Osmanlı İmparatorluğu çöktükten ve Kurtuluş Savaşından sonra, Anadolu, tehcir ve nüfus mübadeleleri ile İslamlaştırılarak üniter bir ulus devlet kuruldu. Yüzde 99’u Müslüman olan halka Avrupai bir elbise biçildi-dikildi. Hilafet, Şeriat ve Tarikat ilga edilerek çağdaş-seküler bir devlet yapısı inşa edildi. Dinin itikat, ibadet ve ahlak unsurları Diyanet riyasetine tevdi edildi. Eğitimle de toplum sekülerleştirilmeye çalışıldı. Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde mevcut sünni teoloji tartışılmaya başlandı ise de; cumhuriyet döneminde -zaman olmadığı için- bu eleştiriye devam edilmemiş, mevcut dini muhayyile havalandırılmamış, tecdit edilmemiş, külleri üfürülmemiş, bakımı yapılmamış ve halının altına süpürülmüştür. O da, fazla zaman geçmeden geri dönmüştür. Bu dönüşün biri sivil, diğeri politik olmak üzere iki kanadı olmuştur. İkisi sivil, ikisi politik olmak üzere, bu geri dönüşü, başlıca dört figürle/kişi kültü ile izah etmeye çalışacağız.
1-SAİD NURSİ (“NURCULUK”)
Tarikat “ruhu”, Said Nursi’nin öncülüğünde
“Cemaat” olarak geri dönmüştür. Said Nursi: “Devir, Tarikat devri değil; Cemaat
devridir” diyerek, kendi örgütsüz “örgüt”ünü oluşturmuştur. Bir taraftan, kendi
döneminde yükselen Pozitivizmin dine saldırılarını göğüslemek için bir savunma
“Kelam”ı oluştururken; diğer taraftan da devletin/rejimin sek/sert/seküler
uygulamalarına karşı sivil olarak dini hamiyetle karşı durmaya çalışmıştır.
Devletin ısrarla takibatına rağmen; aleni suç işlemeden, legal bir şekilde yazmış
ve konuşmuş, “Nurculuk” diye bir teolojik bir cemaat oluşturmuştur. Bu teolojik
yeni yorum, onun ölümünden sonra farklı fraksiyonlara bölünmüştür. Hepsi de,
sağ hükumetler ile dirsek temasında olarak ve diyaloğa girerek vakıf-dernek
faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Bu gruplar, şeriat ve hilafetten teolojik
olarak vazgeçmiş olmasalar da; cumhuriyet ve demokrasi ile fazla bir sorunları
olmamıştır. “Risale-i Nur” külliyatını yazarak-basarak, okuyarak, okutarak
tebliğ, vaaz, irşat faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Risale-i Nur külliyâtı,
Sünni, kaderci Eş’ari ve ilhamcı-rüyacı Tasavvufi damarın, bazı Kur’an ayetleri
ıle -Pozitivizmin saldırıları da göz önünde bulundurularak- yeniden
yorumlanmasıdır. Türklerin tarihinde ilk “Türkçe” teolojik bir yorumdur. Bu süreç
içinde Osmanlıda etkin olup yasaklanan Tarikatlar, yeraltında/illagal olarak
faaliyetlerine devam etmişlerdir.
2-FETULLAH GÜLEN (“HİZMET
HAREKETİ”)
Bu teoloji ile beslenen Fetullah Gülen,
1970’lerden itibaren kendi etrafında oluşturduğu muhip-müritleri ile ve “Allah
isterse, kâfirleri müminlerin emrinde kendi dini için hizmetkâr kılar” inancı
gereği ABD/CIA ile de ilişkiye girerek,“The Cemaat” veya diğer deyimle “Hizmet
Hareketi”ni oluşturdu. Meşhur “Abant Toplantıları” ile Türkiye’de meşruiyet
devşirirken; “Dinler Arası Diyalog” ile de uluslararası meşruiyetini
perçinlemeye çalıştı. Sünnilikte meşru olan “Harp Hiledir” ve Şiilikteki
“Takiyye” prensiplerine bağlı kalarak –yurt içinde ve yurt dışında- eğitim
(Dershane-Okul) faaliyetleri başta olmak üzere değişik sivil toplum kuruluşları
ile hareketini geliştirdi ve devleti “ele geçirmek” için kurumlarına sızdı
(“Paralel Yapı”). Kendini “Kâinat İmamı” olarak görerek, İslam’ı dünyada
“Temsil” misyonuna soyundu. İki binli yılların başlarından itibaren iktidara
gelen AK Parti hükumetleri ile –alnı secde görenler olarak- de “iş birliği”
yaparak mevcut “Vesayet Rejimi”ni yıkmak için soru çalmadan “Kumpas”lara varıncaya
kadar bir sürü “illegal” faaliyetler yaptı. Gücünü artırınca, Ak Parti hükümeti
ile bazı konularda ters düşmeye başladı ve aralarında bir münaferet oluştu.
Sonunda “15-Temmuz/Darbe Girişimi”nde bulundu ve yenildi. Ondan sonra da “FETÖ”
olarak takibatlara uğradı. Fetullah Gülen, 20 Kasım 1924 tarihinde Amerika’da
öldü. Bu olgu, Ak Parti/Erdoğan’a karşı “İhanet”; Türkiye’ye karşı da
kör-inanç, samimiyet ve cehaletin birleşmesinden doğan bilançonun/sonucun,
ihanetten bin beter kötülüğüdür.
3-NECMETTİN ERBAKAN (“MİLLİ GÖRÜŞ”)
Yirminci yüzyılın başında Mısır kaynaklı
“İhvanu’l-Müslimin” hareketinin başlatmış olduğu ve İslam dünyasında etkili
olan “İslamcılık” hareketinden etkilenen Necmettin Erbakan ve arkadaşları,
1970’lerin başlarında “Milli Nizam Partisi” ile İslam’ı legal politik düzlemde
“Milli Görüş” doktrini ile aktüelleştirmeye çalıştı. Buna 1979’daki İran “İslam
Devrimi”nin etkisini de eklemek gerekir. “Ağır Sanayi” ve “Manevi Kalkınma”
sloganları ile politik faaliyetlerde bulundu ve hükümetlere ortak oldu.
İmam-hatip okullarının sayısını artırmaya çalıştı. Önceki hükumetlerin almış
olduğu AB (“Batı Kulübü”)’ye girme kararına ısrarla karşı durdu. Anayasada
mevcut olan sert “Laikçilik” politikalarını yumuşatmaya çalıştı. Fiilen dinamik
bir hukuk nosyonuna haiz iken; dogmatik-donmuş bir “Şeriat” idealine, -açıktan
olmasa da- elinden geldiğince bağlı kalmaya çalıştı. Amerika ve İsrail’in
Türkiye’ye dönük politikalarına karşı çıkmaya çalıştı. Kurduğu partiler, mevcut
vesayet rejimi tarafından kapatılsa da davasından vazgeçmeden –legal çizgide
kalarak- yoluna devam etti.
4-R. TAYYİP ERDOĞAN (“İSLAMCILIK”)
İki binli yılların başında merkez sağın
çökmesi ile birlikte R. Tayyip Erdoğan ve arkadaşları, “Gömlek Değiştirerek”
Milli Görüş’ten ayrılıp Ak Parti’yi merkez sağı ikame edecek tarzda geniş bir
yelpaze ile kurdular. Ak Parti, muhafazakâr bir kalıp ile birlikte, -belli
ölçüde- gayri “Türk” içerlemesi ve ekonomik motivasyonların sentezidir.
Küreselleşme(Post-modern, Post-Turuth, Trans-Human…) ile birlikte dini ruhun
buharlaşması, ekonomik(para) saikini(“arzular şelale”) güçlendirmiştir.
Dolaysıyla, “Gömlek Değiştirme”nin asıl motivasyonu: “Biraz da biz ölelim”dir
(İnşaat, İstihdam, İhale/Rant). Üretim ekonomisi ile pek “iş”leri olmamıştır.
2010’lara kadar, AB uyum yasları ve “The Cemaat” ile birlikte yol temizliği
yapılmış; 15 Temmuz darbe girişiminden sonra da “Tek Adam (Başkanlık))” rejimi
tahkim edilmiştir. Oysa yirmi yıl öncesinde sayın Erdoğan, “Başkanlık”
sisteminin Amerikalılara ait bir şey olduğu gerekçesi ile eleştirmişti. Böylece
ABD’ye vaad edilmiş olunan “Ilımlı İslam” rolünden yavaşça uzaklaşmaya başlandı.
Fetullahçı darbe teşebbüsünün arkasında da bu caymayı cezalandırma vardı.
NATO (Batı) içinde olmamıza rağmen, önce
“Köprü” pozisyonuna geçilmiş (“Eksen Kayması” tartışmaları); doğuya (Rusya,
Türk Dünyası, Çin) da yönelinmiş ve “Gönül Coğrafyası” ile (Ümmetçilik) dostluk
ilişkileri geliştirilmiştir. “Arap Baharı”nın kışa dönüşü ile birlikte
(Suriye-Mısır politikaları) “Rabia” ruhundan “Tek Devlet, Tek Millet, Tek
Vatan, Tek Bayrak”a ricat edilmiştir: “Dimyata pirince giderken; evdeki
bulgurdan olma.”
FETÖ olgusu ve iç politikadaki
yolsuzluklar, hukuksuzluklar, tarikat kayırmaları, mafyalaşmalar…, geniş kitle
tarafından “Dindar/Muhafazakâr-Mukaddesatçı” kimliğin hanesine yazılmış ve
dinden soğumalar artmıştır (Deizm, Ateizm, Agnostisizm… tartışmaları).
5-SONUÇ
Düşünsel, kavramsal, kurumsal ve duygusal
(vicdani) bir yenilenme (tecdit) olmadan, anakronik, dogmatik, mukallit bir
dinsel muhayyile ile en son buraya varılmıştır. Osmanlı’nın siyasal bedenini
çökerten teolojik (Sünni-Tasavvufi) muhayyile üzerine düşünmeden, onu
sorgulamadan, yenilemeden –rahmetli M. Akif ve N. Topçu bunu yapmaya
çalışmıştı-, Cumhuriyete, devrimlere küfretmenin ve dini “geri getirme”
çabasının ve laikliğin üzerine yeniden düşünmek gerekiyor. Akif ve Topçu,
siyasette din satan, profesyoneller (“İslamcı”) değil; samimi, dürüst, amatör,
naif, basit, sıradan şair-düşünür müminlerdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.