İlahiyatçı yazar ve Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi öğretmeni Cemil Kılıç ile iktidar eliyle güçlendirilen tarikatların kamuyla savaşını ve Türk toplumunu nasıl etkilediğini konuştuk. Can Uğur
Türkiye’deki tarikat örgütlenmeleri
taban bulma anlamında şu an ne durumda?
Yüz
binlerce üyesi bulunan tarikatlar var, çok ciddi tabanları var.
Üniversitelerden orduya, MEB’den Sağlık Bakanlığı’na, emniyetten yargıya
varıncaya değin örgütlenme içerisinde olan tarikatlar, özellikle FETÖ’den boşalan
devlet kurumlarını ele geçirme mücadelesi veriyor. Toplumun büyük bölümünde
tarikatlara ve çeşitli dinsel örgütlenmelere karşı çok ciddi bir tepkinin de
oluştuğunu gözlemliyoruz. Bu anlamda 15 Temmuz kalkışmasının ardından dinsel
yapılanmaların toplumda sempati ve hoş görülme açısından da büyük bir erozyona
uğradıkları sosyolojik bir gerçek. Bu gerçeğin söz konusu yapılarda art arda
ortaya çıkan taciz ve tecavüz olaylarıyla pekiştiğini görüyoruz.
İktidarın tarikatların
örgütlen-mesindeki payı ne düzeyde?
İktidar tarikatlarla iç içe. Onlardan ayrı
ve bağımsız davranması neredeyse olanaksız. İktidar partisinin kadrolarının
önemli bir bölümü tarikat üyelerinden oluşuyor. Bu nedenle tarikatların kamuda
örgütlenmelerinin doğrudan doğruya iktidarca sağlandığını biliyoruz. Kamu
kadroları tarikatlar arasında paylaştırılıyor. Kimileyin bu paylaşımda
anlaşmazlıkların yaşandığı oluyor. Kamuda örgütlenme bağlamında tarikatlar
arasında bir güç savaşı söz konusu.
‘KOKUŞMUŞ YAPILAR’
Tarikatlara “bu toprakların
değerleri” diyenler var, siz ne düşünüyorsunuz?
Tarikatlar tarihsel anlamda bir değer
olarak görülse de çağdaş yaşam açısından tüm olumlu işlevlerini yitirmiş, 19.
yüzyıldan bu yana kokuşmuş, çürümüş ve bozulmuş yapılardır. Tarihsel
görevlerini tamamlamış, tarihin tozlu sayfaları arasına terk edilmesi gereken
zaman dışı yapılardır. Tarikatları “değer” olarak görmek, insan hakları,
demokrasi, laiklik, akıl, bilim ve Cumhuriyet gibi çağdaş değerleri reddetme
sonucunu doğurur. Tarikatları savunmak, tarihin akışını tersine çevirmeye
çalışmaktır. Bu da insan aklının ve toplumun evrimini ayrıca dinsel ve inançsal
değerlerin yeniden inşa sürecini baltalamaktır.
‘ATATÜRK DEVRİMLERİ İLE...’
İhraç edilme sürecinizdeki temel
etmen neydi?
Ben 23 yıl kamuda görev yaptım ve Türkiye
Cumhuriyeti devletinin kuruluş ilkelerine bağlılıktan ödün vermedim. Atatürk
ilke ve devrimleri doğrultusunda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi verdim.
Öğrencilerime inançları müfredat çerçevesinde öğretirken aklı, bilimi,
insanlığın hukuksal evrimini ve bütün çağdaş değerleri kılavuz edindim.
Hurafelere, bidatlara, mucize ve keramet anlatılarına, din ve mezhep
ayrımcılığına karşı çıktım. Bu tutumum ve çalışmalarım başta sapkın tarikatlar,
egemen dinci çevrelerin, gerici ve yandaş basının tepkisine neden oldu.
Karalama ve kara çalma kampanyaları başlatıldı. Demeçlerim ve açıklamalarım
ahlaksızca çarpıtıldı. Saygınlığıma yönelik suikastlar düzenlendi. Kimi dinci
terör örgütlerince basın yayın yoluyla tehdit edildim. Birkaç kez, yolda izde,
tanımadığım kişilerce önüme duruldu. Tehdit içerikli sözlerle saldırıya
uğradım.
Bütün bu yaşananlar karşısında MEB benden,
güvenliğimden ve haklarımdan yana tutum alması gerekirken saldırganların
istekleri doğrultusunda davranıp hakkımda hukuksuz soruşturmalar açtı. Aldığım
çeşitli cezalar aşama aşama ilerletilip en üst noktaya taşındı. Süreç, ne üzücü
ki, benim kamudan çıkarılmamla sonuçlandı.
‘GÜYA İTİBARINI SARSTIM’
Sizinle ilgili işletilen sürece
ilişkin eleştirileriniz neydi?
MEB bürokratları, çıkarılmam için hukuksal
dayanaktan yoksun üç gerekçe gösterdi:
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ile
görüşüp kendisine Muhammedi İslam adlı kitabımı hediye ettiğim için, ayrıca
Sayın Meral Akşener’le görüştüğüm ve bir kitabımı hediye ettiğim için, Sayın
Ekrem İmamoğlu ve Sayın Mansur Yavaş ile görüşerek kendilerine bir kitabımı
hediye ettiğim için güya siyaset yapmak.
Diyanet’in Atatürk karşıtı tutumunu
ve İslama aykırı kimi fetva nitelikli yanlış açıklamalarını eleştirdiğim ayrıca
devletin ve Diyanet’in tarikatları koruyup kolladığına ilişkin açıklamalar
yaptığım için güya devletin kurumlarını küçük düşürmek.
Demografik işgal hareketi olarak
gördüğüm yanlış mülteci politikasını ve Cumhuriyetimizin dayandığı
milliyetçilik ilkesi karşıtı sözlerini eleştirdiğim için güya cumhurbaşkanının
itibarını sarsmak.
Oysa ben çalışmalarımı ve açıklamalarımı
Sendikalar Yasası’nın tanıdığı haklar çerçevesinde yaptım. Zira 2006’dan beri
Eğitim İş Sendikası’nın çeşitli kademelerinde yönetici olarak yer almaktayım.
Yaptığım çalışmalar ve açıklamalarım, yazdığım kitap ve makalelerim mesleğimin
ve ilahiyatçı kimliğimin bir gereğidir. Düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü
anayasal bir hak olup bu hakkın kullanımını suç olarak görmek gerek ulusal ve
gerekse evrensel hukuk açısından hiçbir zemine sahip değildir.
Tarikatların insan ilişkilerine bakışları
nedir, demokratik bir yönteme sahipler mi sizce?
Tarikat yapılanmasında şeyhe tam bir itaat
söz konusudur. Buna biat diyoruz. Biat bireyi kişiliksizleştirir. Biatın olduğu
yerde sorgulama ve özgür irade olanaksızdır. Bunların olmadığı bir yapıda
demokrasiden ve demokratik bir tutumdan söz edilemez.
‘LAİKLİK DİN ÖZGÜRLÜĞÜDÜR’
Laiklik kavramı tarikatlar
tarafından din düşmanlığı biçiminde tanımlanıyor sizce de böyle mi?
Laiklik; eğitimde, yönetimde ve toplumsal
yaşamda aklı ve bilimi temel almak, iktidarı din adamları sınıfından alıp halka
vermektir. Başka bir deyişle laiklik, rahipler ve mollalar iktidarına karşı
çıkmak, dinin bir egemenlik kaynağı olarak görülmesini reddetmektir. Nitekim
kimilerine şaşırtıcı gelse de, Hz. Muhammed de 7. yüzyıl Mekkesi’nde şirk dini
rahiplerinin siyasal otoritesini reddetmiş ve “la ilahe illallah” sloganı ile
insanda ve toplumda içkin Tanrı kavramı üzerinden egemenliği halka taşımıştır.
Sonraki dönemde bu anlayış terk edilip egemenlik yeniden din adamları sınıfına
teslim edilmiştir. Bu arada halifelerin de çoğunlukla din adamı niteliğine
sahip olduğunu anımsamak gerekir.
Öte yandan laiklik, aynı zamanda din ve
vicdan özgürlüğüdür. Bu, doğal olarak başka türlü inanabilme hakkını da içerir.
Laikliği dinsizlik olarak göstermek isteyenler aslında herkesi kendileri gibi
inanmaya, kendileri gibi yaşamaya zorlamak isteyenlerdir. Oysa bu, İslamın en
temel ilkelerinden biri olan, “Dinde zorlama yoktur” ilkesine bütünüyle
aykırıdır. Laiklik, inananı başka türlü inanana karşı koruyan bir anlayıştır.
Laikliğin olmadığı yerde dinsel grupların birbiriyle çatışması hatta savaşması
kaçınılmazdır. Bu bağlamda laiklik farklı din ve mezhep üyelerinin aynı
toplumda barış içinde yaşayabilmesinin de güvencesidir.
CEMİL KILIÇ KİMDİR?
1975 yılında İstanbul’da doğan Kılıç ilköğrenimini
Sinop ve İstanbul’da tamamladı. İstanbul’da Küçükköy İmam Hatip Lisesi’nin
ardından Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin Kelam ve İslam Felsefesi
Bölümü’nü bitirdi.
Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Enstitüsü,
Sosyoloji ve Sosyal Antropoloji anabilim dalında yüksek lisans yaptı. Kılıç
Atatürkçü Düşünce Derneği ve Eğitim İş Sendikası gibi birçok demokratik kitle
örgütünde çalışmalara katılıp yöneticilik görevinde bulundu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.