Komitacılık dediğinizde akla imparatorlukların parçalanması veya ulus devletlerin nevzuhur etmesi gelir. Bu işi özellikle Bulgar, Makedon ve Yunan çeteler bayağı becermişlerdir. Hatta çete kelimesi de Makedoncadan türemiştir. Uluslararası literatüre de giren “Balkanizasyon-Balkanlaşma-Balkanization” teriminden de komitacıların veya çetelerin uyguladıkları gayri nizami savaş taktikleri sonunda, Osmanlı hükümetinden kopmayı başaran Balkan etnik devletlerini kastedilmekteydi. Artık bizim için Balkanlaşma nasıl parçalanma ve bölünme anlamına geliyorsa, dünya siyasi tarihi içinde Balkanlaşma herhangi bir coğrafya için aynı anlama gelmekte.
Tarihte komitacılık modelini ilk sahneye
koyan İtalyan Karbonari örgütüydü. Karbonari örgütünün değişik ezoterik yönleri
tartışılmakla beraber ana işlevi İtalyan birliğini ve ulus devletinin
sağlanması fonksiyonunu icra etmesiydi. Örgüt bunu yaparken hücre tipi
yapılanması, halk kitlesine ulaşım başarısı ve ulus inşası ideolojisiyle
General Mazini önderliğinde öne çıkıyordu. Bizde de iddia edilir ki İttihat ve
Terakki kurucularından İbrahim Temo İsviçre’de bulunduğu sıralarda örgütten
etkilenmiş ve esinlenmiştir. Karbonari örgütünün komitacılık yöntemi, sırf
Balkan ayrılıkçı milislerinin değil bizim İttihatçılar için de uygulanılabilir
bir modeli oluşturmuştur.
Osmanlı modernleşmesinin temel saikı
devletin çöküşünü durdurabilme üzerineydi. Bu açıdan baktığınızda Osmanlı
modernleşmesine, tarihin görebildiği en uzatılmış bir çöküşü ve bünyesinden
genç bir Cumhuriyeti doğurabilme başarısını gösterebilen eksik bir modernleşme
öyküsü olarak bakmanız mümkün olabilir. Burada en temel enstrüman bürokrasiydi.
Yani ordu ve dışişleri. Çok genç bürokratlar dışa açılmak zorundaydılar.
Yabancı dil öğretildiler. Başta Paris, Cenevre ve Londra’ya gönderildiler.
Orada devlet açısından muzır fikirlerle tanıştılar. Çoğu muhalif oldu
örgütlenmelere katıldılar.
Balkanlar tecrübesi genç Osmanlı
bürokrasisi açısından artık vatan ve ulus düşüncelerini geliştiriyordu. Aslında
tüm Balkan savaşları ve etnik kopuşları, sırf o zamanki askeri bürokrasi
açısından değil, bugün de bizlere anıları intikal eden canlı tetikleyici birer
travmaydı.
Başta Enver, Halil ve M. Kemal paşalar
komitacılığı Balkan ayrılıkçıları ile mücadele ederken öğrendiler. Onlara
karşı, Libya’da da dahil, karşı gayrinizami harp taktikleri geliştirdiler.
İttihat Terakki için komitacılık vaz geçilemeyecek bir yöntem haline geldi.
Teşkilatı mahsusadan, Karakol cemiyetine kadar uzanan ve bugün de devam eden
hikâyede bu izleri görebildik.
Kurtuluş savaşı içinde ve bazı önemli
mücadelelerde bu çalışmaların önemli etkisine şahit olduk. Ancak bu işin doğası
gereği bu yapı zamanla Atatürk’ünde müdahalesi gibi nizami unsurlarla çelişkiye
düştü ve tasfiyeler de oldu. Öyle ki zamanında bazı aydınlar komitacılıkla
ilgili “müfrit vatanperverliğe komitacılık denir” tanımını yapmışlardı. Yazar
Doç. Dr. İsmail Akbal, Timaş yayınlarında çıkan eserinde ülkemizdeki bugünkü
komitacılık tanımını “devlet bünyesinde örgütlenen bürokrat ve siyasilerin
çözemediği sorunları ilkel yöntemlerle çözme” olarak da tanımlıyor. Bu konular
ister istemez dönemin başbakanı Tansu Çiller’in “devlet için kurşun atanlar ve
yiyenler şereflidir” söylemini de çağrıştırıyor.
Komitacılık evrim ve mutasyonlarıyla doğal
olarak iç ve dış tehdit dönemlerinde savunma mekanizması olarak, devlette hep
etkili olmuştur. Ancak olumsuz yan etkileri, dünden bugüne kendisini zihniyet
ve eylem planında günümüzde de hissettirmektedir.
Cumhuriyetimizin kuruluşunu veya ilk
yüzyılını belki II. Meşrutiyet sonrası gelişmeler ile başlatmak, anlamak
açısından daha iyi olacaktı. Ben bu yazımda bu sürekliliği yakalamaya çalıştım.
İTC’nin iktidara geldiği 1909’dan 1918’e kadar komitacılık aynı zamanda öteki
addedilenleri bir bastırma aracı olmuştur. Yolsuzlukları açığa çıkaran muhalif
1909 da Hasan Fehmi ve 1912 de Ahmet Samim gibi gazetecilere yapılan faili
meçhul suikastlar bunlara sadece birkaç örnektir. Sırf yolsuzluk değil, muhalif
fikir ve tezleri savunanlarda o zamanki karar vericilerin politikalarına tehdit
teşkil ettikleri gerekçesiyle Topal Osman gibi komitacılar tarafından Ali Şükrü
beyin katil örneği benzer akıbetlere uğratıldıkları ifade edilmektedir.
Burada sorun, ciddi bir iç tehdit veya dış
tehditte maruz kalan bir devlette, güvenlik gerekçesiyle yolsuzlukları açığa
çıkartanların ve eleştirel düşünce dozunu yükseltenlerin acımasızca
tasfiyesinin yapılması gibi gözükmekte. Meşrutiyetten demokrasiye kadarki
dönemde keyfi kuvvetler birliği sistemi hep tartışmanın odağındaydı.
Yine aynı dönem içinde muhalif siyasi
organizasyonlar, ihanet veya suikast gerekçesiyle kapatıldılar. Yerel
yönetimlerin güçlenmesini, liberalizmi ve sosyalizmi savunanlar bunlardan
öncelikli nasiplerini aldılar. Bu anlamda Ahrar, Müstakil Sosyalist ve
Hürriyet-İtilaf fırkalarını Osmanlı dönemi için, Cumhuriyet dönemi için ise
Serbest Cumhuriyet fırkası örneklerini verebiliriz.
93 Harbi ve Balkan savaşları, anayasanın
askıya alınması ve otoriterleşmeye sebep teşkil edildi. 1974 Barış harekâtı
sonrası ülkede uzlaşma ortamı kuvvetlendiyse ne yazık ki Çözüm süreci ve 15
Temmuz kalkışması sonrasında ülkemizde ve devlette otoriter eğilimler güçlendi.
Cumhuriyetimiz yukarıda örnekleri verilen
minvalde kitlesel göçler, cihan savaşı, işgal ve kurtuluş savaşı üzerine
kuruldu. Başta İmparatorluğun kaybı olmak üzere göçler ve savaşların yaslarını
tutmaya vakit bile olamadı. Bu acıların üzerine inşa edilen kimlik ve aktarım
figürleri üzerinde duyarlılıklar yoğunlaştı. Bir önceki yazımda ortak aidiyet
için müphemliğin önemini belirtmiştim. Ayrıca travmalarını onarmış birey ve
kitlelerde iyi ve kötüyü bir arada tutabilme özelliğinden bahsetmiştim.
Ne yazık ki Meşrutiyetten itibaren bugüne
gerek kutuplaşan toplum ve bireyleri gerekse de kuvvetler birliğini pek seven
devletimizin karar vericileri, oldukça müphemlikten uzaklaşmış, iyi ve kötü
kategorizasyonlarını hep kendi lehlerine işletmişlerdir. Hain-kahraman, iç-dış
düşman ayrımları veya ucuz komplo teorileri kolayca milletin bir bölümünü
ötekileştirmekte kalmamış imparatorluk bakiyesi miras iç ve dış sorunları
kronikleştirmiş veya ötelenmeye çalışılmıştır. Bu süreçler aynı zamanda bu
topraklarda çok gerekli olan uzlaşma kültürünün gelişmesini de engellemiştir.
Bugün sanki etnik ayrılıkçılara savaşan ve
kendi ulusunu inşa etmeye çalışan komitacıların ruhu veya alışkanlıkları
devletimizin ve siyasetimizin bir kısmı içine yerleşmiş gözüküyor. Belki de
Talat ve Kara Vasıf’ın ruhları bugünkü yapı ve çekişmelerin odağındaki rantı
gördükçe kan ağlıyorlardı. Onlar ve çoğu arkadaşları kendi idealleri
doğrultusunda dürüst ve adanmıştılar. Zira Susurluk fotosundaki rant, kadın
izleri ve bugünkü tartışmalar bizlere şu anki komitacılık anlayışına ilişkin
bazı üzücü ipuçlarını vermektedir.
Ülkemizin yolsuzluk endeksinde hızla
yükselmesi, anayasaya uyulmaması gibi benzer konularda milletin bekasına
ilişkin konularda duyarlılık göstermeyen özünü de yitirmiş komitacılık ruhu, iç
ve dış düşmanlar hususunda çok duyarlılık göstermekte. Burada asıl beka
tehdidinin, ortak aidiyetin zayıflaması veya kendi yurttaşını tehdit unsuru
görmek olduğunun fark edilmesidir.
Millet veya halk artık devletin bekası
adına, devletten nemalanan bir kısım siyasetçi, bürokrat ve iş adamlarından
bıkmıştır. Devletin kurumları yeniden inşa edilmeden, kutsallığı üzerine devam
ettirilecek eski anlayışın, ikinci yüzyılda artık toplum tarafından
taşınamayacağını görmek gerekiyor. İlgili kurumlara ve kurallara bağlı olmayan
otonom yapıların millet adına denetime alınması öncelik arz etmektedir.
Ülkemiz artık cumhuriyetimizin ikinci
yüzyılında, devletin devletini değil milletin veya halkın devletini umutla
beklemektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.