Namazı dinin direği kabul eden bir din anlayışı bütün direkleri yıktı. Giderek dinin merkezine koyduğu namazı -ve dolayısıyla dini- manasından kopardı ve risksiz kazanç şirketlerinin bayrağı haline getirdi. Bunu göreceğiz. Yoksa aldanmaya ve aldatılmaya devam ederiz.
Namaz deyince kişinin ne dediğini ve ne
yaptığını konuşamıyorsunuz. Nasıl oluyorsa o her kötülüğü örtüyor. Öyle ya, o
dinin direğine sarılmış. Namaz diyerek ortada ne din, ne direk bırakıldığını
görenlerin sesi çıkamıyor. Bu sahtekârlık alemi(bayrağı-sancağı), siyaset ve
ticarete uzanan yolculuklarda "Bana dokunmayın!" levhası haline
geldiğinden beri içimiz boşaldıkça boşalıyor. Nasıl edinildiği anlaşılmaz bir
dokunulmazlık zırhı değil bu. Cami ve medrese kürsüsünden yüzyıllarca Tanrı
adına ahkâm kesenlerin eseri. Kabuk dindarlığının içini boşalttığı, başlardan,
evlerden ırak bir din yorumu. Din yorumundan ziyade din üzerinden ticaret.
Dinden başka bir dine gidişi hazırlayan otoban. Görüntü güya dinden. Cami ile
namaz, karargâh ve ökse. Cehalet kol gezerken, etrafı korkutarak, ürküterek,
cennet arsası dağıtarak, cehennem zebanisi salarak adı konmamış bir terör
estirmeleri o kadar kolaylaştı ki...
İş tabii burada kalmıyor. Kaleyi
tahkim için, "nass" diyorlar, "O dedi" diyorlar. Yani
"Benden konuşan o" tavrına girip dinin esastan reddettiğini getirip
dinin direği dedikleri tutamağa asıyorlar. Çarkın nasıl işlediği gayet açık:
Hoşlarına gitmeyecek söz ve hareketlerde bulunursanız yandınız. Sizi Tanrı
adına mahkûm edişleri gecikmez. Diyelim ki namaz kılmıyorsunuz, yandınız. Gerçi
namaz kılıyorsanız da onların şirketinden değilseniz veya onları
eleştiriyorsanız sizi yargılayacak yüz çeşit din hükmü uydurmakta gecikmezler.
Kalıplar hazırdır.
Din din olmaktan çıktı
Bunun ilk örneklerini gördüğümde çok
şaşırmıştım. Kavga Günleri'nde yazdım. 1970'lerin ortalarından itibaren din
üzerinden politika yapan Millî Nizam ve sonraki adıyla Millî Selâmet Partisi'ne
mensup olanlar kendileri dışındakileri Müslüman tanımamaya odaklı parti dininin
işaretlerini veriyorlardı. Sonra hep göreceğimiz bu tavrı ilk defa bir
tartışmada duymuştum: "..bir Milliyetçi ile bir Müsülmancı gencin
konuşmalarına şâhit olmuştum. Milliyetçi genç, yeterince dindar olmamakla
suçlanınca, "Her şeyi yapıyoruz. Her vakit câmide de beraberiz. Yine size
yaranamıyoruz…" demişti. Burada "yaranamıyoruz"a dikkat çekmek
isterim. İlk şoku o fiilde yaşamıştım. (Kavga Günleri, 378. sayfa)
Burada kaç türlü arızanın varlığını
erbabına bırakmak isterim. Yalnız şunu söylemeden geçemem: Dini böyle bir
siyasi tekele almak, sonra cemaatlerde de açıkça gördüğümüz "Bizdensen
Müslümansın, değilse zındıksın.." kafası, dinin din olmaktan çıktığını
gösterdi, uyanmadık.
Kırk beş yıl önceki bir şahitlikten
bahsettim. O zamanlardan bu işin nereye varacağı belliydi. Ancak dar çevrelerde
konuşuldu. Bezirgânlar bağıra çağıra "Din bu!" dediler. "Öyle
değil!" diyecekler, sahtelik ve siyaset de olsa din adıyla olunca
seslerini yükseltemediler. Klasik dönemlerdeki itirazlar okunmadı, bilinmedi ve
duyulmadı. Osmanlı'da bu kadar bağırıp çağırmalarının topluma hâkim olmasına ne
devlet erkânı, ne kurulu düzen ve ne de aydınların çoğunluğu fırsat verirdi.
Sıkça söylerim; Klasik edebiyatımız, -o zamanda yaşayanlar bunlar gibi sahtekâr
olmadıkları halde- ham sofu eleştirileriyle doludur. Karamsar görüntülerle içinizi
karartmak istemem; fakat apaçık gerçek budur ve mutlaka konuşulacaktır.
İyiler var da…
Bunlar var, şükür ki iyilerimiz de var.
Toplumun sigortası iyilerimizdir. Kenarda kalan, hâkim sahteliğin dışında
yaşayan, ölçüleri sağlam kimseler, gruplar, anlayışlar iyi ki var. Bizim
örneklerimiz onlardır. İyi örneklerin vitrini yoktur. Çünkü "Bey böyleyim"
demezler. Çünkü kendini gösterme gayreti inancın safiyetini, samimiyetini
bozar. Gösteriş, inanışın büyülü iklimini darmadağın eder.
Bugün yaşadığımız, "Acaba?"
dedirtmeyecek kadar açık bir gerçek, bu din tekellerinin sapkın anlayışlarıdır.
Yüzyıllara uzanan tarihi seyrini bilenlerden okumak mümkün. Siyaset bunlara
alabildiğine alan açtı. Eskiden çok gizli veya gizliydiler. Sessiz ve derinden
gidiyorlardı. Merdiven altından kafa göstermekle kalmadılar, artık devletin her
yerindeler. Şekil dindarlığının, meyhanedeki insanımıza da, camidekine de
benzer şekilde tesir ettiği açıktır. Artık ölçü koyucular camidedir. Onların
derdi de kendilerine müşteri toplamak olunca belli bir yere gelindi. Evet,
camideki cemaat değil, onlar için müşteridir. Bu hususu her yönüyle analiz
edecek sosyologların, psikologların ilim namuslarını ve cesaretlerini
toplamalarını bekliyoruz.
Halk, bir zamanlar
yaptığını-yaşayışını beğenmediği ham hocaların kullanıldığı şirket ağlarına
düşmüştür. Merdiven altındakiler de artık Diyanet'tedir. Bir zamanlar
Diyanet'i "Tâğûtî rejimin
aracı" kabul eden cemaatler kendi türlü türlü dinlerini -risksiz kazanç
şirket talimatnameleri'ni demeliydim- şimdi Diyanet'le birleştirmiş
görünüyorlar. Memlekette bir din politikası kalmadığı için herkes, her yere
sızabiliyor, her türlü anlaşma ve birleşme yapılabiliyor. Çünkü kayıt dışılık
devlete hem sızdı, hem de açıktan girdi. Bunları bilmez, anlamaz ve konuşmazsak
düştüğümüz bataktan çıkamayız.
"Bir kez gönül kırdın
ise.."
Bunlar şirket. Cübbelerinin uzun kolları
altında el ovuşturarak milleti sağacaklar. Ya biz, okumuşlar, güya düşünenler,
güya bilenler, güya aldatılamayacak olanlar? Sadece sade insanlar değil,
neredeyse bütünüyle bizimkiler, o acayip kılıklarla din diyanet olmaz demiyor.
Namaz ve cami merkezli o kılık ve kabuk aldatmacasının sahteliğini söylemiyor.
Üstelik çok şeyi de bilmiyor. Mesela, dinin namaz kılmayana bir ceza
öngörmediğini, ancak dosdoğru kılanı iyileştireceğini bilmiyor. Namaz kılmaktan
maksadın, iyi insan olmak için, çalmamak, çaldırmamak, öldürmemek, yalan
söylememek ve her şeyi içine alacak bir anlayışla hak yememek olduğunu
bilmiyor. Namazın amaç değil, araç olduğunu bilmiyor. Amaç derken de en süflî
araç gibi, günah çıkarma aleti halinde bir sapkınlıkla anlamanın yarattığı
sıkıntıyı düşünmüyor. Yunus'un "Bir kez gönül kırdın ise/Bu kıldığın namaz
değil" deyişindeki manayı düşünmüyor.
Sözün özü şu: Cami ve namaz üzerinden
dinin katledildiğini görecek ve söyleyeceğiz. Bu hususu ilahiyatçılarımızın
büyüklerinden çok dinledim ve tanıdıklarımla çok konuştum. Hocaların Hocası
Hüseyin Atay'dan defalarca duyduğum şuydu: "Namaz dinin 82 farzından
biridir, o kadar." Yine Hocaların
Hocası E. Ruhi Fığlalı'dan öğrendiğim de şu: Yalnız buna odaklanan, cami
üzerinden, namaz üzerinden din konuşan dini anlamamıştır. 6 yaşındaki kıza
tecavüz edeni savunan sözüm ona Şeyh Efendi bu sapkınlığa herhalde bu anlayışla
düştü. O olay ve benzerleri bir turnusol kâğıdıydı. Kimlerin takkesi düştü ve
kelleri göründü, düşünmedik, konuşmadık.
Ahlakı reddeden bir din olamaz.
Ahlakın olmadığı yerde din yoktur ki o gösteriş yatış kalkışı olsun. Hadi
söyleyeyim: Hüseyin Atay Hoca bununla da kalmıyor ve diyordu ki: "Namaz
Müslümanın putu haline getirildi." Yani bugün o namaz dediğiniz, namaz
değildir. Hoca 96 yaşında ve hayatta. İsteyen gerekçelerini ondan da
dinleyebilir.
Diyeceğim şu ki namaz üzerinden baskı
kuranlar susturulmadıkça gideceğimiz yer kalmamışa benzer. Dini ve hayatı
korumanın yolu, namaz ve din dövizini devamlı gözümüze sokanları tedavülden kaldırmakla
açılacak. Bu kadar açık konuşulacak bir meseledir. Din ticaretinin organı,
camiler, cemaatler, tarikat görünüşlü yapılarsa yapacağınız ilk iş budur. Bunu daha ağır sözlerle söyleyenleri dinlemek
ve anlamak mecburiyetindeyiz.
İşin özü
Geçen haftaki yazımdan sonra bir okuyucum
Hazret-i Ömer'in sözlerini gönderdi. Bunu söyleyen o kadar din hükmü ve büyük
sözü var ki… Şöyle diyor: "Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca
bakmayınız. Konuştuğunda doğru söylüyor mu? Kendisine bir şey emânet edildiğinde
emânete riâyet ediyor mu? Dünya ile meşgul olurken helâl-haram gözetiyor mu?
Ona bakınız." (Beyhakî, Sünenü'l-Kübrâ, VI, 288; Şuab, IV, 230, 326)
Mesele budur. Anladığım şu: Namaz kılan iyi insan değilse hiçbir şey değildir,
görünüşüne, gösterişine aldanılmaz. Kılmayan, iyi insansa dinin hedeflediği
insan profilindedir. Etiket kimseyi kurtarmaz. Hedef iyi insan olmaktır.
Ritüeller bunu sağlayacak psikolojik donanıma yardım etmiyorsa hiçbir kıymeti
yoktur.
Objektif olmak zorundayız. İnanç konusunda
da hayat içinde ölçülebilir gerçeğe bakılır. Ölçü, ne namaz kılmak, ne camiye
gitmek, ne de bir partiye, cemaate bağlılıktır. Ölçü bozulduğu için diyorum ki,
namaz ve cami üzerinden konuşmayı bıraktığımız zaman insanı ve hayat içindeki
davranış değerlerini görür hale geleceğiz. Laiklik de bunu sağlamak içindir.
İnsanlık bu din sahtekârlıklarından bunaldıkça bunaldığı için bu yolu buldu ve
dini saf haliyle yaşanabilir hale getirmek istedi. İleri toplumlar laikliği
kurallara bağladı ve uyguladı. Klasik Osmanlı devrinde, -adı konmasa da- öz
halinde biz de uyguladık. Şimdiki bezirgânlar bırakmıyorsa, bilenler sustuğu
veya susturulduğu içindir. Demek ki bugün yaşadığımız, utanç ötesi dehşet
manzaralarının sebebi hepimiziz.
Eski Diyanet İşleri başkanımız Ali Bardakoğlu,
dediklerimizi, demek istediklerimizi daha net ve daha keskin görüşle söylüyor:
"Şu anda yaşadığımız dinin Müslümanlıkla ilgisi yok. Müslümanlar şeyh veya
siyasi liderlerine tapan putperest oldular. Aklı, sevgiyi, barışı, bilgiyi,
bilimi, ahlakı, adaleti, özgürlükleri, sanatı, estetiği ve hukukun üstünlüğünü
terk ettiler."
İşin özeti budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.