"Araştırmalar 'gelecek' kaygısının en üst düzeye çıktığını gösteriyor"
Türkiye'de "eşitsizlik"
algısının arttığını "vurgulayan Ayata, "Çok sayıda kamuoyu yoklaması
var, uluslararası araştırmalar var. Bunların hepsi; şu anda Türkiye'de
eşitsizlik algısının arttığını, bundan dolayı hoşnutsuzlukların arttığını,
dünya ölçeğine göre mutsuz kişi oranlarının en yüksek seviyeye ulaştığını,
kurumlara karşı güvenin kaybolduğunu, gelecek kaygısının en üst düzeye
çıktığını, korkunun ve endişenin arttığı nıve buna bağlı olarak bir karamsar
tablonun oluştuğunu gösteriyor" dedi.
Toplumun her kesiminin yüksek enflasyonu,
işsizliği ve geçim sıkıntısını konuştuğuna dikkat çeken Ayata, bu konuda özetle
şunları söyledi:
"Bu süreçte büyük bir kesim özellikle
kurla başlayan ve onun sonunda gelen spekülatif ataklar sırasında geçim
sıkıntısına düşüp enflasyon, hayat pahalılığı altında ezilirken, başka kesimler
de çok hızlı zenginleşti. O birkaç gece içerisindeki zenginleşmeyi konuşuyoruz
ama bunun açık belirtileri var. Mesela her türlü lüks taleplerinin patlama
noktasına gelmesi. Demek ki bir kesimin elinde de muazzam servetler birikti.
Gelir eşitsizliğinden çok, daha ziyade servet eşitsizliğine doğru Türkiye
gitti. Bunlar ilerde daha çok sonuçları ortaya çıkacak gelişmeler. Bütün
toplumun bir anlamda söylediğimiz kesimler dışında zarar gördüğünü
söyleyebiliriz."
"Derin yoksulluk Türkiye'de
genişledi"
Derin yoksulların en ciddi darbeyi yiyen
kesim olduğuna işaret eden Ayata, dar anlamda işsizlik oranının yüzde 12
olduğunu, TÜİK'e göre bile geniş anlamda işsizlik oranlarının yüzde 22,5'i
bulduğunu, işsizliğin 25-30 bandına çıkabileceğini anlattı. Prof. Ayata,
Türkiye'de genişlediğini vurguladığı "derin yoksulluk" içinde
toplumun yüzde 30'una varan bir kesiminin bulunduğunun altını çizdi.
İş bırakma eylemlerinin siyasete ve
sosyal hayata sonucu ne?
Emeğin marjinalleşmesi ve insanların çok
düşük ücretlerle çalışmayı kabul etmek zorunda kalmasının getirdiği sosyal
patlamalar ve itirazlar olduğunu belirten Murat Sabuncu, iş bırakma
eylemleri ve grevleri hatırlattı. AKP döneminde hızlı bir sendikasızlaştırma
süreci ile karşı karşıya kalındığını belirten, son olayların, 1990'ların
başındaki 'Madenci Yürüyüşü'nü ve o günlerdeki emek kesiminin hareketliliğini
hatırlattığını söyleyen Sabuncu, Prof. Ayata'ya "O günlere tekrar geri mi
dönüyoruz?" sorusunu yöneltti.
Ayata; gelişmeleri daha çok sendikalar
açısından ele almak istediğini ve üç kesim üzerinde durulması gerektiğini
belirterek soruyu özetle şöyle yanıtladı:
"Birincisi doktorlar;
onların çok açık beyanatları oldu. Sorunlarını çok iyi bir şekilde ortaya
koydular. Buradan çıkan sonuçlar var; sağlık çalışanları ve eğitim
çalışanlarına ayrılan kaynaklar güvenlik için ayrılan kaynakların çok gerisine
düştü. Bu aslında devletin de konuya nasıl baktığını gösteriyor.
"İkincisi; hastalık
koşulları ve devamlı can güvenliği sorunu varken doktorlar bu koşullarda sosyal
güvenlik ihtiyaçlarının ve çalışma koşullarının yeterince dikkate alınmadığını
ifade ediyorlar. Bunun yanında doktorlar nerede konuşsalar şiddetten söz
ediyorlar. Doktorlara karşı şiddet
Türkiye'de çok yaygınlık kazanmış vaziyette. Doktorlara meslek olarak verilen
önem ekonomik bakımdan daha marjinalleştirilirken diğer yanda şuna dikkat
ediyorum: Aslında doktorların burada dile getirdiği bir statü kaybı. Bunu çok
önemli görüyorum. Bunun arkasında bir zihniyet var."
"Beyaz yakalı, eğitim düzeyi yüksek,
vasıf olarak yüksek belirli bir kesimin bir şekilde kendisini ciddi olarak
mağdur hissettiğini görüyoruz. Burada şuna dikkat edelim; bu kesimin bir kozu
da var; gücü ve otoritesi var. Nereden kaynaklanıyor; eğitiminden, donanımından
ve vasfından kaynaklanıyor. Bir çıkış kapısı da elde etmiş vaziyetteler. yurt
dışında doktorlar kapışılıyor. Sadece bu
sene 3 bine yakın doktor ülkeyi terk etmiş."
'Esnaf kuryeler' ve dijital
örgütlülük
Son dönemde hak talepleri karşılanmadığı
için iş bırakma eylemleri yapan işçilerin örgütlenmesine ilişkin olarak da
Prof. değerlendirme yapan Ayata, şunları söyledi:
"Özellikle metal iş kolunda
çalışanlar, Türkiye'nin en gelişmiş ekonomik havzası olan Marmara bölgesinde
çalışıyorlar. Şirketlere bakınca, çoğu Türkiye'nin tamamen formel sektöründe
yer alan, en teknoloji yoğun biçimde işçi kullanan ve aynı zamanda da en büyük
şirketleri. Buralarda ne özellik var; ciddi olarak sendikalaşma ve örgütlülük
var.
"Burada da neden söz ediyoruz; ciddi
bir vasıftan ki çoğu eskinin mühendisine yakın teknisyenler ya da madenciler
gibi, bulunması, risk yüksek olduğu için zor elemanlar. Burada sendikalı ve
örgütlü bir gücün protesto hareketine katıldığını görüyoruz. Bu eylemlerde bana
en ilginç geleni 'esnaf kuryeler' oldu.
"Esnaf kurye sistemi ve bu sektör
belli bir dijital ekonominin içinde hareket eden bir sektör. Bu kadar örgütlü
olmayan bu kadar atomlaşmış olan, ayrı ayrı çalışan kesimler nasıl oluyor da
Türkiye'nin her yanında böyle bir eylem içine girebiliyorlar? Sanıyorum oradaki
en önemli cevap artık tamamıyla bu dijital ekonominin içinde olmaları. Bu
örneklere baktığınızda bir örgütlülük özelliği görüyorsunuz."
"Başkanlık sistemi tuzağı; tek
güç tek sorumluya dönüştü"
Ekonomik krizin iktidara yansımalarını da
değerlendiren Prof. Ayata, öncelikle parlamenter sistemden başkanlık sistemine
geçişe ilişkin bir noktaya dikkat çekerken şunları söyledi:
"Başta iktidar partisi bir anlamda bu
başkanlık sisteminin tuzağına düşmüş durumda. Bu tuzaktan kendisini
kurtaramıyor. Çünkü başkanlık sistemine gidiş sürecinde, anayasanın kendisi ve
yasaların kullanılış biçimi dahil, gücün tek elde olması bu modele doğru
sürükledi. Güç tek elde olunca, toplum bu kadar karamsar olunca, bu kadar hayat
zorlaşınca, bu kadar şikâyetler ve çekilen acılar artınca vatandaş etrafına
bakıyor ve 'Başka sorumlu yok' diyor. Bir anlamda tek güç bugün tek sorumlu
anlayışına dönüşüyor.
"Bu başkanlık sisteminin yarattığı
bir tuzaktır. Daha çoğul bir yapıda bu sorumluluk farklı partiler tarafından,
hatta iktidarı oluşturan, devleti oluşturan farklı güçler tarafından da
paylaşılırken şimdi parmaklar tek bir sorumluyu gösteriyor. Makam tek güç
bende, tek karar alıcı benim, bütün uygulamaları da ben yaparım, demiş."
"Muhalefetin buluşması iktidar
için sonun başlangıcı olabilir"
Prof. Dr. Sencer Ayata, Millet
İttifakı'nın genişleme sürecini değerlendirirken, 12 Şubat Cumartesi günü
yapılacak muhalefet zirvesine de değinerek, özetle şu görüşleri dile getirdi:
"Sanki ittifak yapısının ya da
isminin değişmesi konusu geri kalmış gibi. Ancak sorunlar bitmiş değil. Bir
aday belirlenmesi süreci var. İdeolojik olarak oluşmuş siyasi fay hatları var.
Bunların bir şekilde birbirlerine yakınlaşması söz konusu. Ama öbür yandan bir
avantajı var. Öbür sistem, yani başkanlık sistemi büyük ölçüde dumura uğramış,
zarar görmüş durumda.
"Giderek de yurttaşların kafasında bu
sistem işlemiyor, kanısı yaygınlaşmakta. Bu sebeple yüzde 60'a varan
muhalefetin oy oranı, bütün bu partilere, aralarındaki anlaşmazlıklara rağmen
moral veriyor, bir güç ve umut kaynağı oluyor. Çünkü yüzde 60 var ve bizim için
de, istediklerimizi gerçekleştirmek için de bir umut doğdu. Bu, 'bir
parlamenter sisteme geçelim ve bu iktidar değişsin' rüzgârı yaratıyor. 12
Şubat'taki muhalefet partilerinin buluşması iktidar için sonun başlangıcı
olabilir."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.