Feleğin işine bakın ki Türk ülkesinde yıllardır kimliğimizi tartıştırıyoruz. Kapıyı yönetenlerimiz açtılar. Fetö dâhil dinden geçinen sözüm ona İslamcılarımız başı çektiler. Kendisini liberal-demokrat sayan nereye savrulacağı belirsizlerimiz zaten hazırdılar. Batı ülkelerinin hararetli desteğiyle birlik oldular ve palalarını sıyırdılar. Evet yanlış duymadınız, dış güçlerin desteğiyle. Ortalığı velveleye verenlere bakmayınız, bu destek hâlâ onlarla ve hiç geri çekilmedi. Çekilmez. Bu oyuna biz izin verdik, bozulacaksa da biz bozacağız.
Elbirliğiyle suyu tersine akıtmaya
çalışıyorlar. Koca tarihi karartmak istiyorlar. Olacak iş değildir. Tarihi
inkâr ana baba inkârıdır ve inkârcının soy kimliğinin o halkasının adı burada
söylenemeyecek Türkçe kavramda açıktır. Tarihi inkâr ederek veya bozarak “Sen o
değilsin!” demeye kalkanların ana baba inkârında derin bir kriz vardır.
Psikolojik arızalarının nesepsizlik krizine dönüşmesine şaşılmaz. Bu inkâr,
değer ve tutunacak dal bırakmaz.
Krizlerin anası
Krizlerin anası “kültür krizi”ni böyle
yaşıyoruz. Tam da 26 Ağustos’a denk gelen Cuma hutbesinde Sultan Alparslan’ın
kimliğini, adını ısrarla etmeyerek “o millet” ucubesiyle verenler, bilseler de
bilmeseler de bu kimlik dinamitleyiciliğine koşuluyorlar. 26 Ağustos’un Büyük
Taarruz’daki kurtuluş hamlesini yürüten Başkomutan’ı görmezden gelenler bu
yoldadırlar.
Seversiniz, sevmezsiniz ama o tarihi ve
tarihi yapanların adını olsun doğru vereceksiniz. Israrla karartanların bir
olmaz işe kalkıştıkları açık. Böyle gitmez, gidemez. Dönmüş görünmelerine
rağmen dönmedikleri yoldalar. Bozacakları kadar bozarlar. O kimlik umulmadık
bir yerde bu safsataları yerle bir eder. Tarih bize bunu söylüyor.
Tarih deyince konu derinleşiyor. Tarihe
bakan bugün olan bitenleri iyi anlar. Kültür, dolayısıyla kimlik problemleri
yaşamamız yeni değil. “Biz kimiz?” sorusunu sorduran büyük değişmeler yaşadık.
Bunlar, -hangi kavramı seçerseniz seçin- kökten ve köklü değişimlerdi. Türk
kimliği -nihayette- hepsine rengini ve damgasını vurmuştur. Ne olmak istenirse
istensin, dönüş, her zaman onadır.
Değişim süreci
Meseleye düşünce zemininde bakalım: Din ve
medeniyet değiştirmeler, toplumlara güvenli alanlar sunmazlar. Değişme
ürkütücüdür. Bu tür köklü dönüşüm gerektiren durumlar aynı zamanda korkutur,
kendinden şüpheyi ve güven problemini getirir. Bu kararı verenlerin idare
edeceği zorlu bir geçiş dönemi başlar. Sancılı geçer. Makul bir sürede yeni
durumun benimsenmesi, eskinin devam eden millî özellikleriyle uyuşması yeni bir
heyecan yaratır. Millîlik, söz konusu din bile olsa temel meseledir. Kendiniz
gibi Müslümanlığa veya başka bir dine girer ve bütün değişmelere rağmen ancak
kendiniz olarak ve kendiniz kalarak başarılı olursunuz. Yahya Kemal’in Türk
Müslümanlığı tabirini böyle anlamak lazımdır. Maya tutarsa güven sağlamlaşır.
İleri atılış hamleleri peş peşe gelir.
Kabul edelim ki bizde bu süreçler belki
beklenenden uzun sürüyor. Yeni ile eskinin kavgası bitmiyor. Yara kangren hale
gelinceye kadar varıyor. Din ve medeniyet değiştirmelerinde bunları yaşadık.
Sonuncusu Batı anlayışına geçiş maceramızdır. 3. Selim’in dünyaya biz düzen
veriyoruz demek olan “nizâm-ı âlem” fikrinden vazgeçmesi önemli bir
başlangıçtır. Dâhî bestekârımız, büyük yenilikçi hükümdarımız, gücümüzün artık
dünyaya düzen vermeye yetmediğinin farkındaydı. “Nizâm-ı cedîd”i ilan etmesi
buydu. “Yeni düzen”e geçişi hazırladı. Değişimi bütün yönleriyle başlatmayı
başaracakken otoriteleri sarsılacak endişesine kapılanların, özellikle din
ulemasının kışkırtmasıyla darbeye uğradı ve canıyla ödedi.
Tanzimat, 3. Selim’in bıraktığı
yerden 2. Mahmud’un hazırladığı reformların adıdır. Yaşadıklarımızı anlamak
için oralara kadar gideceğiz. Atatürk, Tanzimat, Meşrutiyet hareketini devam
ettiren ve tamamlayan büyük dehamızdır.
Tarih bilmiyoruz
Derdimiz büyük. Türkiye’nin sağı-solu,
okumuşu-okumamışı tarihten habersiz hale geldi. Birileri 1923 öncesini yok
sayıyor ve akıl almaz bir cehaletle, Yılmaz Öztuna’nın tarihçilerce kabul
edilmiş fikrine göre, Türk Tarihi’nin yarısından fazlası demek olan Osmanlı’yı
inkâr etmeye kadar varıyor. Birileri, Cumhuriyet’e soğuk bakıyor ve kendince
bir Osmanlı hayranlığı uyduruyor. “Uydurma” tabirini kullanmamı mazur görünüz,
bunun için başka bir kavram aramadım. Çünkü dedikleri Osmanlı ile Osmanlı’nın
alakası yok. Her zaman öyledir ama konumuza göre devri seçelim, 3. Selim’den
bugüne Osmanlı onların dediğinin tam tersi anlayıştadır.
Osmanlı’yı inkâr edenlerin, solcu veya
başka etiket taşıyanlarımızın durumu da böyle bir terslik taşıyor. Onların
düşman oldukları Osmanlı, tam da şu anda bilmeden savundukları çağdaşlaşmayı
tek yol gören zihniyetteydi. Atatürk diyorsak, 3. Selim’den itibaren
Vahideddin’e kadar bütün Osmanlı padişahlarının çizgisi onunki gibiydi. Belki
sadece rejim konusunda bir farklılıkları olabilir. Osmanlı Sarayı, tabii olarak
İngiltere ve daha birçok Avrupa memleketindeki gibi Cumhuriyet’i değil
Meşrutiyet’i (taçlı demokrasiyi) benimserdi. Rejim konusunda her iki fikirde de
olunabilir. Ne bu, ne de o yanlıştır. Biz Cumhuriyet’i seçtik. Bu kadardır.
Cumhuriyet’i kutlayacak gibi
durmuyoruz
Cumhuriyet’imizin yüzüncü
yılındayız. 29 Ekim’e iki ay kaldı. Hükûmetimizin, kurtuluşun ve kuruluşun
yüzüncü yılını sönük geçirmeyi seçtiği açık. İki ay kala hâlâ nasıl
kutlayacağımızı bilmiyoruz. Tuhaf ve anlaşılmaz bir karartma uygulandığı açık.
Bu tarih ve devlet bilmezlik örneğini acıyla yaşıyoruz. Göreceksiniz bazı
şeyler yapılacak ve Cumhuriyet’i, Cumhuriyet’in yüzyılını değil sadece
kendilerini anlatacaklar. Utanarak söyleyeceğim, hem de doğru anlatmayacaklar.
Bu da bir kehanet değil. Mozaik
siyasetiyle ortak kimlik dinamitlenmiş görünüyor. Yeni kimlik arayışları var.
Böyle bir çıkmaz sokağa girdik.
Osmanlı’nın 700. Yılı kutlamaları
1999 yılını hatırladım. Osmanlı’nın 700.
kuruluş yıldönümüydü. Zamanın hükûmeti, bu büyük yıldönümü için büyük
kutlamalar düşünmüştü. Bizim TRT’de de peş peşe toplantılar yapılıyor, projeler
hazırlanıyordu. Yılmaz Öztuna ile tarih programı yapılması bizzat Cumhurbaşkanı
Demirel tarafından genel müdür Yücel Yener’e söylenmişti. “Osmanlı’nın
itibarı”nı aydın kamuoyu nezdinde kabul ettiren isim olduğunu yakın çalışma
arkadaşı Cumhurbaşkanı biliyordu. Beni görevlendirdiler. Programa başladık.
Başladık ama başımıza epeyce iş geldi.
Kutlama hazırlıkları büyük heyecan
yaratmıştı. Sol cenahın durumu belliydi. Askerî cenah da, bu durumdan rahatsız
oldu. Cumhuriyet’in yerleştiğinden emin olmamak yanında Osmanlı’ya soğuk bakma
vardı. Yapılacakların düşük profilli olmasını telkin ettiler. Bu fikre
sarılacak isimler, devlet kurumlarında ağırlıktaydı. Hemen büyük bir iştahla
gereğini yaptılar.
Yılmaz Bey’le yaptığımız Tarih
Konuşmaları’nı 13 haftada kesmemiz istendi. Biz devam etmek istedik.
Cumhurbaşkanı’nın isteği olduğu için hayır diyemediler ama zorluklar devam
etti. Her hafta değerlendirme toplantılarında bu program konuşuldu. Baskıların
ardı arkası kesilmedi. Denetimde çok sıkıntı yaşattılar. Kamp tarafgirliği
haline gelen katmerli cehaleti aşmak kolay olmuyordu, olmadı.
Tersliğe bakın
İşin garibi, o programda biz Yenileşme
Dönemi’ni konuşuyorduk. Programı büyük mücadelelerle üç yıl devam ettirdik. 2.5
yılında, belki yüz programda 3. Selim sonrasını konuşmuştuk. Yani, askerlerin
ve bizim TRT’deki fikrî kimliği şu veya bu olanların “çağdaşlık” vurgularının
tarihini konuşuyorduk. Yılmaz Bey de tam yenileşmeci bakışla anlatıyordu. Zaten
Tanzimat’ı kuvvetle savunan fikirleriyle biliniyordu. Yöneticilere bunu
anlatmaya çalıştım, anlamadılar. “Osmanlı ayrı biz Cumhuriyet’iz” dediler.
Bazıları “Sen ve bu program Cumhuriyet düşmanısınız” demeye kadar gittiler. Bu
ifade denetim raporlarına kadar geçti.
Neyi düşündürmek istediğimi sanırım
anladınız. Bu iki kafanın tarihe uzak tarih kurgusu canımıza okudu. Şimdi
hükûmet, Cumhuriyet’imizi değersizleştirmek için ne lazımsa yapıyor. İşin
tuhafı, bunu Osmanlılık vurgusuyla yapıyor. Hâlbuki Osmanlılıkla hiçbir
alakaları yok. Diğerlerinin Cumhuriyet ve Atatürk fikrini anlamadıkları gibi
bunlar da Osmanlı’nın reddettiği fikirlerle Osmanlı’yı kullanıyorlar.
“Kullanıyorlar” dememi “Bile bile kullanıyorlar” şeklinde anlamak da yanlış
değil.
Bu iki ucun bozgununu, bu ifrat-tefriti
aşamadık. Siyaset bu aşırılıklara girebilir. Yanılabilir, yanıltabilirler.
Bilerek aldatma yolunu seçenleri de çıkar. Memleketin okumuşları bu oyunu
bozarlar, aşırılıkları törpülerler. İşte bizde bu eksik. Bu hassasiyetimiz
diriydi. Nasıl olduysa uyutuldu ve fikir namusu hâkim hale gelemedi.
Fikir namusu olsa, tarihi hakkıyla bilsek,
kurgulara itibar etmemeyi öğrenirdik ve bu durumlara düşmezdik.