Mevcut haliyle milyarlarca dolara mâl olan eğitim sistemi, milyonlarca diplomalı işsiz yaratıyor ve onları asgari ücrete mahkûm ediyor. Öncelikle ulusal insan kaynakları planlamasına göre bütün eğitim sistemimizi yeniden tasarlamalıyız
2022 yılına girdiğimiz şu günlerde, artan
Covid-19 vakaları ve yüksek enflasyon nedeniyle ülkemizde genel olarak bir
belirsizlik, daha doğrusu gelecekle ilgili yoğun bir karamsarlık hâkim.
Çalışanların yarıdan fazlasının asgari ücret civarında gelir elde ediyor olması
bu durumu iyice zorlaştırıyor. Uzmanların gelir seviyeleri bile giderek asgari
ücrete yaklaşıyor. Gelecek aylarda enflasyonun artması beklenirken ekonomik sorunlar
ön planda olmaya devam edecek gibi görünüyor. Bütün bunlar yetmezmiş gibi,
Türkiye küresel ölçekte en büyük on riskten biri olarak gösteriliyor.
Son günlerde intihar eden Enes Kara
hepimizi, gençlerin yaşadığı sorunları tekrar değerlendirmeye zorluyor. Daha
önceki yazılarımda yakınen şahit olduğum beyin göçü konusuna değinmiştim.
Bu yazıya tarihimizdeki devşirme
kavramından bahsederek başlayacağım. Daha sonra da eğitim ve çalışma amacıyla
yurtdışına giden gençlerin, ülkemiz için ne kadar büyük emek, masraf ve umut
kaybına neden olduğunu tartışacağım. Bu sorunların çözümü için bazı öneriler
sunacağım.
Tarihten günümüze devşirmeler ve
göçmenler
Tarih boyunca pek çok devlet, asker ve
işçi temin etmek için göçmenlere kapılarını açıyordu. Yabancı askerlerden
oluşan güvenlik güçleri ve ordular kuruluyordu. Mısır'a paralı asker olarak
geldikten sonra, yönetimi ele geçiren Memlûkleri hatırlarsınız. Çin, Yunan ve
Roma İmparatorluğu'nda çeşitli görevlerde çok sayıda köle çalıştırılıyordu.
Önemli deniz seyahatleri yapan meşhur Çinli Amiral Zhang Hee Müslüman bir
ailede doğmuş bir devşirmeydi.
Devşirme ve köle kavramlarının
yaygınlığının onlara meşruiyet kazandırdığını düşünmüyorum. Çocuk yaşta
devşirilenlerin, kısırlaştırılanların ve onların ailelerinin yaşadıkları göz
önüne alınmalıdır. Saraylarda hizmetkar veya cariye olarak kullanılmak üzere satın
alınan kadınların da tacize ve tecavüze uğradıkları biliniyor.
Günümüzde de tecavüze uğrayan kadınlar ve
çocuklar konusu gündemde yerini koruyor. Türkiye'de yurtlarda tecavüze uğrayan
çocuklar konusu haber olmuştu. ABD'de 18 yaşından küçük kız çocukları ile
ilgili bir dava devam ediyor. Birleşik Krallık Prensi Andrew de tecavüzle
suçlandığı için ülkesinde rütbeleri söküldü.
Tarihteki savaşların ganimetleri arasında
esirlerin önemli bir yeri vardı. Onlar pazarlarda eşya gibi alınıp satılıyordu.
Asya, Afrika ve Avrupa'da esir alınan erkekler için kısırlaştırılma merkezleri
kurulmuştu. Aslında esir ticaretinin en korkuncu, Afrika'dan Amerika'ya
tarlalarda ve madenlerde çalıştırmak üzere götürülen milyonlarca insana
yaşatıldı.
Amerika'ya önemli bir göç de II. Dünya
Savaşı döneminde yaşandı. Özellikle Alman Nazi rejimi, başta Yahudiler olmak
üzere azınlıkları ve muhalif görüşe sahip olanları ülkeyi terk etmeye zorladı.
Amerika'nın, Avrupa'yı bilimsel, teknolojik ve sanatsal açılardan geride
bırakmasında o göçmenlerin rolü oldu.
Nazilerden kaçan bilim insanlarından bir
kısmı da Türkiye'ye gelmişti. Onların değerli katkılarını, yetiştirdikleri
hocalardan şahsen dinlemiştim. Aslında, yükseliş döneminde Osmanlı
İmparatorluğu için çalışan İbrahim Müteferrika ve Humbaracı Ahmet Paşa gibi pek
çok Avrupalı vardı.
Osmanlı'da devşirme ve Taife-i
Efranciyan
Fatih'in İstanbul'un fethi sırasında
topların yapılması için görev verdiği Macar Urban'dan sıklıkla bahsedilir.
Fetih'ten sonra Sultan, Venedik'ten bir portre ressamı ile birlikte madalyon,
saat ve gözlük ustaları istemişti. Fatih'in aynı zamanda, medrese kurmak üzere
Orta Asya'dan Ali Kuşçu gibi bir alimi davet etmesi çok anlamlıdır. Bence bu
olaylar, onun küresel bir imparatorluk vizyonu hakkında ipuçları veriyor. Ne
yazık ki ondan sonra gelen padişahlar onun kurmak istediği medrese modelini
devam ettirmediler. Piri Reis'in Risalesi medreselerin zaman içinde ne kadar
bozulduğunu anlatır. Yeterince yerel uzman yetiştirilmediği için Avrupalılara
talep devam etti.
Yıllar içinde Osmanlı yönetiminde sayıları
artan yabancı uzmanlar, "Taife-i Efranciyan" olarak isimlendirildi.
Onlardan özellikle tıp ve mühendislik alanlarında faydalanıldı. Bu sırada,
Avrupa'da geliştirilen teknolojileri takip edebilecek okullar kurulmadığı için
bilim ve teknoloji alanında yerel bilgi birikimi oluşamadı.
Osmanlılar
devşirme sistemini kullanarak güçlü bir bürokrasi ve ordu oluşturdu. Bu
maksatla, özellikle Balkan ülkelerinden yetenekli Hristiyan gençler
devşiriliyordu. Minyatürde görülen kırmızı renkli kıyafetli çocuklara eli
sopalı bir görevli nezaret ediyor. Onlar bir süre Türk ailelerin yanında
yetiştirildikten sonra yoğun bir eğitimden geçiriliyordu.
Sınırlar genişledikçe devşirilebilecek
insan kaynağı artmaya devam etti. Devşirilenler arasından pek çok önemli
yönetici, asker ve uzman yetişti.
(Not: Devşirme konusu pek çok açıdan
tartışılmaya devam ediyor. Bir Güney Koreli öğrencinin bu konuda yazdığı
kapsamlı doktora tezi ilginizi çekebilir.)
Osmanlılar, bilim ve teknoloji alanlarında
Batı ülkelerinin gerisinde kalındığını fark ettiği zaman eğitimli ve deneyimli
insan ihtiyacını karşılamak üzere, yine Avrupa ülkelerinden yardım istediler.
18. yüzyıldan itibaren okullar ve fabrikalar kurmak amacıyla bilim insanları ve
ustalar getirildi. Osmanlı ordusunu yeniden yapılandırmak için de Batılı
uzmanlar görevlendirildi. Ne yazık bu adımlar imparatorluğun kaderini
değiştirmek için yeterince faydalı olmadı. Batı ile bilim, teknoloji, sanat ve
sanayi konularında ara açılmaya devam etti.
Avrupa'nın Osmanlı'dan devşirmeleri
16. yüzyıldan itibaren Osmanlı
topraklarında faaliyet gösteren ve 19. yüzyılda sayıları binlere ulaşan
misyoner okullarının temel amacı Hristiyan mezheplerin yayılmasını sağlamaktı.
Aslında misyonerler, mezheplerinin yanında dillerini de öğretmeye gayret
ettiler. Bu süreçte, bir taraftan da kendilerine yardımcı olacak kişileri
yetiştirmeye ve devşirmeye başladılar.
Misyoner okullarından mezun olan çok
sayıda genç Batı'da eğitimlerine devam ettiler. Kimileri de Avrupa'daki ticaret
merkezlerinde yerleştiler. Osmanlı topraklarında Avrupa ülkelerinin ve
şirketlerinin temsilcileri olarak da görev aldılar. Hatta bu ülkelerin koruması
altına girerek kapitülasyonlardan da faydalandılar. Osmanlı toprakları
kaybedildiği zaman, bu gençler Avrupa ve Amerika ülkelerine yerleşme imkânı
buldular.
Günümüzde göçmenler ve
devşirilenler
1970'lerde Çin'den yüzerek Hong Kong'a
kaçan biri ile tanışmıştım. Her şeyini geride bırakarak yeni bir hayata
başlamıştı. Günümüzde birçok kıtada ciddi nüfus hareketleri yaşanıyor.
Özellikle de savaşlar ve kıtlıklar nedeniyle birçok ülkeden Avrupa ve Kuzey
Amerika'ya doğru kalabalık bir sığınmacı akını var. Denizlerde boğulma riskine
rağmen yola çıkan göçmenler bana o Çinli arkadaşımın hikayesini hatırlatır.
Suriyeli Aylan bebeğin cansız bedeni de aklımdan çıkmıyor.
Artmakta olan sayılar nedeniyle, hedef
ülkeler de onlara engel olmaya çalışıyor. Göç alan ülkelerde halk sosyokültürel
sorunlardan şikâyet ediyor. Geçenlerde Danimarka çözüm olarak, niteliksiz
sığınmacıların cebine para koyarak onları ülkelerine göndermeye başladı.
Türkiye de son dönemde, özellikle iç
savaşların yaşandığı ülkelerden milyonlarca göçmen aldı. Bu göçmenlerin iyi
eğitimli olanları Batı ülkelerine gitmeye çalışıyor. Burada kalanların bir
kısmı desteklerle geçinmeye gayret ediyor. İş kuranlar ve vasıfsız işçi olarak
çalışanlar var. Ne yazık ki onların ülkemize entegrasyonunun gerçekleştiği
söylenemez. Hatta, son günlerde şiddete dönüşen bazı gerginlikler bile
yaşanıyor.
Gelişmiş ülkeler, yaşlanan nüfus
nedeniyle, genç göçmenleri devşirerek insan kaynakları eksiklerini karşılamayı
hedefliyorlar. Bu amaçla öncelikle öğrencileri ve kalifiye uzmanları seçerek
ülkelerine kabul ediyorlar. Onların kısa sürede, aranan yetkinlikleri kazanarak
ekonomik katma değer yaratmaları hedefleniyor.
Devşirilen gençlerimiz
Son yıllarda yapılan PISA sınavlarında,
ülkemizdeki orta öğrenimdeki kalite sorunu net bir şekilde görülüyor. Buna
ilaveten, en iyi üniversitelerimiz bile dünya sıralamalarında geriliyorlar. Bu
tabloya rağmen iyi yetişmeyi beceren gençlerimiz de yurt dışına gitmeye
çalışıyorlar. Örneğin, son yıllarda artan sayıda hekim yurtdışına gidiyor.
Genç akademisyenlerin de gelir
seviyeleri yükselen enflasyonla birlikte düştüğü için yurt dışında iş
aradıklarını öğreniyoruz. Bilgisayar ve yazılım uzmanları da küresel ölçekte
artan talep nedeniyle, yurt dışına yöneliyorlar. Gidemeyenler ise uzaktan
çalışabilecekleri işler arıyorlar.
Ortaöğrenimde ve üniversitelerdeki
kalite sorunları nedeniyle, imkânı olan aileler, çocuklarını yurt dışında
okutmaya çalışıyorlar. Almanya'daki yabancı öğrenciler arasında Türkiye'den
gidenler en ön sırada yer alıyor.
KPSS'de birinci olanların bile işe
girme şansını kaybetmesi gençlerde ciddi bir umutsuzluğa neden oluyor. Artık
adil bir değerlendirme ile iş bulabileceklerine inanmıyorlar. İyi eğitim
alanlar bile Türkiye'de kimseye muhtaç olmadan yaşayabileceklerini düşünmüyorlar.
Üniversite öğrencisi Enes Kara'nın
intiharının büyük bir hassasiyetle karşılanmasının pek çok nedeni var. Geçmiş
yıllarda yurt yangınlarında çok sayıda çocuk ölmüştü. Ayrıca, tecavüze
uğrayanların korkunç şartlarda yaşamak zorunda kaldıklarını gördük. Yakın
geçmişte FETÖ tarafından devşirilen öğrencilerin ülkeye verdikleri zarar çok
büyük oldu. Özel olarak yetiştirilen o öğrencilerin torpille önemli görevlere
getirildiği unutulamaz.
Gençlerin umutsuzluğunu vurgulayan bu
tablo toplumda ciddi bir infiale neden oldu. Bu şartlar altında gençlerin yurt
dışına yönelmelerine herkes üzülüyor ama kimse şaşırmıyor.
Gençlerimizin devşirilmesinin maliyeti
Daha önceki yazılarımda işsiz üniversite
mezunları yaratılmasının her yıl milyarlarca dolar kayba neden olduğunu
yazmıştım. Şimdi ona, ülkeyi terk eden hekim ve bilgisayar mühendisi gibi
seçkin gençlerin eğitimi için harcanan kaynakların da ilave edilmesi gerekecek.
Batı ülkelerinde, örneğin ABD'de bir hekim
veya mühendisi yetiştirebilmek için çocukluktan itibaren eğitime harcanan
kaynaklar milyon dolara yakın masrafa neden oluyor. Bu nedenle yetişmiş bir
uzmanın devşirilmesi elbette tercih ediliyor. Nüfusu yaşlanmakta olan gelişmiş
ülkeler için yetişmiş beyinlerin ekonomik değeri ortada.
1981'de Amerika'da doktoramı
tamamladığımda, yurda dönmek için Türkiye'deki askeri yönetimden demokrasiye
geçilmesini beklemeye karar vermiştim. Benimle aynı zamanda mezun olan bir
Güney Koreli arkadaşıma ise ülkesinden, Amerika'dakilere denk bir ücret teklifi
gelmişti. O da hemen ülkesine dönmüştü.
Unutmadan ilave etmeliyim. Arkadaşım, o
sırada Kore'nin kabinesinde, aralarında dünyanın en iyi okullarından diploma
almış kişilerin olduğunu söylemişti. Kore'nin son kırk yıllık dönemde
gösterdiği ilerlemenin temelinde, bu süreçte insan kalitesine verilen önem
vardır.
Benimle aynı dönemde yurt dışına giden
öğrencilerden büyük bir kısmı ülkemize geri dönmedi. Birçoğu çalıştıkları
ülkelerde önemli başarılara imza attılar. Aslında pek çok alanda ve özellikle
de sanayimizde iyi eğitim almış gençlere ciddi bir ihtiyaç var. Sanayicilerimiz
eğitim kalitesinin artırılmasını ve yurt dışından tersine beyin göçün
sağlanmasını talep ediyorlar.
Gelin şimdi gençlerin yabancı ülkeler
tarafından devşirilmesini engellemek ve gidenlerin de geri dönüşünü sağlamak
için neler yapılması gerektiğini tartışalım.
Sorular ve öneriler
Yurtdışına gitmek isteyenlerin ve orada
yaşayanların işaret ettikleri konulardan en çok gündeme gelenlerden bir kısmını
aşağıda irdeleyeceğim.
İlk ve ortaöğrenimden başlayarak, yüksek
PISA notları alabilen ve küresel rekabete uygun gençleri yetiştirmeye
başlamalıyız. Bu maksatla öğretmenlik eğitimini geliştirmek ve bu mesleği cazip
hale getirmek gerekiyor. En parlak beyinlerin eğitimci olmasını teşvik
edebilirsek gelecek nesillerin iyi yetişmesini sağlayabiliriz. Dünya çapında
başarı örneği olarak gösterilen Finlandiya modelinin özü bu.
Bu arada ilk ve orta öğrenim seviyesindeki
çocuklarımızın emniyetli olmayan yurtlarda kalmasını engellemek gerekiyor. Yurt
demişken, üniversite öğrencilerinin de barınma ve beslenme sorunları olduğunu
unutmayalım. Bu konularda gerekli önlemler alınmaz ise yurtlarda yanan veya
tecavüze uğrayan gençlerle ilgili haberleri tartışmaya devam edebiliriz.
Aslında ülkemizin en temel sorunu, insan
kaynakları planlaması yapılmadan üniversite ve bölümlerin açılması. Bu sistemin
diplomalı işsizliğe neden olduğunu daha önce de yazmıştım. Üstelik yeterince
akademik kadro olmadan açılan üniversiteler akademik kalite sorunu yaratıyor.
Bir süredir, mahkemelerde deneyimsiz
hakimler konusu tartışılıyordu. Adalet Bakanı da yetersiz akademik kadrolarla
açılan hukuk fakülteleri konusunda öğrencileri uyardı. Daha önce de bir
veterinerin hukuk fakültesi dekanı olmasından dolayı rahatsız olduğunu
söylemişti.
Hukuk eğitimi hakkında duyulan
şikâyetlerin benzerleri ne yazık ki pek çok meslek alanında var. İyi eğitim
vermeden gençlere diploma vermek en başta onlara ve ülkeye zarar veriyor.
İntihaller ve makalesiz rektörlerin varlığı ciddi akademisyenleri rahatsız
ediyor.Geçenlerde bir de sahte doçentlik belgesi ile görev yapan biri
yakalandı. Boğaziçi Üniversitesi kapısına kelepçe takılmasına kadar giden
eylemler de üzüntü veriyor.
Ne yazık ki bu şekilde üniversitelerin
imajı yıpranmaya devam ediyor. Öte yandan, iş bulamayan mezunlar, Kredi ve
Yurtlar Kurumu'na borçlarını ödeyemiyorlar. Bir an evvel insan kaynakları
planlamasına göre üniversite sayısını ve bölüm kontenjanlarını yeniden
belirlemek gerekiyor.
Gelişmiş ve gelişmekte olan pek çok ülkede
olduğu gibi biz de üniversitelerin küresel sıralamadaki yerlerine
odaklanmalıyız. Dünyada ilk 200 arasına girebilecek kalitede üniversitelere
özellikle destek vermeliyiz. Bir taraftan da iş dünyasının kalifiye ara eleman
ihtiyacını karşılamak için adımlar atmalıyız. Bu maksatla bazı üniversitelerimizin
meslek yüksek okullarına ve meslek liselerine dönüştürülmesi düşünülebilir.
Yukarıda kırk yıl önceki Güney Kore'nin
yönetiminden bahsetmiştim. Orada son kırk yılda yapılanları da dikkatle
incelemekte yarar var. Örneğin, yüksek teknoloji alanındaki şirketlere uzun
yıllar boyunca verilen destekler, günümüzde dünyanın en fazla patent alan ve
ihracat yapan markalarını ortaya çıkardı. Benzer yoldan ilerleyen Çin de
yurtdışındaki öğrencilerin dönerek iş bulabilecekleri yüksek teknoloji
devlerini yarattı. Onlar da yetenekli gençlere cazip iş imkanları sağlıyorlar.
Türkiye'de yüksek teknoloji konusunda
küresel rekabete giren önemli şirketler oluşmadan iyi yetişmiş gençlerimizin
yurt dışında çalışmayı tercih etmelerine şaşmamak gerekir. Artık yurt dışındaki
gençlerin koşup geleceği bilimsel, teknolojik ve sosyokültürel ortamı
oluşturmalıyız. Bu maksatla eğitimli gençlerin sesine kulak vererek nasıl bir
ortamda çalışmak ve yaşamak istediklerini anlamalıyız.
Anayasa Mahkemesi Başkanı ülkemizde adil
yargılama ile ilgili mesele olduğunu söyledi. öte yandan, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi kararlarının uygulanmaması nedeniyle Avrupa Konseyi Türkiye için
ihlal süreci başlatıyor. Tükiye'nin kara para aklama konusunda sorunlu ülkeler
arasında gösterilmesi yani Gri Listeye alınması da hoş karşılanmıyor. Bu
gelişmeler gençlerde, ülkemizdeki adalet konusunda tedirginlik yaratıyor.
Özet
Son iki yıldır yaşadığımız pandemi üzerine
yüklenen ekonomik kriz özellikle gençlerin yaşam kalitesini düşürdü. Onların
gelecek ile ilgili hayallerini kabusa dönüştürdü. Bu atmosferde gençlerimizin,
FETÖ gibi karanlık organizasyonlar ve yabancı ülkeler tarafından devşirilmesine
fırsat vermemek gerekiyor. Bu konuda öne çıkan en önemli sorunları ve çözüm
önerilerini aşağıda özetleyeceğim.
Mevcut haliyle milyarlarca dolara
mâl olan eğitim sistemi, milyonlarca diplomalı işsiz yaratıyor ve onları asgari
ücrete mahkûm ediyor. Öncelikle ulusal insan kaynakları planlamasına göre bütün
eğitim sistemimizi yeniden tasarlamalıyız. Orta öğrenim kurumlarının ve
özellikle de üniversitelerin yeniden yapılandırılması gerekiyor. Bir taraftan
da öğrencilerin barınma ve beslenme sorunları çözülmelidir.
İkinci konumuz katma değerli
ürünler üretmek üzere, bilim ve teknoloji temelli kalkınma. Gençlere iyi bir
gelecek sunabilmek için özellikle de güçlü bir araştırma-geliştirme altyapısı
üzerinde yükselen rekabetçi bir sanayi oluşturulmalıdır. Aksi takdirde bırakın
tersine beyin göçünü, gelecekte yetişecek parlak gençlerimizin yabancı ülkeler
tarafından devşirilmesini engelleyemeyiz.
Üçüncü konumuz gençlerin iş bulmak
ve özgürce yaşamak için ülkemize güveninin sağlanması. AYM Başkanı'nın ve
Adalet Bakanı'nın ifade ettikleri sorunların çözülmesi gerekiyor. Onlar olmadan
küresel ve yerel imajımızın düzelmesi kolay değil.
Son önerim de Prof. Dr. Aziz Sencer, Prof.
Dr. Ufuk Akçiğit, Prof. Dr. Feridun Hamdullahpur ve Prof. Dr. Banu Onaral gibi
yurtdışında yaşamayı tercih eden değerli vatandaşlarımızdan oluşan bir
komisyonun kurulması. Onlarla yapılacak toplantılara, seçkin okullarda okuyan
başarılı öğrencileri de davet etmeliyiz. Bu şekilde, yurtdışında yaşayan
insanlarımızın gözünden ülkemizi görmeli ve onların beklentilerini nasıl
karşılayabileceğimizi belirlemeliyiz.
SON SÖZ:
İYİ YETİŞMİŞ GENÇLER GELECEĞİMİZİN
TEMİNATIDIR. ONLARIN KARANLIK KURULUŞLAR VEYA YABANCILAR TARAFINDAN
DEVŞİRİLMESİNE İZİN VERMEYELİM.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.