AFAD GURUR KAYNAĞIMIZDI
Ukrayna savaşına giderken, Romanya,
Slovakya, Polonya’dan geçmiştim. O sınır kapılarında Ukrayna’dan gelen göç
dalgası karşısında nasıl şoka girdiklerini ve devlet olarak çuvalladıklarını
gördüm. Orada AFAD’ı, UMKE’yi gördüğümde aradaki farkı da anladım ve mutlu
oldum.
Ukrayna’da Liviv şehrine gittiğimde daha
çok şaşırdım. Tren garının önündeki parkta sanayiden getirilmiş varillerde,
sobalarda odunla ateş yakılmış, üzerine koca kazanlar konmuş, çocuklara süt,
büyüklere yemek pişiriyorlardı. Bir seyyar aşevleri yoktu.
Oradan AFAD Başkanı Yunus Sezer’i aradım.
“Bizim aşevi tırlarından birini buraya gönderseniz, bu meydanda kursak,
çocuklara hijyen ortamda süt pişirilse, insanlara yemek dağıtılsa ne güzel
olur” dedim.
Ve AFAD Kocaeli’ndeki bir aşevi tırını tüm
o beceriksiz devletleri geçip, Ukrayna’ya getirdi, Liviv’de kurdu ve insanlara
sıcak yemek dağıttı.
O zaman ülkemle, AFAD ile gurur duydum.
Bunu da Ukrayna savaşının ortasında yazdım.
AFAD’ı orman yangınında Marmaris’te, selde
Bozkurt’ta, depremde Van’da ve daha nice afetlerde izledim.
Hep gurur duydum.
ŞOKA GİREN AFAD VE DİĞER KURUMLAR
Depremin ikinci gününden itibaren
sahadaydım. Malatya, Maraş, Adıyaman, Hatay ve bir çok ilçe dolaştım.
Abartısız söylüyorum, hepsinde insanlar
AFAD’dan şikayet etti.
Ben devletin kurumlarının üç gün boyunca
şoka girdiğini gördüm o şehirlerde.
Ama en çok AFAD şoke olmuştu ve en çok da
bu yüzden koordinasyon sorunu yaşanmıştı. Çünkü kanun afetlerde tüm yetkiyi ve
koordinasyonu AFAD’a vermişti.
Ama AFAD bu depremde bunu tam anlamıyla
başaramadı ve başaramadığını da kabul etmedi.
Bu kadar büyük bir depreme hazır değildi.
Bölgesel afet planı yoktu. Bu kadar büyük krizi yönetme kapasitesi de
bulunmuyordu. İnanın bunu doğal karşılıyorum. Dünyanın en güçlü devletinin
kurumu da bunu başaramaz zaten.
Ancak AFAD’ın sorunu “asrın depremini”
yönetememesi değil, neden yönetemediğini bilmemesidir.
SAĞLIK BAKANLIĞI NEDEN ŞOKA GİRMEDİ
DE AFAD GİRDİ?
Kızılay’ın, AFAD’ın bu depremde krizi iyi
yönetemediği söylediğinde, “Ama on şehirde, iki 7.5 büyüklüğünde, ‘asrın
felaketinde’ elbette her yere yetişemezler” diyorlar.
Yollar kapanmış, hava şartları kötüymüş,
yıkım çokmuş…
Peki hiç dikkatinizi çekti mi, kimse sağlık
hizmetlerinden şikayet etmiyor. On binlerce yaralı vardı ama Sağlık Bakanlığı
çökmedi ve her yere yetişti.
Hiçbir şehirde sağlık hizmetleri konusunda
şikayet almadım. Asrın felaketinde neden Sağlık Bakanlığı çökmedi de, AFAD
çöktü, Kızılay yetersiz kaldı peki?
AFAD’IN EN BÜYÜK SORUNU POLİTİZE
OLMAK
Bir dönem gurur duyduğumuz AFAD’ın bu
afette bizi kurtarmasını bekledik doğal olarak.
Ama gördüm ki AFAD politize olmuş. Bu
yüzden de liyakat ve ehliyet konusunda büyük bir erozyona uğramış.
İl ve ilçe yetkilileri, genel merkezdeki
idarecilerinin bir kısmı kriz yönetecek kapasitede ve yetkinlikte değillerdi.
Ama yetki onlardaydı ve insanlar buna zorunlu olarak tabi oldu.
Bu yüzden de büyük bir koordinasyon sorunu
baş gösterdi. Hem de tüm afet illerinde.
Öyle akla zarar şeyler yaşandı ki, duyunca
inanamadı kimse.
Arama kurtarma çalışmalarında “Yetki bende
siz buraya giremezsiniz” diyen AFAD yetkilisi, can derdinde olan afetzedeler
tarafından tartaklanıp kovuldu.
Yardım tırlarını zorla AFAD deposuna
götüren mi dersiniz, koordinasyon yapıyoruz diye saatlerce yardım ekiplerini
bekleten mi dersiniz, yurt dışından yardım ekiplerinin getirilmesini geciktiren
mi dersiniz…
Onlarca örnek, onlarca olay
sıralayabilirim.
“Kurum şovenizmi” ne demek onu gördüm.
AFAD kurumları koordine etmedi, kurumlara tahakküm etmeye kalktı. “Yetki bende
sözü”, küçük kıyametin yaşandığı yerde o kadar çiğ duruyordu ki, devletin diğer
kurumları bile bundan illallah etti.
Sonra ne oldu biliyor musunuz? Her kurum,
her sivil örgüt AFAD’ı beklemeden kendi başına hareket etmeye başladı. Bu
yüzden de kargaşa arttı.
HER ŞEY VAR AMA HİÇBİR ŞEY YOK
Ancak orada günlerce enkazda canla başla
çalışan, can kurtarırken yaralanan, göz yaşı döken, makamını anasının ak sütü
gibi hak eden AFAD çalışanları da gördüm.
Yeterince halkına yardım edemediği için
ağlayan, o iki yüksek mühendis gibi fedakar çalışanları da var kurumun.
Ülkenin en iyi teknolojisine, ekipmanına,
teknik kapasitesine ve tecrübesine sahip. Belki de kanunla en çok yetkiyle
donatılan kurum aynı zamanda.
Fakat Charles Dikens’in dediği gibi, “her
şeye sahiptik hiçbir şeyimiz yoktu”. Afet bölgesinde bunu hissettik. Devlet
büyük bir devlet, sivil tolumu güçlü, milleti çok fedakar, iş adamları cömert,
ülkenin ekipmanı çok…
Gelin görün ki bunları bir araya getirip
büyük bir güç oluşturmayı başaramadık ilk üç gün.
AFAD’IN YAPISINI VE KONUMUNU
DEĞİŞTİRMEK YETERLİ Mİ?
Uzmanlarla konuştum. Afet yönetimi
konusunda dünya kadar şey söylediler. AFAD’ın İçişleri Bakanlığı altında olması
yanlış diyenler, örgütlenme şeklini doğru bulmayanlar, operasyon tarzını hatalı
bulanlar…
Bence bunlar değil. AFAD yönetim
kadrosunda siyasallaşmaya bağlı bir liyakat krizi yaşıyor. Temel sorunu bu.
Çok iyi yöneticileri de var içeride.
Kimse afette canımızı kurtaracak bir
kurumu yıpratmak istemez. Bu yüzden can kurtarırken bu konuları tartışmadık.
Üzerinden yirmi gün geçtikten sonra bu konuları açıyoruz.
Çünkü bu kurum bize çok lazım.
Şu kurum şovenizminden, kurumu
eleştirilemez hale getirmekten, dokunulmaz yapmaktan vazgeçin. Kuruma daha çok
zarar verirsiniz.
Eğer ortamı hazırlansa, valiler, bakanlar,
yerel yöneticiler, sivil toplum kuruluşları sahada nelerin yaşandığını ve
koordinasyon krizini anlatırlar aslında. Ama susmayı tercin eden çok.
POPÜLİZMİN GİRDABINDAKİ KIZILAY
Depremin ilk günü akşamında Habertürk
ekranlarında yayındaydık. Akşam 22.30’dan sonraydı sanırım. Kızılay Başkanı
Kerem Kınık telefonla bağlandı. Ne olduğunu tam anlamamıştık o saate kadar. Bu
yüzden Kerem Kınık’ı can kulağı ile dinliyorduk.
Konuşmanın en can alıcı sorusu ve diyaloğu
şöyleydi:
Kübra Par: 10 şehrin yüzde kaçına
ulaşılabildi?
Yani depremde yıkılan binaların yüzde
kaçına ulaşılabildi şu dakikaya kadar?
Kerem Kınık: Tamamına ulaşıldı, yani
tespit yapıldı, canlı kontrolü yapıldı ve arama kurtarma planlaması yapıldı.
Çok büyük oranda arama kurtarma bir kısmı tamamlandı, diğerlerine geçildi. Yani
şu anda ulaşılmayan bir nokta yok.
Kübra Par: Ama bize gelen bilgiler öyle
değil.
Kerem Kınık: Şöyle diyorum. Ulaşılıp
tespit yapılıyor ama arama kurtarma ekipleri sıraya alıyor o müdahaleyi. Dışarı
vilayetlerden gelen ekiplerin özellikle Hatay’a intikallerinden kaynaklanan
sorunlar yaşıyorlar. Onları askeriyemizin desteği ile aşmaya çalışıyorlar.
Yıkılmış ve hasar görmüş binaların envanteri çıkartıldı yani o anlamda ulaşıldı
diyorum.”
O akşam Kızılay Başkanı’nın
söyledikleriyle bize gelen mesajlar taban taba zıttı. Belki binlerce mesaj
yağdı telefonlarımıza. “Yardım gelmedi, kimse yok, kurtarın bizi…” feryatlar
halindeydi her şey.
Ertesi gün afet bölgesine gittiğimde
durumun Kerem Kınık anlattıklarıyla uzaktan yakından alakası olmadığını gördüm.
2-3 gün hiç gidilmeyen yerler vardı.
KIZILAY POPÜLİZMİN KURBANI
Kerem Kınık’ı Yeryüzü Doktorları Derneği
başkanıyken tanıdım. Göz yaşlarına şahitlik ettim. Çalışkan biriydi. O makamda
çok uzun kaldı ve devam etmek için de farklılaştı.
Kızılay’da derinlikli yapılandırma, güçlü
örgütleme ve etkili operasyon yapmak konularından çok başka şeyler ön plana
çıktı.
Medya aktiviteleri etkili görsellik, şık
kıyafetler, afili araçlar, kağıt üzerinde operasyon planlamaları, İngilizce
terimlerin bol olduğu eylem planları daha çok önemsendi Kızılay’da.
İlk gün 1200 küsur personelimiz sahada
diyordu Başkan ama bunun kimseye yetmediğini ancak sahada olanlar bilir. 15 bin
çalışanı 300 bin gönüllüsü var kurumun bunu da unutmayalım.
Evet ilk gün yiyecek götürmüştü ama
Malatya, Antep, Maraş, Adıyaman ve Hatay’da, bunların ilçelerinde, köylerinde
iki gün ekmek kıtlığı yaşandığını, gıda sıkıntısı çekildiğini ancak oralarda
yaşayanlar bilir.
Afetlerde beslenme, gıda, kan ihtiyacından
sorumluydu Kızılay. Kan hariç diğerlerini ilk üç gün hakkıyla yerine
getirdiğini söyleyemem ben.
Kızılay’dan bir yetkiliyle konuştum. Bana
yine “İlk gün şuradaydık buradaydık” dedi. “Ama insanlar aç kaldı” dediğimde o
da “‘Asrın felaketinde’ bu kadar olur” deyiverdi.
Sonra da bana havalı grafiklerden oluşan,
neler yaptıklarını anlatan sosyal medya görselleri gönderdi…
Kızılay popülizmin girdabında, sahadaki
gerçekle yüzleşmek istemiyor. Depremin üçüncü günü Maraş’ta bir parkta
Jandarmanın seyyar ekmek fırınından sıcak somun yedim. Kızılay’ın seyyar fırını
yoktu ve o gün Maraş’ta görmedim onu. Ben göremedim diyeyim.
Fakat sahada o meşhur ters kırmızı hilal
görünür değildi. Bu hep dikkatimi çekti.
Hatay’da bir araçta çay demleyip, bisküvi
ikram eden Kızılay çalışanıyla konuştuğumda tıpkı AFAD’lı mühendisler gibi onun
gözlerinde de aynı çaresizliği gördüm. “Ben şimdi bunu mu yapacaktım?” dedi.
“Kızılay çok fonksiyonsuz kaldı” diye gözleri doldu o gencin.
KIZILAY’I ELEŞTİRMEK Mİ ÖVMEK Mİ
DAHA İYİ?
Kızılay çok etkileyici görünen
organizasyon ve kampanyalar yaptı.
Ancak görüntü, görsellik, biçimsellikle
sahadaki gerçeklik uymuyor.
Depremin ilk iki günü açlık çekildiyse,
insanlar bu yüzden market yağmaladıysa, o havalı organizasyon ve eylem
planlarının bir anlamı kalmıyor işte.
Kızılay'ı finasal bütçeler, iştirakler,
kar zarar dengesi gibi kavrmlarla bir şirket gibi yönetirseniz yardımlaşma
ruhunu öldürürsünüz. Sonra da afet günü çadır, yemek satarsınız. Sonu budur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kızılay sahada
yoktu diyenleri en ağır sözlerle kınadı. Günde 2.5 Milyon insana yemek
dağıtıyor dedi. Belki bugün öyledir. Ama afet şehirlerinde ilk iki gün yaşanan
ekmek kıtlığının, yemek yoksunluğunun hesabını da sorması gerekir.
İnsanlar kamyonların arkasına ekmek
doldurup Malatya’da dağıttı, halk izdiham halinde almaya çalıştı. Gözlerimle
gördüm, fotoğrafını çektim ama utancımdan yayınlayamadım. Bu halkı bu halde
göstermek istemedim. Bu manzaraya neden olanlara da hiddetle kızmalı
Cumhurbaşkanı.
Kızılay “asrın felaketinde” her yere
yetişemedim dese, mahcup olsa, özür dilese bekli de hepimiz onu teselli
edeceğiz. Ama daha ilk gün Kerem Kınık her yere ulaştık, ekiplerimiz sahada
diyerek insanları daha çok feryat ettirdi.
Osmanlı’dan kalma Hilali Ahmer, bu güzide
kurum herkesin gönlünde taht kurmuştur. Hepimiz ona kan verdik, bağış yaptık,
gözümüz gibi sevdik.
Yanlışı varsa onu söylemezsek iyilik
değil, kötülük etmiş oluruz.
ÇADIR SATMAK DA NEREDEN ÇIKTI?
O kadar çok çadır isteyen insanla
karşılaştım ki afet bölgesinde. Hepsine “Çadır yok ülkede, getiriliyor az
sabır” dedim. Meğer üçüncü günü Kızılay’ın depolarında çadır varmış ve onu
AHBAP’a satmış. “Asrın felaketinde”, küçük kıyamette bu ticari alışveriş nasıl
olur da ahlaki ve hukuki görülebilir? Böyle bir teklif geldiğinde, “Bu
çadırları bölgeye gönderiyoruz zaten, sen o parayla başka bir yardım yap”
demesi gerekirdi.
HER İKİ KURUM DA ÖZELEŞTİRİ YAPMALI
Kriz bölgesinde, Ankara’da, İstanbul’da
AFAD ve Kızılay hakkında konuştuğum bir tek kişi dahi durumun iyi olduğunu
söylemedi. Bazı kurum çalışanları, valiler, bakanlar, yetkililer bile
eleştirdi.
Umuyorum bunlar rapor hazırlar ve ilgili
merciye ulaştırır.
Kamuoyuna açıklamasalar bile, kurumun
kendi özeleştirisini yapması gerekir. O kurumlar devletin en stratejik
kurumları. Onlar zarar görürse bedeli çok ağır oluyor işte.
Başımıza daha çok afet gelecek maalesef.
Topraklarımız böyle. O zaman buna uygun yaşamaya ve buna hazır olmaya mecburuz.
AFAD ve Kızılay da bizi bu afetlere
hazırlayacak en önemli kurumlar.
Umarım yeterli dersi almışlardır.