HADİS-İ ŞERİF
Hz. Peygamber, valiliğe tayin ettiği Muaz
bin Cebel’e şöyle emretmiştir: “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız!
Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz! Birbirinizle anlaşın, iyi geçinin, ihtilâfa
düşmeyin!” (Buharî, 3:72) “Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın
zorlaştırmayın.” Müslim, Cihâd, (1732). Hadis, zorlaştırma ile birlikte nefret
duygusunu kullanmıştır. Kolaylaştırmak ve müjdelemek insani duygu ve
davranıştır.
Zorlaştırmak ve nefret etmek doğal duygu
ve harekettir. Hayvan hareket, insan davranış üretir. Kişi sevdiğine
kolaylaştırır, sevmediğine zorlaştırır. Ama Müslüman öyle olamaz! Ama oluyor!
Demek ki Hz. Peygamber, kendi zamanında
zorlaştırma, nefret ve kin Müslümanlarda bulunan kötü hareket ve duygu idi ki
gündeme getirmiştir. Müslümanlara, başkalarına zorluk çıkarmalarını
yasaklamıştır. Aldırış eden var mı? Bugün Müslüman toplumlarda kolaylaştırana,
Batı toplumlarında zorlaştırana rastlamadım. Neden acaba? Kolaylaştırmak
küçüklük görülür.
İNHİBİSYON
Doğal beyin otomatik negatifçi ve itirazcı
çalışır. Buna “doğal inhibisyon” mekanizması denir. Gelen veriye, ilk önce
negatif açıdan bakıp itiraz ve reddetme uygular. Beşeri aklını bir jeneratör
gibi devreye sokmadan doğal beyinle çalışan kişi otomatik negatifçi ve itirazcı
davranır. Hangi resm ve özel kuruma gitsek, hep görevlilerin zorlaştırması ile
karşılaşıyoruz. Görevli; “olmaz, yasak, haram, kanunsuz, bugün git yarın gel”
gibi “zorlaştırma” uyguluyorsa, işte bu “doğal-animal inhibisyon” nedeniyledir.
Doğal kalıpsal ve alternatifsiz düşünüyordur. Doğal kalıpsal düşünen kişi,
sadece yasaklamayı bilir. Ama insan, alternatifli düşünerek meşru alternatif
çözüm üretir. Alternatifli düşünme öğretilmelidir.
ÇOCUKLUK EVRESİ
Zorlaştırmanın antropolojik nedeni vardır.
Antropoloji, insanın kültürel ve fiziki insanlaşması ile ilgilenen bilim
dalıdır. Antropolojik olarak zorlaştırma insanlığın, günümüzden 50 bin yıl önce
yaşadığı çocukluk evresi icadıdır. Çocukluk evresi, doğal-animal hareket edilen
evredir. İnsan çocukluk evresinde doğal duygularla hareket eder. Zorlaştıran ve
kolaylaştırmayan kişi, insanlığın çocukluk evrelerini yaşadığı günümüzden 50
bin yıl öncesinde kalmış demektir. Bu durum, yetişkinlik evresine kadar
sürmüştür. Çocuk düzeyindeki dinin yaşama şansı yoktur.
SAVUNMA, SALDIRMA
Zorlaştırmak, doğal-animal sistemi
uygulamaktan kaynaklanır. Bu sistem; beslenme, barınma ve üreme gibi doğal
temel ihtiyaçları karşılamak için düşünür. Bu ihtiyaçları karşılamak için,
“savunma ve saldırma” şeklinde iki tür animal hareket vardır. Bu hareketler,
vücutlarda verili olan doğal “itme ve çekme” gücüyle düşünmeksizin otomatik
yapılır. Hayvan hareket, insan davranış sergiler. Hayvansal hareket eden
kişiden insani davranış beklenemez. Zorluk çıkarmanın bir nedeni, doğal düşünme
gereği insanları “av, avcı ve düşman” görmektir. Kendi milletini böyle gören
kişiden o milletin görevlisi olmaz. Durumu neden değiştiremiyoruz?
Şimdi devletimiz, çağdaş teknolojik
cihazları modern dünyadan satın almış ve vatandaş internet üzerinden iletişim
kurup şikayet ve taleplerde bulunabiliyor. Ben de, bazen test etmek amacıyla
iktidarın kurumlarına ve muhalefetin belediyelerine şikayetlerde bulunurum.
Görevliler, doğal hareketlerle modern insanlaşamadıklarını gösteriyorlar.
İkisinden de, henüz araştırmaksızın, “gerekeni yaptık” şeklinde doğal “savunma”
veya “siz yanlışsınız” diyerek doğal “saldırma” ya da her ikisini kullanarak
aynı cevaplar geliyor. Ama sorun çözülmüyor.
ÇAĞDAŞ DÜŞÜNEN GÖREVLİ YETİŞTİRMEK
Devlet işleyişinde kolaylaştırma, kolektif
zihniyet olarak egemen kılınmalıdır. Bu zihniyete sahip olmayan kişi, resmi ve
özel görevli olamamalıdır. Şimdi ise zorlaştırma egemendir. Çağdaşlıkta
kolaylaştırmak egemendir. Görevlilerin, “vatandaş için var oldukları”
şeklindeki çağdaş sistem, kural, değer ve fikirler doğrultuda düşünme ile
eğitilmelidirler. Devletin ve milletin, “devlet görevlisi için var olduğu”
şeklindeki antik ve ortaçağ monarşist yönetim anlayışı değişmelidir. “Çağdaşlık
ve dindarlık kaportada değil, motordadır.”
REFORMASYON, RENORMASYON
Doğadaki tanrısal sistemde “reprodüksiyon”
adı verilen sürekli döngü vardır. Her canlı şey analiz yapıp birbirleriyle
senteze girerek dönüşüp yeniden üretilir. Beslenmede de geçerlidir. Canlılar
bir kere değil sürekli beslenme ile varlıklarını sürdürüyorlar. Aynı sistem
tanrısal kutsal metinler için de geçerli olmalıdır. Onlardaki normlar,
varlıklarını sürdürebilmeleri için insanlığın ürettiği yeni fikir ve bilgilerle
sürekli senteze sokulup yenilenmelidirler. Bu işlem, “renormasyon”dur.
O nedenle, her nesil, hatta her kişi, ayet
ve hadiseleri “reformasyon” değil, kendisi için “renormasyon” yapmakla
mükelleftir. Her beyin kendi algısını kendisi üretir ve ondan sorumludur.
Hiçbir beyin başka beynin ürettiği algıyı kabul etmez. Hiçbir mide de başka
midenin ürettiği vitamini kabul etmez. Allah hiç kimseyi başkasının algısıyla
sorumlu tutmaz. O nedenle Allah, bir “beyin verici kulesi” yapıp, gidin ona
kablolu veya kablosuz bağlanın dememiştir. Üstelik israf dememiş her vücuda
müstakil bir beyin vermiştir. Fenomen olan formlar kronolojiktir, öz olan
numenler ebedi yapılabilir. Kutsal metinleri kendimizin değil, içinde yaşanılan
asrın idrakine söylettirmek gerekir. Bu yapılmadığı takdirde, uyum sağlayamayacağından
din ve mensupları donuklaşıp yok olur, ayıklanır gider. İnsanlığı, tarihin bir
dönemine sabitlemek tanrısal sisteme aykırıdır.
Zor olan analiz ve sentez işleminden kaçıp
kutsal metinlerin işlenmemiş formlarını oldukları gibi satmak, kişinin düşünsel
işlemini gerektirmeyen kolay bir iştir. İnsanlara davranışta zorlaştıran kişi,
bu işte kolay yolu kullanıyor. Doğal-animal beyinle kısayolcu ve kestirmeci
karakteriyle hareket edip büyük kazançlar elde etmek ister. Türk Atasözü: “Ucuz
etin yahnisi acı olur.” Her nesil yaptığı her şeyi kendi ihtiyacını karşılamak
için yapar.
KLASİK MONARŞİ VE ÇAĞDAŞ DEMOKRASİ
Hz. Peygamber, bu hadislerini klasik
monarşi siyasal sisteminin olduğu dönemde söylemiştir. O sistemde yöneticiyi
yargılayan ve denetleyen bir devlet organı yoktur. Çünkü henüz devletleşme
olmamıştır. Dolayısıyla, halka davranış biçimi, yetkilinin inisiyatifinde idi.
Yetkililerin insani davranmaları ayet ve hadislerle sağlanmaya çalışılıyordu.
Ayet: “Ey iman edenler! Allah’tan sakınılması gerektiği gibi sakının. Ancak
Müslümanlar olarak can verin.” (Al-i İmrân, 3/102). Hadis: “Mazlumun duasından
sakın! Çünkü bu dua ile Allah arasında perde yoktur.” (Müsned, 1:233; Buharî,
3:73; Müslim, 1:150; Tirmizî, 3:21) Zalim yöneticiye karşı böyle dua, klasik monarşi
sisteminde kabul olabilir. Ama demokratik sistemde kabul olacağını söylemek
zordur. Çünkü klasik monarşi sisteminde halk pasif ve siyasal güçsüzdür, ama
demokraside aktif ve siyasal gücü vardır. Gücünü kullanmama telafisine Allah
kulak verir mi? Ayet ve hadislerle yasaklanan kin, nefret, düşmanlık ve
zorlaştırmak, demokraside ahlaki alandan alınıp kanunlarla suç yapılmıştır.
Demokratik sistemde Müslüman olduğunu iddia edip de halkına zorluk çıkaran
yönetici, hem Hz. Peygamberi hem de çağdaş hukuk sistemini ihlal ettiğinden
dünya ve ahrette olmak üzere, hem suçlu hem de günahkardır. Duble cezalıdır.
SARTRE (1905-1980)
Fransız filozof J. P. Sartre der ki: Yazar
da diğer bütün insanlardan farklı değildir. Fakat o, konuşma yolunu seçtiği
için bütün bunları konuşmak zorundadır. Özgürlük adına kötüye karşı koyması,
zorbalıkla savaşması gerektiği su götürmez. Her türlü zorbalığı kötülemek
zorundadır; ister dostları zorbalık etsin, ister düşmanları. Yazar genel
olarak, “iyi budur, kötü şudur” diyecek olursa sorumluluğunu unutmuş olur.
Ondan istenen bu değildir. Genel olarak iyi ve kötünün ne olduğunu herkes
bilir. Yazardan istenen şey; iyiniyetli insanları bu sorunlar üzerinde
düşündürmektir. Etkin olup olmaması da önemli değildir. Onun için yazar, bir
bayrak koşusuna girecek, yani amacı; yalnız kendi memleketinin okurlarını
değil, yabancı yazarları da etkilemek olacak; yabancı yazarlar onun, o da
yabancı yazarların düşüncelerini, direnişini, tanıtımlarını yığınlara iletecek.
Biz yazarların önlemesi gereken en önemli
şey; elli yıl sonra, “Bu adamlar, dünyanın en büyük felaketinin geldiğini
gördüler ve sustular” denilerek, sorumluluğumuzun suçluluğa çevrilmesidir.
Sartre sadece düşünürlük yapmamış aynı zamanda aktivistlik de yapmıştır.
İnsanlık, beş milyonluk tarihinin en mesut hayatı yaşamayı icat ettiği
çağımızda Müslümanlar, tarihlerinin en mutsuz dönemini yaşıyorlar.
İnsanlığın, kendilerini ve dünyayı aşıp
uzaya kadastro ve imar getirme boğuşması yaptığı günümüzde, Müslümanların hala
kendilerini aşamamaları ve kendileriyle boğuşmaları çok vahimdir. Nedenleri
üzerinde düşünmek gerekir. Ama düşünürümüz yok. “Akılcı ve bilimsel düşünme
yapamayan artık varlığını sürdüremez.”