abes bir Batı karşıtlığı modeli kurgulamaya çalışmaktadır.
Asya elbette önemlidir, fakat bunun
ülkemize en uygun stratejik tercih olarak belirlenmesi, aidiyet coğrafyası
olarak görülmesi, örneğin Şangay İşbirliği Örgütü tutkusu çok yanlıştır. Kaldı
ki, Avrasya fikrinin mihenk taşları olan Rusya, Çin ve İran gerileme veya
yavaşlama sürecindedirler. Rusya ve İran gerçek krizler yaşamaktadırlar ve bu
krizleri yapısaldır. Çin’i de ciddi sorunlar beklemektedir. Totaliter
rejimlerin ebed müddet süremeyeceği veya bu tür rejimlerin huzurlu toplumlar
yaratamadıkları gerçeğini bu örnekleri izleyerek görmekteyiz, daha da
göreceğiz.
İktidarın uluslararası ilişkilerdeki
yanlışlarının Ülkemize, milli güvenliğimize önemli maliyetleri, ağır ekonomik
sonuçları olmuştur. Birçok ülkeyle ilişkilerimiz bozulmuştur. Türkiye hem
Ortadoğu’da hem de Doğu Akdeniz’de köşeye sıkışmıştır. Batı alemiyle ilişkiler
bir sorun yumağına dönüşmüştür.
YUNANİSTAN’LA SORUNLAR
Yunanistan ile sorunlarımızın bugünkü
durumu, yıllardır bilhassa Doğu Akdeniz’de ulusal çıkarlarımızı gözetmeyen
yaklaşımın bir sonucudur. Yirmi yıllık iktidar, Doğu Akdeniz’de uluslararası
hukuk bağlamındaki egemen haklarımızın hukuki güvence altına alınmasında
gecikmiştir. İktidar, karşılaştığı çıkmaz nedeniyle Libya’da hamle yapmak
zorunda kalmıştır. Bunun Türkiye’ye ve Libya’nın bütünlüğüne yarayıp
yaramayacağı ise henüz meçhuldür.
Yanlışların bir diğer sonucu, bölgede
Türkiye’ye karşı oluşan birlikteliklerdir. Hatalı politikalar neticesinde
Yunanistan Doğu Akdeniz’de mevzi edinmiş, Ege’de haddini aşan tutum içine girme
cesareti kazanmıştır.
Bugün iktidar, Mısır ve İsrail’le
ilişkileri onarmaya çalışmaktadır. Geç kalınmış olan bu adımdan verimli
neticeler alınması uzun zaman gerektirecektir ve tam bir normalleşme hayli
şüphelidir. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’yle de ilişkiler normalleştirilmelidir,
ama bu ülkelerle son temaslar da Türkiye açısından çok incitici sonuçlar
yaratmıştır. İktidarın kendi kaderi uğruna bu ülkelerden 3-5 milyar sağlama
çabalarının da incitici olduğu kabul edilmelidir.
İktidarın ilk günden itibaren yanlışa saplandığı
Suriye konusu milli güvenliğimiz açısından en önemli tehditlerden biridir.
Sığınmacı meselesi ağır bir insani, toplumsal ve parasal maliyet, ayrıca
geleceğe dönük bir risk kaynağıdır. Ancak sorunlar bununla sınırlı değildir.
SURİYE’NİN KUZEYİ
Suriye’nin kuzeyi Peşaver olmuştur.
PKK/PYD/YPG başta olmak üzere terör örgütlerinin zemini haline gelmiştir. IŞİD
bambaşka bir sorundur. ABD ve Rusya binlerce kilometre uzaktan gelerek bu
bölgeye yerleşmiştir. Türkiye, atacağı adımlarda bu ülkelere tâbi olmuştur.
PKK/YPG/PYD ve IŞİD tehdidi yetmiyormuş
gibi, İdlip’te ortak hareket ettiğimiz Heyet Tahrir eş-Şam ve yakın bir eşgüdüm
içinde olduğumuz Suriye Milli Ordusu da ülkemiz için risk teşkil etmektedir.
Şam ile başlatılması olası normalleşme
sürecinde bu yapıların veya barındırdıkları grupların nasıl bir tavır
takınacakları belli değildir. İdlip her an patlamaya hazır bir tehditler
yığınıdır. Gelinen noktada iktidarın temel beklentisi, Suriye’nin savaş öncesi
koşullara dönmesidir. Keşke bu mümkün olsa. Bırakın bu hayali, bizatihi
normalleşme, gerçekleşmesi çok zor olan bir hedeftir.
Batı sınırımızda da önemli gelişmeler
yaşanmaktadır. İktidar bunlara dair doğru dürüst bir izahat verememekte, mesele
daha ziyade iç siyasete dönük, haşin meydan okumalara konu olmaktadır. ABD,
Yunanistan’da birçok üs kurmuş, mevcutları güçlendirmiştir. ABD, üslerin Rus
tehdidiyle bağlantılı olduğunu söylemektedir ancak Sayın Cumhurbaşkanı
“Rusya’ya karşı kurduk diyorlar, yemeyiz.” ifadelerini kullanarak, bunları
Türkiye’ye karşı bir tehdit unsuru olarak gördüğünü belirtmiştir. Eğer bunlar
gerçekten Türkiye’ye karşı veya çifte amaçlı, hem Rusya hem Türkiye öngörülerek
yapılandırılmış ise iktidarın bugün izlediği ABD politikası çok yanlıştır. Eğer
öyle değilse bu konudaki açıklamalar yakışık almamaktadır.
Başta Yunanistan olmak üzere bölgemizdeki
tüm ülkelerin yeni nesil muharip uçaklar temin ettiği bir dönemde, Türkiye F-35
projesinden dışlanmıştır. Bu durum, Türk Hava Kuvvetleri’nin modernizasyon
planlarını sekteye uğratmış ve yeni riskler yaratmıştır. Ege’de üstünlüğümüzü
koruyoruz ama şu an itibariyle denge Yunanistan lehine kıpırdamaktadır.
ABD’den F-16V talep edilmekte, ayrıca
mevcut F-16’ların modernizasyonu için yanıt beklenmektedir. Birçok ülke bu
uçağı edinirken Türkiye incitici şekilde lobi faaliyetinden lobi faaliyetine
koşmaktadır. Bütün bunların sebebi, Rusya Federasyonu’ndan S-400 hava savunma
sistemi alınmış olmasıdır. Parasal maliyetine ek olarak milli güvenliğimiz
açısından yarattığı maliyetler de son derece yüksek olan S-400’ler, şimdi atıl
vaziyette tutulmaktadır. Hava savunma sistemi için Türkiye’nin şartlarına daha
uygun başka seçenekler mümkündü. Bunun aksini öne süren iddialar gerçeği
yansıtmamaktadır.
TÜRK SAVUNMA SANAYİİ
Evet, savunma sanayiinde iftihar ettiğimiz
gelişmeler yaşanmaktadır. Kaydedilen bu gelişmeler 20 yıllık AK Parti döneminin
hanesine yazılacaktır, ama bundan 20 yıl öncesinin önemli birikimi de mutlaka
teslim edilmelidir.
Altay muharebe tankı konusu, iktidarın
kendi elleriyle yarattığı büyük bir fiyaskodur. Bu alanda akıl almaz hatalar
yapılmamış olsaydı, bugün muhtemelen proje tamamlanmıştı ve Rus tanklarının
Ukrayna Savaşı’ndaki zafiyetinin ortaya çıkmasıyla Altay muharebe tanklarımız
geniş bir uluslararası piyasaya hitap edebilecekti. Maalesef iktidar, onu bunu
kayırma arayışları ve yanlış hesaplarla, bu fırsatı da kaçırmıştır.
Savunma sanayiindeki sorunlardan bir
diğeri ise, yurtdışına giden mühendislerimizin sayısının üzücü derecede yüksek
olmasıdır. İyi yetişmiş gençlerimizin Batılı ülkelere gitme eğilimi vahim bir
milli güvenlik sorunu olarak görülmelidir.
Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı
savaş, dünyanın bir bölümünün, Rusya’ya taraf olmamakla birlikte ABD’ye ve
Batı’ya karşı tepkili olduğunu teyit etmiştir. Bizim de Batılı ülkelere karşı
haklı eleştirilerimiz ve itirazlarımız mevcuttur. Bunları husumete, sürekli
didişmeye dönüştürmek yanlıştır, çıkarlarımıza aykırıdır.
Türkiye, içinde bulunduğu ittifakları,
birliktelikleri, ait olması gereken demokrasi coğrafyasını terk etmeden, Batılı
başkentlerin hatalarını ortaya koyabilir ve yeniden oluşması gereken küresel
sistemin şekillenmesinde yeni bir vizyonla öncü rol oynayabilir. Türkiye’de
bunu gerçekleştirecek kapasite fazlasıyla mevcuttur.
İktidarın, 21. yüzyılın Türkiye yüzyılı
olacağı iddiası, mevcut koşullarda ve anlayışla, boş bir vaattir. Ülkemizin
itibarının yeniden yükselmesi ve milli güvenliğimizin ulusal çıkarlarımız
doğrultusunda yeniden güçlendirilmesi için keskin bir zihniyet değişikliği
gereklidir. Önümüzdeki seçimler, Türkiye’nin küresel değişimlere ayak
uydurmasına ve insanımızın hak ettiği demokrasi ve insan hakları ortamında yaşamasına
imkân sağlayacak bu zihniyet değişikliği için önemli bir fırsat sunmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.