Toplumu, kurguladığınız bir tehlikeye göre korkutarak inandırır ve yönlendirebilirsiniz. İstediğiniz şekilde hareket etmeleri bu korkudan dolayıdır. Bu, yarattığınız algıyla korkuya inanmadır; size inandıklarını göstermez.
Seçim döneminde gördüğümüzü ve sonucu bir
de bu açıdan değerlendirmek lazım. Güvensizliği körükleyen bir korku pompalama
ve kamplaştırma süreci yaşadık, yaşıyoruz. Bozucu etkisi gerginlikle beraber
katlanarak devam edecek bir işti. Düşünmeden yaptık. Yaptığımız başka şeyler de
buna paralel yürüyor. Bilgilendirmeyi, şeffaflığı unuttuğumuzdan beri güven
krizi derinleşiyor. Olanı olduğu anda duyuyor, ne olduğunu anlamadan geçiyoruz.
Öncesini zaten bilmiyoruz. Kararlar da öyle. Neden ve nasıl verildiği
açıklanmıyor. Tartışmayı bırak, konuşmak bile mümkün olmuyor. Kararlar karar
değil, talimat gibi bir kesin kabulün duyurulması. Bunlar içinde “Faiz sebep,
enflasyon sonuç” gibi bize milyar dolarlara mal olanlar var. Konuşamıyor,
tartışamıyoruz. Olacak iş değil!
Bu karartma çarkının içinde her söz ve
fiilin dondurulmuş bir slogan karakteri kazanmasına da şaşmaz olduk. Âdetâ
kanunlaşmış bu keyfîliğin faturasının ne kadar yüklü geldiğini anlayacak
dikkati gösteremiyoruz. Sıra sıra değersizlikler üreten bir çark bu. İnsan
değerinin düşürülmesi ve düşüklüğü en ağır sonuçtur. Hepsi bir yana işte bu
faturanın altından kalkılması zordur.
İman imansızlık doğurdu
İşin garibi, iyi bildiğimiz hemen her
kavramın manası dağıldı. Giderek bambaşka bir şekle büründü. Ne deniyorsa tersi
geçerli bir tersliğe düştük. Yürütülemez bir döngü böyle başladı ve işler iyice
karıştı. Artık bizim için hemen her mesele -sözüm ona- iman meselesidir.
Hâlbuki bu iman iman değil. İnanç değil, inançsızlık deseniz de doğru. Çünkü
güveni kemirdi. İmanda emniyet var bu imanda emniyetsizlik. Kime ve neye
inanılacağı karışmakla kalmadı, asıl manasında İnanmak değişti. Ne olduğu, neye
yol açtığı bilinmez, gezici gölgelerle lüzûcetli(uzayarak yapışkanlığı rahatsız
edici) bir duyguya dönüştü. Daha fena sonuçları buradan hareketle düşünebiliriz.
Ne olup bittiğini halkın anlaması
beklenmez; biz aydınlar düşüneceğiz. Birçoğumuz bu tepki benzerliğinin farkında
değiliz. Herkes kendi adacığında yaşıyor. İçimizde, kendi bildiğimizi,
gördüğümüzü, sevdiğimizi herkes için değişmez ölçü sanan düdüğü ağzında bir
bekçi bekliyor. Sahibi de, muhatapları da o düdüğün terörüne mahkûm. Bu hale
nasıl geldiğimizi düşünen varsa da yazan-konuşan görmüyoruz.
Kuru fasulye sever misin?
Bir gazete yazısı için fazla derine
dalmaya çalıştığımın, iyi bilmediğim bir deryada kulaç atmaya çalıştığımın
farkındayım. Erbâbını alana davet etmek arzusundayım. Bu dert başka türlü
çözülmez. Sade bir örnek vereyim: "Kuru fasulye sevmem" diyecek
oluyorsunuz, "Sen nasıl Türksün?!" diye başlayanlar çıkıyor. Kolay
kolay "Ben de böyle bir Türküm" diyemiyorsunuz. (Ne olur ne olmaz ben
kuru'ya bayıldığımı söyleyeyim.) Diyeceğim o ki farklılıkları ve düşünceyi
boğan bu cendereye nasıl düştüğümüzü anlamaya çalışmadan bir yere
gidemeyeceğiz.
Bizimki, böyle bir darlık yüzünden
kutuplaştırmaya müsaid bir toplumdur. Bunu iyi anlayan muhatabımız ülkeler de
tam buraya oynar ve her zaman netice alır. İçerde siyaset de buna oynarsa
kazanır. Nitekim son seçimde de kutuplaştırma kazandı. Tencere her hükûmeti
götürürdü. Bu hükûmet de 21 yıl önce tencereden dolayı seçim kazanmıştı. Şimdi
ne değişti de böyle oldu anlamak lazım. Dibe çakılmaya ramak kalan bir
ekonomiye, açlığa-sefilliğe rağmen kesin kabuller üzerinde tepinildi. O yalan
yanlış sözlere-işlere inandırılanların sinir uçlarıyla oynayan kazandı.
“Dünyada bunun örneği var mıdır, bilmiyorum.” demiştim. “Çok sürmez fakat
bozacağı kadar da bozar.” demiştim. Demek ki o süreç tamamlanmamış.
Batırana alkış
Objektif bakarsanız, batıranın
alkışlandığı bir sonuç görürsünüz. Dehşet bir iştir. Anlaşılması gereken temel
arıza haline geldiğini göreceğimiz bir durumdur. Sosyal yapıyı da batağa
götüren bu inanış katılığını yaşadık. Türk aydını bu acayip işin
şaşırtıcılığını analiz edecek bir dikkati göstermedi. Hatta şaşkın ördek
sendromuna düşenler oldu. Atasözü malumdur, “Şaşkın ördek başını bırakır,
kıçından dalar”. Bu şekilde algı bombardımanına yenilen halk kitlelerine
küsenler oldu. Yanlış ötesi yanlışlardan birine daha düştük.
Son yılların siyasî havasına bakınız bunu
en net şekilde görürsünüz. Biraz geriye gidersek, bizde kesin inançlıların en
keskini solcularımızdı. Sağ kesimlerde CHP deyince bunun için ürkülürdü.
Onların baskınlığı ve bürokrasiye
hâkimiyeti gidince, bu sefer başka ve beter bir yobazlığın pençesine düştük.
Böyle gitmez
Bu alandakilerin belki bir bölümü -Hak
saklasın!- her şeyin farkında ve bile isteye böyle yapıyor. Önemli bir bölümü
de yapılanların dine taban tabana zıtlığının farkında değil. Çünkü bu alanda
düşünme, sorgulama ve anlamaya izin yok. Ben ne dedimse o. İyi de kardeşim ben
başka türlü bakıyorum, başka türlü bakış da mümkün! Üstelik din öyle demiyor,
Kur'an "Düşün!" diyor; Peygamber, büyüklüğü ve zenginliği olağanüstü
bir muhakemeyle bu dini yerleştirdi. Hayır, bunu da diyemezsiniz, dedirtmezler.
Belki, gelecek hafta yine buradan devam ederim.
Yarın Kurban Bayramı. Siz etrafınıza
bakın, bu bayramın bayrama benzer hali kalmış mı onu konuşalım. Örneklerden bir
örnektir. Yine utandıracak örnekler yaşayacağız. Borçlanarak hacca gidenler
gibi borçlanarak kurban kesenler göreceğiz. Borca batarak evlenenler, dostlar
alışverişte görsün ve “El ne der?” faslından kendini ve toplumu öyle batağa
çekenler göreceğiz. Bu toplumda hakikat nasıl yeşersin? Bayramlarda bile türlü
mutsuzluk tohumları ekilen yerde iyilik köşe bucak saklanır. Çünkü iyilik şiir
gibidir, her şeyden önce samimiyet ister.