İlahiyat Fakülteleri günümüzde olması gerektiği gibi mi?
Şu andaki İlahiyat eğitimi olması
gerektiği gibi değil, ama eksiklerine rağmen çok iyi kazanımlar elde etti,
ciddi mesafe katetti. Osmanlı modernleşmesinden sonra bugünkü ilahiyat gibi bir
eğitimi Osmanlı da düşünüyordu. İlahiyat dediğimizde işin içine felsefe,
sosyoloji, psikoloji, pedagoji gibi modern bilimler de giriyor. Osmanlı son
dönemindeki medrese artık kokuşmuş bir yapıdaydı. Bu görülüyordu, bu nedenle
modern okullar kurulmaya başlanmıştı. Hatta Osmanlı’nın hayalinde Amerikan
tarzı bir üniversite kurup bir bölümünü de ilahiyat yapma tarzı bir düşünce
vardı. Ama yapamadılar. Dini eğitim eski skolastik yapısını devam ettirme
konusunda direndi ve kendini hiçbir şekilde yenileyemedi. Bir taraftan kurulan
modern üniversite ile din eğitimi arasında bir ikilik ortaya çıktı. Yani,
Osmanlı, modernleşmesini yaparken ulemayı ve medreseyi maalesef bir kenarda
tuttu ve mektep-medrese ikiliği ortaya çıktı. Dolayısıyla Osmanlı bunu
çözemedi. Cumhuriyetle birlikte bunu çözme noktasında çok önemli bir şey
gerçekleşti. O da tevhid-i tedrisat. Bu nedenle kurulan yeni devlette
Atatürk’ün isabetle aldığı karardır tevhidi tedrisat. Bu büyük bir kazanımdır.
Bu demektir ki; din eğitimi garanti altındadır ve tek elden yapılacaktır.
Mevcut çift başlılık da bitecektir. Siyasi ve sosyal şartlar yüzünden yeni
kurulmuş bir Cumhuriyet’te elbette her şey sorunsuz olamazdı. Diyanet İşleri
Başkanlığı bir taraftan görevini devam ettirirken yüksek din eğitimi konusunda
bazı aksamalar oldu. 1949’da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin
kurulması ile çok önemli bir adım atıldı. Osmanlı son döneminden beri hayal
edilen yüksek din eğitimine başlandı. Hedef, Batı’daki uzmanlara eş değer olan
uzman yetiştirme idi. Her türlü dini, felsefi dersler de vardı ve giderek de
gelişti. Daha sonraları Yüksek İslam Enstitüleri açılsa da buralardaki eğitim
daha çok medrese zihniyetine yakındı. 1980’lerden sonra hepsi İlahiyat
Fakültelerine dönüştürüldü ve yeni bir ivme kazandı. Türkiye’deki İlahiyat
birikiminde Ankara İlahiyat’ın zihniyetinin emeği çoktur. Hüseyin Atay’lar,
Yusuf Ziya Yörükanlar, Tayyip Okiçler, Hilmi Ziya Ülkenler, Anne Marie
Schimmeller, Hikmet Tanyular, Süleyman Ateşler, Ethem Ruhi Fığlalılar ve Hasan
Onatlar gibi burada sayamayacağım ciddi bir ilim adamı kitlesi buralarda
dersler verdi. Son zamanlarda bazı siyasal İslamcıların Ankara Okulu diye
olumlu veya olumsuz sahiplenme/saldırma çizgisinden uzak bir Ankara İlahiyat
Ekolü vardır. Ankara Okulu, dar bir ideolojik sahiplenmedir, bir çeşit siyasal
İslamcılıktır. Halbuki Ankara Ekolü’nün temel özellikleri; ilmi objektiflik,
bütün ilmi görüşlere yer vermesi, mezheplerüstü bir anlayışa sahip olması,
akılcı, hayatla beraber giden bir din anlayışına sahip olması ve eleştirel ilmi
bakışıdır. Bu bakış evrensel bir ilmi bakış olarak diğer İlahiyatlara da
yansımıştır.
2000’ler geldiğimizde İlahiyat
Fakültelerinde binlerce yüksek lisans, doktora çalışmaları yapıldı, klasik
kaynaklar neşredildi, tercüme edildi ve ciddi bir ilmi birikim oluştu. Bu tarz
modern ilmi bir birikim ve geniş bakış açısı İslam dünyasının hiçbir yerinde
yok. Bir tek Türkiye’de var. Diğerleri hala bocalıyor. Biz ise bunu erken
dönemde yaptık ve İlahiyat alanında ciddi bir bilimsel birikim oluştu. Bu
birikim sürerken maalesef Türkiye’de bir el uzandı, kökü dışarıdan da olabilir,
Türkiye’deki dini hayatı ve ilahiyatları selefileştirme, Ortadoğulaştırma ve
medreseye tekrar döndürme projesi başlatıldı. Önce felsefe dersleri
kaldırılmaya çalışıldı, sonra İslami İlimler’e dönüşüm yapılmaya başlandı.
İlahiyatların programı bu şekilde medreseleştirilmeye başlandı.
Söz ettiğiniz bu el başarılı mı
oldu?
Şu anda ciddi anlamda bir başarı elde
ettiler. Bu dönem, Türkiye’den Arap dünyasına çok sayıda lisansüstü öğrenci
gönderildi. Önümüzdeki yıllarda onların dönmesiyle acıyı daha çok hissedeceğiz.
Çünkü oradaki zihniyetle bizimki hiçbir zaman aynı olmadı. Eskiden yurt dışı
dediğimizde ABD’ye Avrupa’ya gönderiyorduk. Arap ülkelerine de dil için elbette
gönderelim, ama bilimsel metodoloji için Batı’ya göndermeliyiz, çünkü Batı
bilimin merkezi. Batı’daki mevcut zihniyeti tevarüs ederek özümseyip yeniden
bizim zihnimizle üretmeden hiçbir şey yapamayız. Türkiye, her geçen gün
mezhepçi, tarikatçı ve akıl ve ilim düşmanı bir selefiliğe doğru götürülüyor.
‘FETÖ TAMAMEN TEMİZLENMEDİ’
Türkiye’deki ilahiyat eğitimi ve
tarikatların bağlantısı nedir?
İlahiyat fakülteleri son zamanlarda
tarikatların ve cemaatlerin ilgi odağı haline geldi. Mesela FETÖ hareketi,
geçmişten beri bazı üniversitelerde konuşlanmıştı. FETÖ olayı nüksettikten
sonra karşı bir temizleme hareketi oldu ama ben bütünüyle temizlenemeyeceğine
inanıyorum. Çünkü diğer dini gruplarla zihinsel ayniyetleri vardı, bazı gruplar
onların ciddi etkisindeydi. O nedenle kendilerini kurtarmak için diğer dini
gruplara ve başka Nurcu gruplara kolayca kaydılar ve gizlendiler. Mevcut dini
yapılar, kendilerini tarikat olarak tanıtıyorlar ama söz ve eylemleri farklı.
Kendilerini mezhep gibi, siyasi hareket gibi hatta ilahiyatlara rakip gibi
davranıyorlar. Bir yandan açtıkları medreselerde eğitim yaptırıyorlar, diğer
taraftan buralarda yetiştirdiklerini, dışarıdan aldıkları diplomalarla hoca
olarak üniversitelere girmeye çalışıyorlar. Arapçayı öğretiyorlar, dışarıdan
okulları bitirtiyorlar, ilahiyat diplomasını almaları da kolaylaştırılıyor.
İşte bu şekilde İlahiyatları ele geçirmeye çalışıyorlar.
‘Akılsız İlahiyat projesi’ bu mu?
Evet, burada izah etmeye çalıştığım
İlahiyatları ve toplumsal dini algıyı dönüştürme düşüncesine ben akılsız İlahiyat
projesi diyorum. Felsefe, sosyoloji gibi derslerin temizlenerek yerine modern
hayattan uzak, kafalarında kurdukları değişime tamamen kapalı olan geçmiş
bilgilerin tekrarı olan bir eğitimi savunuyorlar. Tam bir Talibancı zihniyete
doğru evrilme düşüncesi bu. Sadece Fakültelerin geniş programı daraltılmadı,
bazı İlahiyatlarda ve İslami İlimler bünyesinde, İslam Ekonomisi ve Finansı
gibi birimler kuruldu, eskiden sosyal bilimler alanında yapılan lisansüstü
eğitim İslami Araştırmalar Enstitüsü, İslami İlimler Enstitüsü gibi alanlarda
lisansüstü eğitim vermeye başladı. Bunlar açıkça Akılsız İlahiyat Projesi’nin
kademeleridir. Normalde İlahiyat alanında yapılan çalışmalar genel sosyal
bilimlerden dini bilimlere doğru daraltılmaktadır.
İslami İlimler Fakülteleri bu
nedenle mi kuruldu?
Evet, ana hedef buydu. Sadece kurulmadı,
İlahiyat olarak kurulanların ismi değiştirilirken bazen de isim değiştirmeden
program değiştirilerek bu yapıldı. Önce ilahiyatlarda felsefe derslerini
azaltmaya başladılar. Buna tepki geldi. Tepki gelince vazgeçildiği söylendi ama
vazgeçilmedi. Strateji değiştirildi. Yeni strateji; yumuşak geçişle, kimseye
fark ettirmeden yapmaktı. İlahiyat fakültesi idi tümünün ismi. Bunları İslami
İlimlere dönüştürelim, denildi. Başta masum gibi geliyor ama yapılmak istenen
şu; biz Aristo’dan beri tüm bilimlerle ilgili nesnel, tümel bir anlayış
sergileyen alana ilahiyat diyoruz. İlahiyat bu anlamda metafizik demek. Burada
bütün sosyal bilimlerin perspektifi verilmeye çalışılıyor. İslami ilimler
denilince ise klasik anlamda, şu andaki Arap ülkelerindeki Şeriat
Fakültelerinde olduğu gibi teolojik bir eğitim yapıyorsunuz. Hatta Teoloji yani
Kelam ilmine bile, kısmen akılcı olduğu için yeterince yer vermiyorsunuz. Aklı
dışlayarak ve sadece ayet ve hadisi literal ve zamanüstü yaparak, hatta Arap
örfünü dikkate alarak okuyorsunuz. Farabileri, Maturidileri, İbn Sinaları ve
Birunileri yetiştiren medrese değil bu. O eski medrese, işte bugünkü İlahiyat
Fakülteleri aslında. Osmanlı’nın da kurtulmaya çalıştığı kokuşmuş bir medrese
ve din algısını bize dayatıyorlar. Buralarda yetişenler de ileride katı bir
selefiliği dayatacak. Bu toprakların ruhuna, dokusuna aykırı bu.
İlahiyatlardaki isim değişikliğini resmi yazıyla da yapmadılar. Dekanları,
rektörleri telefonla aradılar. ‘Fakülteniz yönetimini toplayın, ilahiyatı
İslami İlimler olarak değiştirmek istiyoruz’ diye bize resmi yazı yazın
denildi. İstek sanki İlahiyat fakültelerinden geliyormuş gibi görüntü verildi.
Dolayısıyla Cumhurbaşkanımızı da kandırdılar. Birçok fakülte istememesine
rağmen ‘kadro vermeyiz’ gibi başka unsurları kullanarak tehditle bu işi
yaptılar. Artık ilahiyatta felsefe tarihi, mantık, din sosyolojisi gibi
alanlarda hoca bile bırakmayacaklar. Olsa bile sayıları ve ders saatleri
azaltılacak.
Yani gelecek yıllarda ilahiyat
değil de medrese tarzı bir eğitim mi olacak?
Bu şekilde devam ederse, evet. Bu yapılan
medreseleştirmedir. Ama Türkiye’de ciddi bir ilahiyat birikimi oluştu. Bu
nedenle medrese zihniyetinin bütünüyle hâkim olacağını düşünmüyorum. Ayrıca
siyaset bunlara alan açmazsa hiçbir şey yapamazlar.
Hocalar direnç gösterecek yani buna...
Hocalarla birlikte, İlahiyatlarda
yetişenler ve halkımızın önemli bir ksımının sağduyusu da. İnsanlar, ‘sağlıklı
bilgi nedir’i ayırt edebiliyorlar artık. Ama yine de ciddi bir kavga olacak.
Osmanlı’dan daha büyük bir mektep medrese çatışması olacak.
‘DİYANET’E NÜFUZ ETMEYE
ÇALIŞIYORLAR’
Diyanet Akademisi neden kuruldu peki?
Hiçbir hocamız bu akademinin ne yapacağını
bilmiyor. Diyanet’in zaten hizmet içi eğitim kursları var. Bu kurslarda da
yanlış yapılıyordu zaten.
Bu kurslarda ne gibi yanlışlar
yapılıyor?
Benim fakültemden mezun ettiğim öğrenciyi
Diyanet alıyor. Doğrudan müftü atamaması normal. Hizmet içi eğitime tabi
tutuyor, ama sıradan bir hizmet içi eğitime almıyor müftü yapacağı adamı.
Fakültede kazandığı bütün sosyal bilim perspektifini, geniş bakış açısını yok
edecek tarzda klasik medrese eğitimiyle mahvediyor. İlahiyat birikimi göz ardı
ediliyor. Yani 500 yıl önce yazılmış bir kitaptan bugünkü hukuk problemini
çözdürmeye kalkıyorlar. Şimdi akademide de bunu yapacaktır. İlahiyatlar ve
lisansüstü eğitimler varken Diyanet Akademi ne yapacak merak ediyorum.
Bazı zihniyetler Diyanet’e nüfuz etmeye
çalışıyor. Ama FETÖ nasıl kusuldu ise bu tür zihniyetlerin de kusulacağına
inanıyorum. Bir yerde mutlaka dur denilecek. Ama cemaat, tarikat kökenli
birileri yıllardır Diyanet’e hâkim olmaya çalışıyor. Güç var çünkü orada.
Mesela bir tarikat liderisiniz, Diyanet başkanını tanıyorsunuz, özel ricada
bulunup meşhur bir camide vaaz etmeyi istiyorsunuz. Bu etki alanınızın artması
demek. Daha önce Üsküdar müftüsü öldürüldü. Bazı tarikatların isteklerini
yerine getirmedi diye. Bu ciddi kapışma sahnesi. Diyanet eğer akademiyi bu tarz
bir zihniyetin eline verirse bu kavga yaşanacak. Diyanet’in de şu anda maalesef
bazı tavırları ilahiyat birikimine uygun değil.
Diyanet’in çok tepki çeken
fetvaları var. Bunları kim nasıl hazırlıyor?
Halk size danışıyor mecbur siz de yanıt
vereceksiniz. Buradaki sorun şu, yanıt verirken beş yüz yıl, bin yıl önceki
yorumları günün şartlarından habersizce bugün aynı şekilde dinmiş gibi
insanlara sunmanız.
Bazı sorulara hiç yanıt verilmese
nasıl olur?
Yanıt veren kişiler sosyolojiden,
psikolojiden, ekonomiden, hukuktan, örften anlasalar sıkıntı kalmaz. Ben de
Diyanet’in açıklamalarına eleştireler yazdım bana bazıları kızarak döndüler.
Mesela TOKİ ile ilgili açıklaması eksik. Belli bir maaşımız var, kredi veren
bankalar var. Bankadan kredi alıyorum, evime oturuyorum. Bu benim ihtiyacım.
Diyanet bunu sadece TOKİ değil ihtiyacı olan herkes ‘faiz de olsa bunu
almalıdır’ demeliydi. Ev, yemek ve binek ihtiyacı zorunludur. Piyasada paranın değer kaybı var. Değer kaybı
olan şeyin faizi olmaz. Birikim yapıyorum TL ile yapıyorum. Para pul oluyor bir
süre sonra. Şu an modern hukuk var. Diyanet böyle konularda hassas davranmalı,
bilmediği konuda açıklama yapmamalı. Ama Diyanet her şeye yanıt bulmak
derdinde.
Neden modern hukuka göre hareket
etmiyor?
Diyanet, zaten devletin uygulamalarına
karışamaz. Ama bu konuda kendisine halktan sorulan sorulara dini yönden cevap
veriyor ve bunu yaparken her şeyi dinleştirmek derdine giriyor. Her şeye
değişmeyen, yüzlerce yıl önce yazılmış kitaplardan çare bulma derdinde.
Güncelleştirme diye bir şey yok. En büyük sıkıntımız bu. Çünkü Türkiye’de azgın
bir kitle var. Teşkilatlı bir kitle. Siyasetçilerle oynuyorlar. Çünkü siyasetçi
oy istiyor. Kendilerini güçlü gösteriyorlar. ABD’yi şirketler yönetiyor diye
tenkit ediyoruz. Böyle giderse bizde de holdingleşmiş tarikatlar ülkeyi
yönetmeye başlayacak.
Diyanet İşleri Başkanı Cumhurbaşkanının
katıldığı birçok programda yer alıyor. Bu normal mi?
Olumlu manada kullanabilse çok iyi olur.
Diyanet de bir devlet kurumu. Ama olayı sadece bir açılış yaparken dua etme
olarak görürsek hata ederiz. Diyanet bu gezilerden toplumsal bir fayda
çıkartamıyor, çünkü öyle bir perspektifi yok. Ben Türk dünyası çalışıyorum.
Diyanet’in bağımsız Türk cumhuriyetlerinde gerçekten dişe dokunur bir hizmeti
yok. Yaptığı şeyler kurumsal olarak cami yapma, maddi yardımlar. Ama oralarda
beslenen selefilik gibi akımlar ya da dini grupların engellenmesi ve manevi
ihtiyacın sağlıklı bir şekilde karşılanması yönünde entelektüel bir etkisi de
yok, böyle bir kapasitesi de yok.
Siyasal İslamcılık ve selefi
düşüncenin yerleştirilmesi nasıl başladı?
Üç ana neden var. Biri SSCB’ye karşı NATO
destekli bir İslamcı çizginin uyandırılması. Kasıtlı olarak birileri
radikalleştirildi. İkincisi ise yanlış laiklik politikaları. Devlet halkın dini
inancına aşırı derecede karıştığı için birileri kendilerine fırsat buldu ve
mürit kazandı. Onların sözcüsü konumuna yükseldi. Bir üçüncüsü ise değişime,
akla ve bilime karşı çıkan mutaassıp din anlayışı ve bunu fırsat bilip fonlayan
Suud rejimi başta olmak üzere bazı ülkeler.
İnsanlar tarikatlara nasıl mürit
oluyor?
Şimdi siz şehre geldiniz. Ya
köylülerinizin olduğu yere gidersiniz, ya da kendinize yakın hissettiğiniz
ideolojik ve dini gruplara sığınırsınız. Dini gruplar ise, din alanındaki
cehaleti ve samimiyeti istismar ediyorlar. Kendilerine gelenleri kaybetmemek ve
“bağlı” kılmak için fantastik ve kurtuluşçu söylemlere başvuruyorlar ve
gettolaşıyorlar. Bir gizem ve sır halesi oluşturuyorlar ve karşıdakilerin
iradelerini kendilerine bağlıyorlar. Dini grupların arkasında büyük güçler var.
Türkiye şu anki seviyeye durup dururken gelmedi. Bir el bunu yapıyor, birileri
de bu eli tutuyor. Şunu kabul edelim maalesef Türkiye’de iktidarlarımız kendi
kendilerine gelemiyorlar iktidara. Yurt dışını bir gezmek gerekiyor. Bu benim
vatandaş olarak gözlemim. Bu merdiven altı grupların birçoğu zaten dış
destekli.
Cemaat ve tarikatların dinde yeri
nedir?
İslam dininde cemaat tektir. Ama bir adam
çıkmış sözleri, fikirleri beğenilmiş. Birileri de ona hak vermiş. Yesevi,
Mevlana çıkmış mesela. Burası doğal olan. Ama ‘sadece bize bağlı olan
kurtulacak’ derseniz ve toplumu ötekileştirirseniz, olmaz. İslam dünyasının
zenginleşmesiyle insanlar şekilciliğe bürünmüşlerdi. Tepkisel olarak da ‘Böyle
din anlayışı mı olur, her şeyiniz menfaat’ diyen bazı gruplar içine kapandı.
Yanlış olan bu tür grupların toplumdan ayrılıp manastır ya da getto yaşamına bürünmesi.
O grup toplumdan beslenip topluma bir şey katmıyorsa suçludur. Ben hocalık
yapıyorum, geçiniyorum. Ama biri kenara çekiliyor müritleri ona kazandırıyor.
Topluma bir katkısı yok. Hiç kimse başkasının sırtından geçinemez. Tarikatların
en büyük sıkıntısı, zararı budur. Laik devletin yapması gerekenler şunlar:
Tevhid-i Tedrisat güvencesine aldığı din eğitimine bu grupların engel olmasına
izin vermeyecek. Bunların halkı kene gibi sömürmesinin önüne geçecek. Devlet
içinde bunlara yer açmayacak. Söz sahibi etmeyecek. Bunlar vakıfsa vakıf
dernekse dernek olacaklar. Şeffaflaşacaklar.
Ama vakıf adı altında da yanlış işler
yaşanıyor. En son Hiranur Vakfı’nda 6 yaşındaki bir kızın evlendirilmesi ve
sonra bunun üzerinin kapatılmasına tanık olduk...
Yanlış olan bunların denetlenmemesi.
Demokratik yapılarda temel özgürlükleri kısıtlayamazsınız. Yoksa her vakıfta
yanlışlık yapılabilir. Esas yanlış olan, bunların geçmişteki tarikatlar gibi
kabul edilmeleri. Bugünkülerin hiçbiri artık bir tarikat özelliği bile taşımıyor.
Dini eğilimli çıkar grupları bunlar. Kendilerini dinin en doğru temsilcisi gibi
görüyorlar. Hatta birçoğu, maalesef, yüce bir dini grup gibi görülüp
denetlenmiyor bile. Biz burada örneğin İslam Felsefecileri Derneği, Dinler
Tarihçileri Derneği gibi dernek kuruyoruz. Bize yapılan denetimlerin hiçbiri o
cemaatlere, vakıflara yapılmıyor ki, her şeyleri usulsüz. Bunlar paraları yurt
dışına nasıl aktarıyorlar. Yurt içinde bu paraları nereden elde ediyorlar.
Artık kendi bankaları, televizyonları, yayınevleri bile var. Çok ciddi
zenginlikleri var, nasıl oluyor bu. Devlet buna engel olacak, yani bunların din
simsarı olmalarına, dini tekellerine almalarına, İlahiyatları alenen
kötülemelerine ve dini tekel oluşturmalarına izin vermeyecek. Bunlar devlet
karşısında devlet olmaya çalışıyorlar. Çocuklarını devletin okullarına
göndermiyorlar, ama diplomayı dışarıdan almaya çalışıyorlar. İki yüzlü ve Fetö
taktiği gibi devleti ele geçirme üzerine çalışıyorlar. Devlet, vatandaşını
koruyacak tedbirleri almak zorunda.
İMAM HATİPLER ÜZERİNDEN KAMPLAŞMA
UYARISI
İmam hatiplere yönlendirme var
ancak talep de yok, neden?
Talep yok. Çünkü Türklerin tarihi bir
tecrübesi var. Daha hayat içinde yaşanan, güncel bir din anlayışı var.
Buralarda dinin anlatımı güncellenmeden, makul bir zihniyetten uzak bir şekilde
yoğunlaştırılarak anlatılıyor. Çağımızın çocuklarının, gençlerinin dünyayı
algılamalarına bakmaksızın savunmacı bir anlayış öğretiliyor. Ayrıca çocukları
diğer okullar ile yarıştırmak için her yönden baskılıyorlar. Çocuklara da fazladan
yük yükleniyor. Bazı dini yönlendirmeler yapılarak çocukları adeta dinden
bezdiriyorlar. Öte yandan İmam hatiplere yönelik özel bir kayırmacılık, hatta
maddi destek var. Meselâ aynı kampüs içinde iki okuldan imam hatip olanına her
türlü yardım yapılıyor. Diğerine yapılmıyor. Bu yardımlar da bazen devlet adına
bazen dini gruplar üzerinden yapılıyor. Bunu görenler bu okullardan soğuyor.
Ayrıca, bunlar çocuklar arasında da halk arasında da kamplaşmaya yol açacak
şeyler.
‘TÜRKİYE’YE SELEFİ GRUPLANDAN ÖZEL
İLGİ VAR’
İmam hatiplerde ateizm, deizm artıyor deniyor,
doğru mu?
Artık herkes her bilgiye ulaşabiliyor.
Eğer öğretmen merdiven altı bir dini grubun düşüncesine sahip ise veya makul
bir din anlayışından uzaksa çocuğa bilinç vermiyor. Din dili de büyük bir
sorun. Çocuğun yaşadığı hayatla, okulda öğrendiği bilimsel derslerle dinde
öğretilenler arasında çatışma var. Çocuk evrimle ilgili her yerde bir şeyler
okuyor siz evrim teorisini kitaplardan çıkartıyorsunuz. Çocuk yağmurun nasıl
yağdığını, ürünün nasıl topraktan çıktığını öğreniyor. Ama siz öyle bir din
anlayışı öğretiyorsunuz ki, özünde doğru, her şeyi Allah yapıyor. Ama Allah
bizi de yaratmış, evreni de. Bizi de bu evrende bir şeyler yapsın diye
yaratmış. Bilimi, neden sonuç ilişkisini göz ardı edip ‘Her şey Allah’tan’
derseniz, çocuk veya genç buna elbette inanmaz. Bu anlayış diğer dinlerde bile
arkaik kaldı, bizde aktifleştirilmeye çalışılıyor. Günümüzde Türkiye’ye selefi
gruplardan özel bir ilgi var. Eğer biz bu gençlerimize sahip çıkamazsak çocukların
iki yolları var. Ya deizm ve ateizme kayacaklar, dine karşı tarafsız
kalacaklar, ya da IŞID, el-Kaide gibi radikal dini gruplara veya bunların
Türkiye versiyonlarına katılacaklar.
‘TARİKATLARIN SÖYLEMLERİ
RADİKALLEŞTİ’
Tarikatlar radikal gruplar mı?
Artık Türkiye’deki dini grup ve
tarikatların hemen hepsi mezhepçi ve selefi bir çizgiye geldiler, söylemleri
radikalleşti. Ama görüntüde sufi olduklarını söylüyorlar. Başlarına geleceği bilmiyorlar.
Sorsanız birçok tarikat IŞİD’e, Vehhabiliğe görüntüde karşı. Halbuki Türkiye’de
şu an zaten tarikatçı, mezhepçi bir selefilik var. Giderek de
radikalleşiyorlar, bunun farkında değiller. Özellikle de Suriye’den,
Ortadoğu’dan gelen öyle tarikatlar var ki, yakında Türkiye’deki tarikatlarla
kavgaya başlayacaklar. Otomatik olarak Afganistan’daki gibi bir dini zihniyet
oluşacak. Türkiye’de, biraz önce bahsettiğimiz, İlahiyatların İslami ilimlere
çevrilmesi, Türkiye’den Arap ülkelerine öğrenci gönderilmesi, göçmenler,
sığınmacılar vb. sebeplerle önümüzdeki yıllarda karşımıza Taliban tipli
anlayışlar ortaya çıkacak. Meselâ kadınların eğitimi konusunda Taliban’ın
gerekçelerinin benzerleri son zamanlarda ülkemizde çok sık zikredilir oldu:
Karma eğitime karşı çıkılması, kadınların her fakültede okumamaları gerektiği,
fakülte müfredatlarının şeriat dışı olması vb. Akılsız İlahiyat projesi dediğim
tam da bu işte. Bazı İlahiyatlarda kız erkek sınıfları ayrıldı ve hatta
kantinlerin bile ayrılması konuşuldu. Türkiye’de korunması gereken makul bir
din anlayışı var. Bunun için de önce İlahiyatları güçlendirmemiz gerek. Şu an
basında ilahiyatçıların konuşabileceği bir ortam yok. Televizyonlarda dini
tartışma programlarına yönelik gizli bir yasak var. Ama tarikatların her şeyi
var ve harıl harıl propaganda yapılıyor.
6 yaşındaki bir çocuk dini nikahla
evlendirildi ve yıllarca istismara uğradı. Dini nikahın dinde yeri nedir?
Türkiye’de en büyük sorun; devletin şu
anki düzenini kabul etmeyen bir zihniyetin olması. Devletin kendisine, yönetim
şekline, hukukuna, laikliğine karşılar aslında ve ülkeyi İslam ülkesi değil
darü’l-harp olarak kabul ediyorlar. Dini nikah işin bahanesi. Öncelikle nikahın
dini ve resmi diye ayrılamayacağını öğretmemiz gerek. Sorsanız ilk söylenen
‘Biz zaten resmi nikah olmadan kıymıyoruz’ derler. Halbuki dini nikah diye bir
şey mi var ki, resmiden sonra kıyacaksınız, demiyorlar. Nikah zaten bir
sözleşmedir. Geçerli olan, devletin medeni hukuka göre yaptığı resmi nikahtır.
Diyanet de bazı merdiven altı gruplar da bunu bir bahane ve para kazanma aracı
olarak gördüler. Biz yanlış yere odaklanıyoruz. Burada kangren olmuş bir konu
var. Türkiye’de din anlayışı toptan kangren olmuştur. Bu din anlayışının
temelinde kız çocuklarının ve kadının ikincil bir varlık konumunda oluşu ve
iradelerinin yok sayılmasıdır. Bir çocuğun buluğ çağına gelmeden evlenmesi
medeni hukuka göre yasak ise, dini anlamda da doğru bir yasaktır. Bunu halk
biliyor aslında ama bunu, dindar olduğunu söyleyen çevrelere anlatmak gerekiyor.
Maalesef bu tabi görülüyor, sorun bu. Bir insan hür irade yaşına gelmedikçe
evlendirilemez. Medeni hukukta var ama biz bunu dinde tartışıyoruz. Çocuk yaşta
evlilikten söz ediyoruz. Bir de Kuran’a dayandırmaya çalışıyoruz. Kuran’ın ruhu
bir kadının dayak yemesini, söz sahibi olmamasını, insan yerine konmamasını
kabul etmez. Ama dini gruplar kadının ikincil bir varlık olduğunu söylüyor. O
kız çocuğu 15 yaşında evlendirilseydi emin olun bu kadar konu olmayacaktı ama
yine yanlıştı. İşte sorun burada.
‘PEYGAMBERİMİZİN HER DAVRANIŞI
SÜNNET DEĞİL’
Diyorlar ki, Hz Muhammed, Hazreti Ayşe ile
9 yaşında evlendi. Öncelikle şu bilinsin peygamberimizin her davranışı sünnet
değildir. Velev ki, 9 yaşında evlendi. Bu, o dönem normal bile olsa ben bunu
alıp bugüne getiremem. Her şeye Kur’an’dan ve Peygamberimizin hayatından delil
getirmek zorunda değiliz. Bugünkü şartlarda gelişmişlik düzeyi var. Üstelik
emin de değiliz, Peygamberimiz Hazreti Ayşe ile kaç yaşında evlendi.
Peygamberimizin her yediği, içtiği, kılığı kıyafeti sünnet değil. Ama bazı
gruplar Arap toplumunun giyindiği gibi giyinmeyi, davrandığı gibi davranmayı
din kabul ediyorlar. Maalesef sorun çok büyük, bazen dini grupları da aşan ve
gelenekten beri gelen bir dini zihniyet sorunumuz var. Her şeyi dini metinlerde
ve geçmişte aramak hastalıklı bir zihniyettir. İnsan aklı, iyiyi, kötüyü ve
adaleti bulabilecek kapasitededir. Akıl, en etkin vahiydir.
‘YENİLEŞMEYE İHTİYAÇ VAR’
Dinin reforma ihtiyacı var mı?
Dini düşüncenin reforma ihtiyacı var.
Güncellenme dediğimiz bu. Yenileşmeye kesinlikle ihtiyaç var. Bunu yapabilecek bir irade yok. İlahiyat
fakülteleri güçlenseydi belki kendiliğinden zaten olacaktı, ama medrese
zihniyeti güçlendi/rildi ve bu, zorlaşmaya başladı. Ama eninde sonunda olacak.
Kilise bizden daha baskıcıydı. Ne zulümler yaşandı. Bilimin gelişmesi ve
aydınlanma ile kilisenin bağnaz tutumu tamamen reddedildi. Bizim dinimizin
özünde asla akıl ve bilim karşıtlığı yok. Korkum şu. Buna rağmen, bizde de
kendisini kilise gibi gören, Demoklesin kılıcı gibi üzerimizde din kılıcını
sallayan, hayatı reddeden bir zihniyet oluşmaya başladı. Eğer Türkiye’de bu
zihniyetin baskısı artarsa Batı’dakine benzer, hatta çok daha kötü zıtlıklar
yaşanabilir.
Batı’da çok kanlı oldu…
Umarım bizde öyle olmaz. Mesela Taliban’ın
neler yaptığını yeterince görmüyoruz. Orada da kanlı oluyor aslında. Taliban
baskıyla kadınların ellerindeki tüm hakları aldı, halkın eski alışkanlıklarını
yok ediyor. Kültürü, sanatı yok ediyorlar. Totaliter rejimler böyle davranır.
Kültüre, sanata ve medeniyete toptan karşılar. Bedeviliği din diye kabul
ettirmeye uğraşıyorlar. Tarihi bugünde diriltmeye çalışıyorlar.
‘İstese AKP siyasal İslam’ı zaten
getirirdi. Türkiye için artık böyle bir tehlike yok’ diye bir görüş de var. Ne
dersiniz?
Benim bahsettiğim tehlike, partileri aşan
bir zihniyet tehlikesi. Siyasal İslam iktidarla birlikte devlet gerçeğini biraz
da olsa anladı. Türkiye’de iki kutup var. Bir kutupta dini içerikli her şeye
karşı çıkan dine karşı grup, diğer kutupta ise zinhar caiz değildir diye her
şeye karşı çıkan, devlet ve düzen tanımayan bir grup. Her ikisinin de
Türkiye’ye zarar verdiğini düşünüyorum. Kavga, bunlar arasında olacak arada
bizim gibi insanlar ezilecek. Batı’da kilisenin baskısını kabul etmeyen dindar
aydınlar vardı. Onları deist diye suçlandı ama hiçbiri deist değildi. Onların
başlattığı hareket din düşmanlığına dönüştü. Batı’da şu an ciddi din karşıtlığı
da vardır. Ben Batı’da yaşananların bizde yaşanmayacağını düşünüyordum ama
maalesef gelişmeler Batı tecrübesinin aynısını yaşayacağımızı gösteriyor.
Görünen o ki, zihniyet olarak iyice dibe vuracağız ve sonra düştüğümüz yerden
kalkıp yeniden Müslüman olacağız.
Başörtüsüyle ilgili bir anayasa
değişikliği teklifi gündemde, nasıl karşılıyorsunuz?
Türkiye’nin barışa ihtiyacı var. Herkes
yanlış yapabilir ama yanlışlar üzerinden hem yeni yanlışlara gidilmez.
Türkiye’de giyim, yaşam ve inanç tercihleri üzerinden kimse sıkıntı
çekmemelidir. Daha çok özgürlük bizi kazançlı kılar. Ayrıca başörtüsünün bazı
dini gruplarca siyaseten kullanılmasının önüne geçilebilir.
Nas ile ekonomi yönetilir mi?
Bizim bugün faiz sorununu iktisat
uzmanlarıyla çözmemiz lazım. Nassın bize öğrettiği temel ilke adalettir.
İlkenin kendisi değişmez ama nasıl olacağı zamansal, mekânsal ve örfidir. Buna
insanlar karar verir. Nasla ekonomi yönetilemeyeceği gibi hayatın hiçbir
alanındaki problem nasla çözülmez. Her şeyi çözebilecek olan şey akıldır.
Atatürk Diyanet’i neden kurdu?
Toplumun temel dini ve manevi ihtiyaçları
için kurdu. Bir devlet kuruyorsunuz. Türk devlet geleneğinde önceden
Şeyhülislamlık vardı. Atatürk bunu lağvetti. Yerine devletimiz nasıl demokratik
bir yapıya kavuşmuşsa, Diyanet de buna göre kuruldu. Atatürk bunu kurarken
Osmanlı’daki tarikat, cemaat zihniyetinin merdiven altı grupların katı selefi,
devleti de toplumu da geri bırakan anlayışından kurtulmak istiyordu. Onların
etkisinden sıyrılmak istiyordu. Diyanet’i kurarken bu yapının merdivenaltı
grupları alt edeceğini düşünüyordu, hem de kısa sürede bir şeyler
yapabileceğini umuyordu, ama Türkiye’nin kültürel yapısı buna müsait değildi.
Tekke ve zaviyeler kapatıldı ama bu yapılar yeraltına indi ve bir süre sonra
Diyanet’e de, devlete de nüfuz etti. 1947 CHP Kurultayı, o dönemde yüksek dini
eğitime olan ihtiyacı ve bir din politikasının olmamasının acısının net
tartışıldığı önemli bir toplantıdır.
ATATÜRK DEMEYEN DİYANET’E YENİ YIL
HUTBESİ TEPKİSİ
Diyanet’in yılbaşı kutlamaları
hakkındaki son hutbesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Noel ve yılbaşı kutlamaları aynı şeyler
değil. Aynı gün de kutlanmıyor. Yeni bir yıla girerken tarih boyu toplumların
çeşitli kutlamaları olmuştur. Diyanet, hiçbir milli bayramda hutbelerde milli
değerlerden, kurucu lider Mustafa Kemal Atatürk’ten tek kelime etmeyip tarih
bilincinden de söz etmezken, yılbaşı hutbesinde “değerler” ve tarihini
bilmeyenler diye ifadeler kullanması pek gerçekçi değildir. Ayrıca hutbede
zikredilen hadis, bağlama uygun değildir. Diyanet, her milli ve dini bayramda
halkı kucaklayacak çalışmalar yaparsa o zaman endişelendiği şeylere karşı bir
çözüm üretebilir.
PROF. DR İBRAHİM MARAŞ KİMDİR?
1967'de Kırşehir’in Kaman ilçesinde doğdu.
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Çalışmalarını Türk
Düşünce Tarihi üzerine yoğunlaştırdı. Halen Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Felsefe Ve Din Bilimleri Bölümü, İslam Felsefesi Anabilim Dalı'nda
öğretim üyesidir.