Pazartesi akşamı Kılıçdaroğlu konuştu. Türkiye’de uyuşturucunun nasıl yayıldığını, çocuk yaşa düştüğünü, baronların ise iktidar tarafından korunduğunu anlattı. İçişleri bakanı ayağa kalktı. Jandarmadan Emniyet’e, “Bize hakaret edemezsin” mesajları paylaşıldı. Oysa Kılıçdaroğlu’nun açıklamasına bakıyorum. Ne Emniyet’i ne jandarmayı itham var. Belli ki sorumluluğunu saklamak isteyen hükümet, güvenlik kurumlarını kalkan yapıyor.
İSTANBUL’UN İDRARINDA UYUŞTURUCU
Sahi neyi reddediyorlar?
Bilim kimin haklı olduğunu gösteriyor.
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Adli Tıp Enstitüsü, geçen yıl bir çalışma
yayımladı. Aslında çok basit. Bir uyuşturucu kullanıldıktan sonra posası
dışkıyla vücuttan atılıyor. Bilim insanları, bu nedenle, durumu görmek için,
kanalizasyon atıklarından numuneler aldı. Projeyi cumhurbaşkanının kızının
yönetiminde olduğu Yeşilay da destekliyordu. İstanbul için çıkan sonuç felaketi
anlatıyordu. Stockholm’de 25.3, Berlin’de 8.1 miligram çıkan bin kişideki
Metamfetamin, İstanbul’da 120 çıkıyordu. İstanbul, bütün uyuşturucuların
kullanımında üst sıralardaydı.
Sadece bu kadar değil...
MAFYA HESAPLAŞMALARININ BAŞKENTİ
2020 yılının istatistiklerine göre
Avrupa’da, nüfusa oranla en çok cezaevinde yatan kişi Türkiye’de. 300 bin
insandan 65 bini uyuşturucu nedeniyle içeride. İçicilerden çok satıcıların
hapse girdiği hatırlanırsa, Adalet Bakanlığı rakamları bile, uyuşturucunun
yaygınlığını ortaya koyuyor.
Hepsini geçtim, son dönem Türkiye’de
patlayan silahlara bakmak bile yeterli. Dünyanın en bilinen mafya mensupları,
hesaplaşmalarını Türkiye’de yapıyor. Örnek mi? Daha geçen hafta Azerbaycan
mafyasının kritik ismi Elnur Gasimov, İstanbul’da öldürüldü. Olay, altı yıl
önce, yine İstanbul’da işlenen bir başka cinayetin, Rövşen Caniyev’in
öldürülmesinin devamıydı. Eylülde Sırbistan’ın önde gelen suç örgütlerinden
Skaljari çetesinin lideri Jovica Vukotiç yine İstanbul’da öldürüldü, ağustosta
ise Nadir Salifov. Geçenlerde, İstanbul’daki bir AVM’de, Azeri ve Gürcü mafya
gruplarının, herkesin ortasındaki silahlı çatışmasını konuşmadık mı?
Liste uzayıp gidiyor...
Emniyet’in ya da Uyuşturucu İzleme
Merkezi’nin raporları, ateşi de dumanı da gösteriyor.
İçişleri bakanına sorarsanız, dünya
mafyası Türkiye’ye müze gezmek için geliyor! Gelirken suç getirecek değiller
ya!
BARON İÇİN BEŞTEPE’DEN TELEFON
Ancak hepsini geçtim, dün cumhurbaşkanının
Kılıçdaroğlu’na kızarken söylediği “uyuşturucu satıcıları ile ilgili aynı
cümlede kullanma” ifadesi ayrıca değerlendirmeye değer. Zira Cumhurbaşkanlığı
ile uyuşturucunun aynı cümlede yer almasının en bilinen nedenini, aslında
aylarca konuştuk. Zira son yılların en ünlü baronu, Cumhurbaşkanlığı’ndan gelen
bir telefonla serbest kaldı.
Uyuşturucu baronu olmakla kalmayıp
İstanbul’da çeşitli cinayetlere adı karışan Naci Şerif Zindaşti’yi hatırladınız
mı?
24 Eylül 2007’de Büyükçekmece’de
düzenlenen operasyonda 75 kilo eroinle yakalanıp tutuklanmıştı. FETÖ’cü
Zekeriya Öz’ün Ergenekon’da “gizli tanık” olma teklifini kabul edip serbest
kaldı.
Küçükçekmece’de iki kişinin öldürülmesi,
Dubai’den Panama’ya uzanan bir dizi silahlı cinayet, Zindaşti’nin düşmanı Orhan
Ünğan’ın avukatı Kudbettin Kaya’nın Yeşilköy’de bir restoranda yemek yerken
öldürülmesi, Kadıköy Bağdat Caddesi’nde bir kafede herkesin içinde vurulan
İlhan Ünğan olaylarında, hep Zindaşti’nin parmağı vardı. 6 Nisan 2018’de
gözaltına alındı; yeniden cezaevine girdi.
“Geç kalmış” derken sıra dışı bir olay
yaşandı. Zindaşti’nin avukatı, 19 Ekim 2018 Cuma günü “tutukluluğun
incelenmesi” için İstanbul Nöbetçi Sulh Ceza Hâkimliği’ne başvurdu. Başvuruyu
değerlendiren 5. Sulh Ceza hâkimi, Zindaşti ve üç adamı hakkında “sürpriz bir
tahliye” kararı verdi. Savcı itiraz edip durdurana kadar, Zindaşti ve adamları,
üç saat içinde ortadan kayboldu.
Zindaşti’yi serbest bırakan hâkim Cevdet
Özcan’dı.
Özcan, hakkında açılan soruşturmada
şunları anlattı:
“İktidar partisinden eski milletvekili
beni sürekli arayarak bu şahsın mutlaka tahliye edilmesi gerektiği yönünde
telkin ve baskıda bulundu. Devletin bu konuda bir duyarlılığı olduğunu
belirtti.”
KUCAKTAKİ ‘REİSÇİ’
Arayan tanıdıktı. Eski AKP milletvekili ve
Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu üyesi Burhan Kuzu, Zindaşti’yi önce
tanımadığını söyledi. Ancak buluşmalarının fotoğrafları ortaya dökülünce,
tanışıklığı da açtığı telefonu da hatta Zindaşti’nin vatandaş yapılması için
aracı olduğunu da kabul etti. Başkası olsa anında tutuklanmıştı. Burhan Kuzu
hakkında “nüfuz ticareti” gibi hafif bir suçtan iddianame yazıldı, dava açıldı.
Kuzu, yargılanırken öldü.
Peki, Burhan Kuzu ile Zindaşti’yi kim
tanıştırdı?
Kendi ifadesine göre Aliye Uzun:
“Zindaşti’nin ülkemize yatırım yapacağını
düşündüğüm için Burhan Hoca ile tanıştırdım.”
Kendisini “Reis sevdalısıyım, teşkilattan
yetişmiş bir insanım” diye tanıtan Uzun da AKP’nin yöneticisiydi. Vatandaşlık
almak gibi aracılıklarının karşılığında, çıkardığı dergiye reklam parası
alıyordu. Aliye Uzun ile kavgasını, Zindaşti polise şöyle anlatıyordu:
“Yeğenime Aliye Uzun’u arattım. Kimliğin
henüz çıkmadığını, kimlik çıkmadan da herhangi bir ödeme yapmayacağımızı
söylettim. Aliye Uzun da kucağıma oturduğu fotoğrafı internete koyacağını
söyledi. Bir süre sonra yeğenim olan Emel D. aradı. ‘Dayı Aliye senin uygunsuz
fotoğraflarını yayımlamış’ dedi. Aliye’yi arattım. Aliye ‘Beni ve partimi
karşınıza almayın, benim dergimin vergisini ödeyin’ dedi.”
İşin ilginci, bu olayı Uzun cephesi de
doğruluyordu.
‘KIZ BAŞINA 500 AVRO’
Zindaşti, Uzun ile nasıl tanıştıklarını
ise ifadesinde şöyle anlattı:
“Arkadaşlarımla haftada bir iki defa âlem
yaparız. (...) Aliye’yi aradım ve 6-7 kız için kendisiyle kız başına 500
Avro’dan anlaştık. Aliye kızlarla birlikte daireme geldi. Misafirlerim
Aliye’nin getirdiği kızları seçip odalarına geçti. Bana da Aliye Uzun kaldığı
için onunla ilişkiye girdim. Aliye Uzun ile bu şekilde tanıştım.”
Burhan Kuzu’nun şantaja uğradığını da
onunla sık sık görünen bir kadının Kuzu’nun ölümüyle eşzamanlı şüpheli cinayete
kurban gittiğini de bu dönemde okuduk.
Aliye Uzun’u 15 Temmuz’un ikinci
yıldönümünde Trump Towers’tan sallandırdığı “1. Başkan Erdoğan” pankartıyla
hatırlıyorduk. Bütün tabloya bakınca; AKP rozeti, Erdoğan’ın adı, vatan-millet
edebiyatı, uyuşturucu baronlarını korumanın ve kollamanın vitrini olmuştu.
Teşkilat yöneticisinden Saray danışmanına herkes baronlar için çalışıyordu.
Erdoğan Kılıçdaroğlu’na kızmak yerine
iğneyi önce çevresini saranlara batırmalı. “Beni düşmanlarımın diline
düşürdünüz” dese, yaşanan gerçeği daha net tarif etmiş olur.
Aman başkaları duymasın deriz. Neyimiz var
neyimiz yok gizleriz. Sonunda kendimiz, kendimize bile başka görünürüz. Keşke
maskelerimizi indirmeyi bir başkasına bırakmasak.