Büyükelçiler krizinden daha büyük kriz Türk dış politikasının genel durumu ve birçok ülkeyle krizler yaşanmasıdır diye yazdınız. Niçin?
Son yıllarda, gerek komşu bölgelerimizde
gerek daha uzaklarda, ABD’den Mısır’a, Bangladeş’den Bahreyn’e, Hindistan’dan
Hollanda’ya birçok ülkeyle sorunlar yaşadık ve yaşıyoruz.
Siyasetimizdeki yeni anlayış ve
uygulamalarla birlikte, yaklaşım ve yöntemden kaynaklanan sorunlar da dış
politikamızda olumsuzluklara yol açmıştır.
Büyükelçiler krizi de, tek başına bir kriz
konusu değildir. Genel sorunlar bütününün sadece bir parçası olarak ortaya
çıkmıştır Adalet mekanizmasının işleyişinden uluslararası anlaşmalardan
kaynaklanan yükümlülüklerin yerine getirilmesine, ülkemizin imajından ikili
siyasi ilişkilere pek çok konuyla da bağlantılıdır.
YUNAN TÜRKİYE’Yİ KUŞATIYOR
‘Yunanistan anlaşmalarla Türkiye’yi
kuşatıyor’ diye yazdınız. Açar mısınız?
Yunanistan ezelden beri Türkiye’yle yatar,
Türkiye’yle kalkar. Türkiye haseti, korkusu, ne derseniz deyin, Yunanistan’ın
onanmaz yarasıdır.
Son dönemde Yunanistan, gayet planlı ve
bilinçli bir stratejiyle, Türkiye’nin birçok ülkeyle yaşadığı gerginlikleri ve
yarattığı boşlukları doldurma temelinde bir politika oluşturmuştur. Dağınık
Yunanlılar bu defa planlı programlı bir iş yapıyorlar.
Yunanistan, ilişkilerimizin gerildiği
İsrail, BAE, Suudi Arabistan, Mısır gibi ülkelerle yakınlaşarak işbirliği
mekanizmaları tesis etti. Askeri alanda, enerji alanında ve diğer alanlarda
anlaşmalar imzaladılar. Doğu Akdeniz Gaz Forumunu oluşturdular. Fransa ve
ABD’yle de savunma anlaşmaları imzaladılar. En son geçen gün Doğu Akdeniz’de 8
ülke ortak tatbikat yaptılar.
Bütün bu girişimlerde, faaliyetlerde ve
oluşumlarda ortak payda Türkiye’dir. Daha önce başka vesilelerle ifade ettiğim
gibi bunlar ekseriyetle Türkiye’nin, bu kapsamda olumsuz anlamda, “birleştirici
gücünün eseridir”.
Öte yandan, Yunanistan ve GKRY,
Türkiye’yle ikili meselelerini AB-Türkiye meselesi haline getirmeyi
başarmışlardır. Avrupa Birliği Komisyonu 2021 Genişleme Paketi raporuna
bakarsanız, Yunanistan’ın ve GKRY’nin Doğu Akdeniz, Ege ve Kıbrıs konularındaki
görüşlerini göreceksiniz. Bu konular, Türkiye-AB ilişkilerinin ilerlemesinin ön
şartı haline getirilmiştir.
Amaç, ülkemizi yalnızlaştırmak ve
sıkıştırmak, Kıbrıs’da, Ege’de, Akdeniz’de ve Trakya’da Yunan/Rum
politikalarını ülkemize empoze etmektir.
Ama ne kadar hormon takviyesi yapılırsa
yapılsın, Yunanistan’ın çapı, imkan ve kabiliyetleri bellidir. Ne kadar yalnızlaşmış
olursa olsun Türkiye’nin imkanları ve gücü de bellidir. Dolayısıyla, nihai
kertede Yunanistan Türkiye’den zorla bir şey alamaz. Ama yıpratır ve zarar
verir. Şu anda yaptığı da budur.
TÜRKİYE’NİN DOSTLARI?
Batı’da sizin de yazdığınız gibi
Türkiye’nin yeminli karşıtları var. Ama dostları da vardı. ABD ve Avrupa’daki
Türkiye dostları nerede? Niye kaybettik?
Türkiye karşıtı gruplar, özellikle Rum ve
Ermeni lobileri, başta ABD olmak üzere dünyanın her yerinde karşımıza çıkarlar
ve çıkmaya devam edeceklerdir.
Bunların karşısında her zaman, Türkiye’nin
stratejik öneminin, gücünün, potansiyelinin farkında olan, dostluğunun ve
müttefikliğinin önemini idrak eden ve ülkemizin yanında yer alan kurumlar,
gruplar, şahsiyetler, yazarlar çizerler bulunmaktaydı.
Son dönemlerde, Türkiye ile muhtelif
ülkeler arasında ortaya çıkan gerginlikler, Türkiye’nin kimi konulardaki
tutumu, ülkemiz hakkında ortaya çıkan algı ve imaj bu gruplara da olumsuz
olarak yansımıştır. Bunlar şimdi ya saf değiştirmişlerdir ya da sessiz
kalmaktadırlar.
İHVAN UĞRUNA…
Muhafazakâr iktidarın İslam
dünyasıyla da ilişkileri gergin. Neden? İhvan faktörünün etkisi var mı?
Müslüman Kardeşler Örgütü/İhvan-ı Müslimin
geçen yüzyıl Mısır’da kurulduğundan beri Orta Doğu, Arap dünyası ve İslam dünyası
siyasetinin şu veya bu şekilde önemli bir parçası olmuştur.
2011’de başlayan Arap Baharı İhvan’a alan
açtı. Tunus ve Mısır başta olmak üzere çeşitli bölge ülkelerinde ya yönetime
geçtiler ya ortak oldular.
Körfez ülkeleri başta olmak üzere muhtelif
Arap ülkeleri İhvan’ı terör örgütü olarak tanımlarlar ve varoluşsal tehdit
olarak değerlendirirler.
İhvan’ın 2011’de Mısır’da yönetime gelmesi
bilhassa büyük kaygı yaratmış ve İhvan karşıtlarını harekete geçirmiştir.
2013’te Mısır’da Mursi yönetimine askeri darbeyle son verildi. Sonraki dönemde,
İhvan’la öyle veya böyle irtibatlı olan Katar, Sudan, Tunus’ta da muhtelif
gelişmeler yaşandı.
İhvan karşıtı ülkeler Türkiye’yi de
İhvan’dan taraf gördüler, İhvan üzerinden Orta Doğu’da etki ve hakimiyet alanı
yaratmak peşinde olduğunu değerlendirdiler. Ayrıca, Türkiye’nin Arapların iç
işlerine müdahale ettiğini ileri sürdüler.
Bu unsurların Arap dünyasında
karşılaştığımız sorunların başlıca nedenlerinden olduğunu düşünüyorum.
S-400 NEYE YARADI?
Türkiye’nin S-400’ler alması, on
yıllık Suriye krizinin bir parçası. S-400’lere gerçekten ihtiyacımız var mıydı?
S-400’ler bizi kime karşı korur?
Suriye, İran gibi komşularının hava
savunma alanındaki yeteneklerine mukabil, Türkiye’nin hava savunma sistemine
(HSS) sahip olmaması uzun yıllardır tartışma konusu olmuştur.
Bu ihtiyacın giderilmesi için çeşitli
zamanlarda adımlar atılmış ancak sonuçlandırılamamıştır. İhtiyaç listesindeki
başka silahlara öncelik verilmiş, HSS ihtiyacının da NATO imkanlarıyla
karşılanması yoluna gidilmiştir.
Ancak, HSS sahibi Batılı ülkelerle ikili
ilişkilerde yaşanan gerilimler ve sistemi NATO’dan da karşılamakta sıkıntıyla
karşılaşabileceğimize dair emareler nedeniyle Türkiye kendi HSS’ne sahip olma
kararı almıştır.
Önce Çin sistemine yöneldik, ama iptal
ettik. ABD’den Patriot almaya yöneldik, o da olamadı. Olmama nedeni için biz
hem şartlarımızın karşılanmadığını hem Kongre engelini neden gösteriyoruz. ABD
tarafı ise, almak isteseydik alabilirdik görüşünde ısrarlı.
Doğrusu her ne ise, sonuçta Türkiye
Rusya’nın S-400 sisteminde karar kıldı. Bu alımı, Rus uçağının düşürülmesinden
sonra barışma paketinin bir unsuru olarak da tanımlayanlar da var.
Normalde böyle kritik bir karar öncesinde
devletin uzmanları teklifler, değerlendirmeler hazırlarlar, yetkililer
zararlarıyla, yararlarıyla, olası tüm yansımalarıyla konuyu enine boyuna
tartışırlar, bu sürecin sonunda da devlet aklıyla, ortak akılla ve siyasi
iradenin uygun görmesiyle bir karar alınır ve uygulanır. S-400 alımında bu
süreç ne ölçüde uygulandı acaba?
Herhalükarda, S-400 alımıyla birlikte,
ABD’yle ilişkilerimiz gerildi, CAATSA yaptırımları devreye girdi, F-35
programından çıkartıldık, F-16 modernizasyonu konusunda ilave pürüzler doğdu,
paramız ve parası ödenen uçaklarımız içerde kaldı.
Askeri bakımdan değer miydi hususunun
değerlendirmesini en doğru askerler ve konunun uzmanları yaparlar. Ama genel
siyasi güvenlik penceresinden bakınca, benim gördüğüm, S-400 alımının Türkiye
açısından her anlamda ciddi maliyeti olduğu ve kazandığımızdan çok
kaybettiğimiz yolundadır.
KOBANİ DÖNÜM NOKTASI
Kitabınızda, 2014’te PYD’nin elinde
bulunan Kobani’ye DEAŞ’ın saldırmasının dönüm noktalarından biri olduğunu
yazıyorsunuz. DEAŞ’a karşı ABD neden Türkiye ile değil de PYD ile işbirliğini
seçti?
ABD, Suriye’nin hemen yanıbaşında ikinci
en büyük orduya sahip NATO üyesi ve stratejik ortağı Türkiye dururken DEAŞ’la
savaşmak için müttefik veya ortak olarak YPG’yi tercih etti.
Niye derseniz, Türkiye ile ABD arasında
son yıllarda oluşan güven eksikliğinden ABD’nin YPG’yi kolay yönetebileceği
düşüncesine kadar bir dizi neden aklıma geliyor.
ABD’nin, Türkiye’nin yelpazenin her
noktasındaki İslami referanslı gruplarla fazla yakın olduğuna dair endişeler
taşıdığını ve Türkiye’ye belli konularda şüpheyle yaklaştıklarını da Amerikalı
yetkililerin çeşitli zamanlarda basına yansımış olan değerlendirmelerinden
görüyoruz.
YPG DOĞAL KAYNAKLARA HAKİM
Kitabınızda PYD/YPG’nin Kuzey-Doğu
Suriye’de doğal kaynakların çok büyük kısmına el koyduğunu, asker ve memur 235
bin kişiye maaş verdiğini yazıyorsunuz. ABD’nin bu konudaki rolü nedir? YPG ne
planlamaktadır.
Şu anda Suriye’de Amerikan silahlarıyla
donatılmış, ABD tarafından eğitilmiş ve ABD’nin koruma şemsiyesi altında
bulunan YPG/SDG yapılanması var.
Türkiye’nin rahatsızlığını bildirmesine ve
uyarılarına mukabil ABD bu yapılanmayı destekleme politikasından vazgeçmiyor.
Özellikle Afganistan rezaletinden sonra YPG’ye desteğini kesmesi, Suriye’den
çıkıp YPG’yi yalnız bırakması da kolay değil çünkü Biden için maliyeti çok
yüksek olur.
YPG de DEAŞ’la mücadele, Suriye’de
demokratik yönetim kurulması gibi perdelemelerle kendi gündemini yürütüyor.
Nedir bu gündem? İlk aşamada, Suriye’de
tesis etmiş olduğu otonom yapılanmayı daimi hale getirmektir. Sonrasının nasıl
gelişeceği şartlara göre şekillenecektir.
SURİYE’NİN BÜTÜNLÜĞÜ
Suriye’de Türkiye’nin güvenlik endişesini
giderecek bir çözüm nasıl olabilir?
Türkiye’nin güvenliği için, 911 kilometre
ortak sınır paylaştığımız Suriye’nin istikrara kavuşması çok önemlidir.
Şu hususu özellikle kaydedeyim, Suriye
krizinin çözümü meselenin kaynağında yani Suriye’dedir. Uluslararası camia buna
katkıda bulunmalı, destek vermelidir.
YPG ve İŞİD ülkemiz için doğrudan
tehditlerdir. Rusya ve İran’ın bu ülkedeki mevcudiyetleri de Türkiye açısından
iyi değildir.
Kaygılarımızı giderecek çözüm, Suriye’nin
toprak bütünlüğünün korunması ve istikrarın sağlanabilmesinden geçer. Bunun
için Şam’da hangi taraftan, hangi mezhepten, etnik kökenden olursa olsun,
ülkenin birliğini sağlayacak ve muhalifler dahil tüm Suriyelileri
kucaklayabilecek bir lider olmalıdır.
Bu liderin serbest ve adil seçimlerle
seçilmesi, ülkedeki milis gruplarının lağvedilmesi, silahların toplanması,
yurtdışındaki sığınmacıların güven içinde geri dönüşlerinin sağlanması, zaman
içinde ülkedeki tüm yabancı güçlerin çekilmesi gerekir.
Bunların nasıl yapılabileceği BMGK 2254
sayılı kararda mevcuttur. Eksik olan, Esad rejimi başta olmak üzere değişik
aktörlerin bu kararı uygulama iradesidir.
DIŞ POLİTİKANIN KREDİ NOTU?
Türk dış politikasında
“restorasyon” gerektiğini söylediniz. Açar mısınız?
Her ülkenin dış politikasının temelinde,
doğal olarak, ulusal çıkarlar bulunmaktadır.
İş, çıkarların, çıkarların haleldar
edilmesine yol açmayacak şekilde savunulmasıdır.
Türkiye geçmişte de sorunlarla karşılaştı,
uğraştı. O zamanlar milli çıkarlarımız, haklarımız korunmuyor muydu? Gayet iyi
korunuyordu.
Diplomasinin türlü yöntemleri, ilişkiler
kullanılıyordu. Krizler devlet aklıyla, tecrübesiyle, refleksiyle ele
alınıyordu. 1998’de Suriye ve 1990’larda Ege örneklerinde olduğu gibi askeri
güç kullanımı olabileceğine dair nihai uyarıların yapıldığı ve kararlılığın
muhtelif yöntemlerle sergilendiği zamanlar da olmuştur. Kıbrıs çıkarması ve
Irak’a yönelik sınır ötesi operasyonlarda olduğu gibi, gerektiği takdirde
askeri güç kullanılmasından da kaçınılmamıştır.
İçinde bulunduğumuz dönemde, dış
politikamız hem ilişkiler bakımından hem yapısal/kurumsal anlamda sorunlar
yaşamaktadır.
Dış politikamızda uzun süredir
popülizm, ideolojik yaklaşım ve tepkisel ataklar belirleyici olmuştur.
Birçok ülkede, ülkemizle ilgili
olumsuz yönde bir algı ve imaj oluşmuştur.
Diplomasinin esnekliklerinin yerini
keskin dönüşler almıştır. “O zaman niye öyle yaptık, şimdi ne değişti de böyle
yapıyoruz” sorularını sıkça soruyoruz.
“Bu konunun mesele haline gelmesi
gerekiyor muydu” veya “bu mesele nasıl oldu da bu boyutlara taşındı” dedirten
de sayısız örnek bulunmaktadır.
Dışişleri Bakanlığı’nın ve profesyonel
diplomasi kadrolarının dış politikadaki rolü ve katkıları önemli ölçüde
sınırlandırılmıştır.
Dış politikada da tanıtma çok önemlidir.
Ama tanıtma, başarısızlığı başarı gibi gösterecek şekilde veya bir başarıyı 10
gösterecek biçimde paketleyip kamuoyunuza pazarlamak değildir.
Türkiye gibi bir ülkenin uluslararası
camia nezdindeki güvenilirlik ve iş yapılabilirlik konularındaki “kredi
notunun”, kredibilitesinin yüksek olması ve bu düzeyin korunması olmazsa
olmazdır.
İmkanlar bakımından bugün düne nazaran
daha ileri bir yerdeyiz ve dünyanın daha fazla noktasında mevcudiyetimiz
bulunmaktadır.
Ama başarılı diplomasi ve dış politika
birçok vasfın toplamı ve bunun doğru yönetilebilmesidir.
Mevcut durumda, o noktada olmadığımızı
düşünüyorum.