İyi de AKP parlamenter sistemi neden yeniden tartışmaya açsın?
Yerel seçimlerin ardından iktidar
partisinin başka çaresi yok; ya sistem değişikliğine gidecek ya da kendi
yarattığı sistemde yok olacak. Yeni
anayasa tartışmasını parlamenter sisteme dönüşün bir parçası olarak gündeme
getirmek olası 2028 hezimeti öncesi AKP’nin yapabileceği en rasyonel hamle. Bu,
siyasetin normalleşmesi, toplumsal barışın yeniden inşası, hukuka ve
demokrasiye dönüş için de bir fırsat.
31 Mart yenilgisinin ardından iktidar
partisi ağır bir politik, psikolojik ve moral krizi yaşıyor. Hem tabanı hem
partinin içi kaynıyor. ‘Makul’a dönmeden orta vadede ayakta kalması zor.
AKP, 2002 yılında girdiği ilk seçimde
yüzde 34 oy alarak iktidara gelmişti. O günden bu güne iktidar. Zaman içinde
oyunu yüzde 50’ye çıkardığı da oldu, referandumda yüzde 57 aldığı da. Ancak, 31
Mart 2024 seçimlerinde AKP oyları (il genel meclisi sonuçlarına göre) yüzde
32’ye düştü. Yani, AKP iktidar yolculuğuna başladığı ve kendisine tek başına
iktidar için yeten yüzde 34 oy oranının da 2 puan gerisine düşmüş durumda. Ama,
kendi getirdikleri sistemde iktidar olabilmeleri için yüzde 50 gerekiyor.
Muhalefetin son seçimde aldığı başarılı
sonuçlar, İmamoğlu ve Yavaş gibi popüler liderlerin artan gücü, muhalefet
belediyelerinin nüfusun ve ekonominin çok büyük bir kesimini yönetecek olması
gerçeği, YRP’nin yükselişi vs. karşısında artık AKP’nin yüzde 50’lere
yaklaşması bir hayal.
Oyları yüzde 32’ye düşen, CHP’nin ardında
ikinciliğe inen, Mayıs 2023’den bu yana yaklaşık 4.5 milyon seçmenini kaybeden
bir partiden söz ediyoruz. Kriz ortada; AKP için çanlar çalıyor. İktidarın
maddi ve manevi hazlarını yaşayan eski kuşak AKP’liler için partinin
gerilemesi, hatta seçim kaybetmesi uzun iktidar yıllarından sonra mukadder
görünebilir. Genç kuşak AKP’lilerin böyle bir akıbete razı olduklarını sanmam,
onlar AKP’yi daha uzun süre iktidarda tutmak isterler. Batan AKP gemisini
yeniden yüzdürüp kaptan köşkünde keyiflerini sürdürmek isterler.
Peki, nasıl?
AKP, şimdiye kadar iktidarını uzatmak için
her yolu denedi. Kimlik siyaseti de yaptı hizmet siyaseti de. İkisini
sentezlediği de oldu. Güvenlikçi politikaları da denedi demokratikleşmeyi de.
AB vizyonunu da kullandı, Batı karşıtlığını da. Kürtlere de açıldı ulusalcılara
ve milliyetçilere de. Bunların her biri sanıldığı gibi partinin ve liderinin
‘savrulma’sı veya tutarsızlığı değildi; iktidarı sürdürmenin gerekleriydi.
Şimdilerde AKP’nin seçenekleri tükenmiş
görünüyor.
Yaygın ve derin yoksulluk, iktidarı
‘perfomans’a odaklanmaya zorluyor. AKP, insanlara hizmet sunmak, yaşamlarını
kolaylaştırmak, refahlarını artırmak, kısaca onları ‘iyi hissettirmek’ zorunda
önümüzdeki seçimi kazanabilmek için.
Bunun için öncelikle ekonomide hedeflere
ulaşmak, rasyonaliteden artık sapmamak gerekiyor. Ancak, bunun da yetmeyeceği
ortada; ekonomik programın başarısı için hukuk ve demokrasi açılımı da şart.
Ekonomi, hukuk ve demokrasi birbirini desteklemeden, birbirini tamamlamadan
AKP’nin ‘performans’ının halkın ekonomik durumuna, refahına ve gelecek
beklentisine yansıması mümkün değil.
Kısaca, AKP siyaseten de normalleşmek
zorunda; toplumsal kutuplaşmayı azaltmak, hukuku yeniden inşa etmek,
demokrasiyi tüm kurumları ve süreçleriyle işletmek. Aksi halde, iktidar yeni
kuşaklarına son yıllardaki kötü mirasını ve enkaza dönüşen bir AKP bırakacak.
Zayıflayan, kazanmak için gereken yüzde
50’nin çok gerisinde kalan bir AKP’de iç gerginlikler artar, klikler arası
rekabet büyür, elitleri yükselen partilere kaçarak siyasal kariyerine
kurtarmaya çalışır, bürokrasiye hakimiyet tavsar, kısaca Erdoğan gelişmeleri ve
ekibini kontrol etmekte zorlanır. Bütün bunların işaretleri son bir haftadır
çok net görünüyor.
AKP lideri, teşkilatı, elitleri bir tercih
yapmak ve yüzde 32’ye düşmüş bir partinin nasıl yüzde 50’ye ulaşacağını
sayıları azalan, heyecanı dağılan ve partiye güveni sarsılan seçmenine anlatmak
zorunda. Hiç kolay değil bu. Mevcut sitemde partinin kendi başına yeni bir
cumhurbaşkanı seçimini kazanacağına kitlesini inandırması zor. İttifaklara
devam ederek şanslarını deneyebilirler ancak. 2001’in rövanşı için yanıp
tutuşan Yeniden Refah’ın son seçimde yakaladığı yükselişten sonra böyle bir
ittifaka katılacağını sanırım AKP içinde kimse düşünmüyordur. Yani, AKP’nin
2028 için MHP’ye dayanmak dışında bir seçeneği yok. Artık başarı üretmesi
kuşkulu ve üstelik oldukça sorunlu bir seçenek bu.
Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildiğinden
bu yana yüzde 50 oy baskısıyla AKP siyasette ve bürokraside MHP’nin adeta
‘vesayet’ine girmiş durumda. İktidar partisinde büyük bir iç gerginlik yaratan,
partinin çekirdek tabanını rahatsız eden, son seçimde bir kez daha görüldüğü
üzere Kürt oylarını partiden uzaklaştıran, yani AKP’yi bitiren bir ittifak bu.
Kürt oyları önemli; AKP’nin en çok ve en hızla eriyen oyları Kürt oyları.
Muhafazakar Kürtler arasında Yeniden Refah yükselirken MHP ile ittifakı
sürdürmek AKP için intihar olur.
Kısaca, AKP’nin MHP dahil diğer
müttefiklerinin vesayetinden çıkmasının ve iktidara tutunmasının yolu
parlamenter sisteme dönmekten geçiyor. Ancak parlamenter sistemde AKP yeniden
kendi başına iktidar adayı bir partiye dönüşebilir, sırtındaki yüklerden kurtulur.
Dahası, böyle bir tercih, ülkeyi demokratikleştirir, toplumu ve siyaseti
normalleştirir.
Zayıflayan bir parti ülkeyi daha da
gererek ve kimlik kamplarına bölerek yönetemez. Yükselen muhalefete ve İmamoğlu
ve Yavaş gibi muhalefetin yükselen yıldızlarına karşı AKP kendini yeniden
‘merkez’ olarak tanımlamadan siyaset yapamaz, yapsa da başarılı olamaz.
Zaman da AKP’nin aleyhine işliyor. 2028’de
Erdoğan 74 yaşında olacak, İmamoğlu ise hala 50’lili yaşların ortasında. AKP,
Erdoğan’a bağımlı bir parti olmak yerine ancak ‘kurumsallaşarak’ post-Erdoğan
dönemine hazır olabilir. Partinin kurumsallaşmasının yolu da parlamentoyu ve
siyasi partileri adeta işlevsizleştiren mevcut sistem yerine parlamenter rejime
geçmek. Yeni bir anayasayla parlamenter sisteme dönen ve rasyonel ekonomi
politikalarından sapmayarak geniş kitleleri rahatlatan bir AKP orta vadede siyasette
var olabilir.
Kısaca, AKP yeni anayasa konusunu
normalleşme ve kendini yenileme için bir fırsata çevirebilir. Aslında ellerinde
mükemmel bir başlangıç metni de var: reforme edilmiş bir parlamenter rejim
modeline göre hazırlanan 2007 tarihli Özbudun taslağı. Erdoğan’ın teklifiyle,
geçen yıl kaybettiğimiz çok değerli anayasa hukuku profesörü hocamız Prof. Dr.
Ergun Özbudun’un başkanlığında Prof. Dr. Zühtü Arslan, Prof. Dr. Yavuz Atar,
Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem, Prof. Dr. Levent Köker ve Prof. Dr. Serap
Yazıcı’dan oluşan bir akademik heyet tarafından hazırlanmıştı taslak. AKP de bu
taslağı benimseyerek tartışmaya açmıştı.
AKP’nin kendi anayasa teklifine dönmesi,
muhalefetin de parlamenter rejim şartıyla anayasa görüşmelerine başlaması neden
olmasın? Böyle bir süreç siyaseti de toplumu da ekonomiyi de ayağa
kaldıracaktır.
Sonuçta AKP ya kurucu nesliyle birlikte
kaybolup gidecek ya da Türkiye’yi normalleştirerek kendi varlığını yeniden
üretecek. Başka seçenek yok. AKP’nin ikinci yolu seçmesi halinde bir sonraki
seçim ‘Türkiye’nin sultanı kim olacak?’ sorusuna bir cevap aramaktan çıkarak
demokratik bir yarışa döner, Türkiye normalleşir. Dolayısıyla, Türkiye ve AKP
için yeni bir anayasa ile parlamenter rejime dönüş en rasyonel çıkış yolu.
Buyurun, Özbudun taslağının başlangıç
bölümünden başlayalım:
‘Herkesin insan haysiyetinden kaynaklanan
evrensel hak ve hürriyetlere sahip olduğu inancıyla hareket eden, her türlü
ayrımcılığı reddeden, farklılıklarımızı kültürel zenginliğimizin kaynağı olarak
gören bir eşitlik anlayışına sahip biz Türk Milleti; insan haklarına ve hukukun
üstünlüğüne dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyetin kurum ve kurallarını
düzenleyen bu Anayasayı, egemen irademizin ve Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa
Kemâl Atatürk’ün çağdaş uygarlık hedefi ile ebedî barış idealine olan bağlılığımızın
ifadesi olarak kabul ve teyid ederiz.’
Var mı itirazı olan?