İKTİSATÇI ERHAN USTA TAHA AKYOL’UN SORULARINI CEVAPLADI:
EN AZ 40 YIL SEFALETİ HEDEF OLARAK KOYUYORLAR Çin insanların yıllarca hangarlarda yaşayarak güvencesiz çalıştığı bir süreçten geliyor. Türkiye’nin önüne Çin’i model olarak koymak, en az 40 yıl emeği sömürmek, sefaleti hedef göstermek demek.
SUNDUKLARI MODEL DEĞİL ÇARESİZLİK
SENARYOSU
Yeni model iki ay önce akıllarında dahi yoktu. 'Çaresizlik senaryosu' bir
model olarak takdim ediliyor. Kur artışlarının kontrol altında olduğu algısını
oluşturmak için çaresizlikten ortaya atılmış bir şey.
128 MİLYARI HEBA EDEN ALBAYRAK
EKİBİ İŞ BAŞINDA
Berat Albayrak ekonomi yönetimine tamamen hâkim. Yönetimini getirmekle kalmadı,
ekonomi politikalarını da kurgular durumda. 128 milyar doların heba edilmesi,
Berat Albayrak ve ekibinin marifeti.
BU POLİTİKAYI 2023’E KADAR SÜRDÜRME
İMKÂNI YOK
Erdoğan’ın bu politikaları Haziran 2023’e kadar sürdürme imkânı yok. Ekonomi bu
yükü kaldıramaz. Politikalar devam ederse enflasyon hızla yükselecek, işsizlik
artacak ve yoksullaşma derinleşecek.
Cumhurbaşkanı’nın ekonomik büyüme
konusunda Çin’i örnek göstermesinin anlamı nedir?
Çin, kalkınmak isteyen bir ülke için örnek
olabilir. Ancak Çin’in gelişme hikayesi bugün başlamıyor. Bugün Çin’i model
alalım diyorsanız 40 yıl öncesine gitmeniz gerekir. Yıllarca insanların büyük
hangarlarda yaşayarak çalıştığı, hiçbir sağlık ve sosyal güvencesinin
bulunmadığı, karın tokluğuna yaşamak için çalışmaktan başka çaresinin olmadığı
bir süreçten geliyor Çin.
Çin, 1980-2020 döneminde, ortalama olarak,
milli gelirinin yüzde 41.6’sını tasarruf etti. Bu tasarrufları da üretken
yatırımlarda kullandı. ABD başta olmak üzere birçok gelişmiş ülkeden ciddi
miktarda doğrudan yatırım çekti. Bu kaynaklarla konut, AVM veya gereksiz alt
yapı yatırımları yapmadı. Bu paraları ülkesini bir üretim üssü yapmakta
kullandı. Böylece, 1980-2020 döneminde Çin’de sabit sermaye yatırımlarının
GSYH’ya oranı yüzde 39,4 olarak gerçekleşti.
Tabii tasarruf edip kaynaklarını da
üretken yatırımlarda kullanınca sürdürülebilir yüksek bir büyüme elde etti.
1980-2020 döneminde Çin’in ortalama büyümesi yüzde 9,3 olarak gerçekleşti.
Ayrıca Çin, büyümenin oluşturduğu imkanları gelişme/kalkınma için kullandı.
Biz Devlet Planlama Teşkilatını
kapatırken, Çin bunları güçlü bir merkezi planlama ile yaptı. Devlet
kapitalizmi ile özel sektör iş birliğini güçlü bir şekilde koordine etti.
Sanayisini güçlendirdi, dönüştürdü. Teknolojiye yıllarca yatırım yaptı. Şu anda
dünyada 500 büyük şirket sıralamasında ABD’yi geçerek ilk sıraya yükseldi.
Çin, hâlâ ciddi gelir adaletsizliğinin
olduğu, kapalı bir ülke.
Şu anda Türkiye’nin önüne Çin’i bir
model olarak koymak en az 40 yıl çalışanların emeğini sömürmek anlamına gelir.
Bugün dahi zor geçinen işçilerimizi iyice süründürmek anlamına gelir. İyi-kötü
var olan sendikal hakları yok etmek anlamına gelir.
Çin, bugüne kadar çevre kaygısı olmadan
üretim yaptı. Şimdi bir yandan Türkiye’de iklim değişikliği bakanlığı
kuracaksın, diğer yandan çevre duyarlılığı olmayan Çin’in 40 yıl önceki halini
model alacaksın.
Bizim tasarruflarımızın milli gelire oranı
Çin’in ancak yarısı kadar. Biz Çin’e göre aşırı borçlu bir ülkeyiz.
Özetle, Çin modeli demek Türk
milletinin önüne en az 40 yıl sefaleti hedef olarak koymaktır.
NEYİ DEĞİŞTİRİYORLAR?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “bugüne kadar
yüksek faiz düşük kur modelini denedik, netice alamadık, şimdi model
değiştiriyoruz” diyor. Neyi değiştiriyorlar?
Türkiye 1980’den itibaren ihracat odaklı
büyümeyi esas alan bir ekonomik model uygulamaktadır. Bunu başardığı zamanlar
olmuştur, başaramadığı zamanlar olmuştur, ama bu hedeften hiç vazgeçmemiştir.
Ak Parti de kendisinden önceki hükümetlere
benzer bir model uygulaya gelmiştir.
Ak Parti 2002 yılı sonunda iktidar
olduğunda, reformları yapılmış ve siyasi bedeli başka siyasi partilerce ödenmiş
tertemiz bir reform ortamı devraldı. Ayrıca küresel likiditenin oluk oluk bizim
gibi gelişmekte olan ülkelere aktığı bir dönemdi. Ak Parti geldiğinde IMF ile
bir program yürütülüyordu. Ak Parti bu programı aynen devam ettirdi, hatta
süresini uzattı ve 5,5 yıl kesintisiz bir şekilde IMF ile program yürütmüş
oldu.
Güçlü tek başına iktidar, AB’ye tam üyelik
perspektifi, Türkiye’ye ciddi yabancı kaynak girmeye başladı. Burada iktidarın
temel hatası bu kaynakların üretken alanlarda veya ticarete konu alanlarda
kullanılmasına ilişkin tedbir almamasıydı. Hatta AVM, konut, ihtiyaç fazlası
alt yapı yatırımları yapılmasını hükümet bizzat teşvik etti. Tabii bu esnada
ciddi kentsel rantlar oluştu. Yasal olarak bu ranttan vergi almak mümkün
olmadığı için bu rant müteahhit ve yerel/merkezi iktidar sahipleri arasında
paylaşıldı. Yıllarca süren bu durum iktisadi olarak Türkiye’yi bitirdiği gibi
kentleşme, yolsuzluk gibi ciddi sorunlara yol açtı.
19 yıllık Ak Parti hükümetleri döneminde
Türkiye yaklaşık 600 milyar dolar cari açık verdi. Diğer bir ifadeyle bu
miktarda net dış kaynak kullandı. Artı, kendi tasarruflarımızı da yatırımlarda
kullandık ama ülkemizin üretim kapasitesi bu miktarın çok çok altında arttı.
Bunun sebebi bu kaynakların önemli kısmının betona gitmesidir. Daha da vahimi
bu esnada oluşan yolsuzluklardan elde edilen gelirlerin önemli kısmı yurt
dışına çıkartıldı.
DIŞ KAYNAK?
Dış kaynak olarak dış borçlar?
Bu 600 milyar doların yaklaşık 320 milyar
doları dış borç şeklinde geldi. Kalanı yabancılara gayrimenkul, banka, sigorta
şirketleri, reel sektör şirketleri ve hisse senedi satılması şeklinde geldi.
Türkiye şimdi dışarıdan kullandığı bu borçları geri ödeme sıkıntısı çekiyor. 10
yıldan fazla süredir ekonomide alınan kararlarda ciddi hata yapılması,
verimlilik kaynaklı bir büyüme yapısı oluşturulamaması, hukuk dışı ve anti
demokratik uygulamaların yaygınlaşması, kurumların aşırı yıpratılması/itibarsızlaştırılması,
istişarenin yok olması, ehliyet ve liyakatin tamamen kaybolması, partili
cumhurbaşkanlığı sistemiyle tek adam rejimine geçilmesi gibi nedenlerle dış
kaynak girişinin giderek azalması ve sonunda durma noktasına gelmesi Türkiye’yi
en kırılgan ülkelerden biri haline getirmiştir. Özellikle Mart 2021’den sonra
işlerin hiçbir şekilde toparlanamaması ve bunun piyasalar tarafından
algılanması sonucu Mart ayında 6,88’e kadar gerileyen dolar kurunun 14 liraya
yaklaştığını görüyoruz.
SANAYİ PAYI KÜÇÜLDÜ
Yeni modelden bahsediyorlar, bu
nedir?
Hükümetin kafasında yeni bir model yok,
uyguladığı bir model de yok. Üst üste yapılan hatalar sonrasında işi
toparlayamayacağını gören Erdoğan ve ekibi “çaresizlik senaryosunu” bir model
olarak takdim etmektedir.
İddia ettikleri gibi bir modeli
uygulayacak hangi alt yapıyı hazırlamışlardır? Sanayide hangi dönüşümü
yapmışlardır? Teknolojiye yatırım yapılmış mıdır? Türkiye’nin hem mal hem de
finansman açısından dışa bağımlılığı artmıştır. İmalat sanayinin GSYH içindeki
payı hala yüzde 20’nin altındadır. Halbuki cari fazla veren ülkelerde bu oran
uzun yıllar boyunca yüzde 35’in üzerinde seyretmiştir.
Eylül ayı içinde Cumhurbaşkanı imzasıyla
yayınlanan Orta Vadeli Program’da yeni model yoktu. Yeni model nasıl bir modelse
iki ay önce dahi akıllarında yoktu. Ortada yeni bir model yok. Ekonomideki
bozulmanın, özellikle kur artışlarının kontrol altında olduğu algısını
oluşturmak için çaresizlikten ortaya atılmış bir şeydir yeni model dedikleri…
Eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat
Albayrak’ın her yıl açıklanan orta vadeli programı yeni bir model olarak
sunması ayrı bir kepazelikti. Özellikle partili cumhurbaşkanlığı sistemine
geçtikten sonra ekonomik sorunların çığ gibi büyümesi sürekli yeni model
takdimlerini beraberinde getirmiştir.
TL’Yİ ERİTEREK İHRACAT?
TL’ye değer kaybettirerek, yani
ucuza mal satarak döviz kazanarak yatırım yapıp büyümek mümkün mü?
Mümkün değil, hele makro ekonomik
göstergeleri ve üretim yapısı bizim gibi olan bir ülkede hiç mümkün değil.
Türk lirasına değer kaybettirerek kısa
süreli ihracatı cazip, ithalatı pahalı hale getirebilirsiniz ancak bu kalıcı
olmaz. Bunun kalıcı olabilmesi için ücretleri reel olarak sürekli geriletmeniz
gerekmektedir. Ancak o zaman emek yoğun sektörlerde belli bir rekabet gücü
kazanabilirsiniz. Bu da başka milletlere ırgat olma anlamına gelmektedir. Ak
parti Türkiye’yi ırgat ülke yapmaya çabalamaktadır.
Türkiye 2 aydır cari fazla veriyor diye
sürekli cari fazla vereceğiz demek bu işi bilmemek demektir. Türkiye 1994,
1998-99 ve 2001 krizinde, 2002 ve 2019 yıllarında kesintisiz bir şekilde 8-9 ay
süren cari fazlalar vermiş ama bu durumu sürdürememiştir. Bu dönemlerin ortak
özelliği, Türk lirasının aşırı değer kaybetmesidir. Bugün de aynı durumu
yaşıyoruz.
CARİ AÇIK SORUNU
Neden böyle, neden sürekli cari
fazla veremiyoruz?
Madde madde anlatayım:
-Türkiye, ithalat yapmadan üretim
yapamıyor. Özellikle ara malı ve sermaye malında dışa aşırı bağımlıyız. 20
yıllık Ak Parti hükümetleri bu bağımlılığı azaltacak tedbirler almadığı gibi
artırdı.
-Finansman açısından dışa bağımlıyız. Hem
mevcut borçlarımızı ödemek hem de üretimimizi finanse etmek için dış kaynak
ihtiyacımız var. Yurt içi tasarruflarımız mevcut yatırımlarımızı dahi finanse
etmeye yetmiyor. Kurun sürekli artması istikrarsızlık demektir. İstikrarsız bir
ekonomiye de dış kaynak gelmez. Uzun vadeli veya doğrudan yatırım hiç gelmez.
-Kur istediği yere gitsin diyemeyiz, dış
borçlarımız çok yüksek. Yıl başında dış borç stokumuzun TL karşılığı 3,2
trilyon lira idi. Bugün 6,2 trilyon liraya çıktı. 11 ayda dış borçlarımızdaki
artışın ne anlama geldiği, 2021 yılı vergi gelirlerimizin 1 trilyon lira olduğu
düşünülürse daha iyi anlaşılacaktır.
-Dış talepteki artışı karşılayacak üretim
kapasitemiz yok. Kurun sürekli arttığı, belirsizliğin hat safhada olduğu bir
ekonomide kimse üretim kapasitesini artıracak yatırım yapmaz.
-Üretim ve ihracatımızın teknoloji
seviyesi çok düşük.
-İhraç ettiğimiz ürünler yoğun olarak yurt
içinde kullandığımız ürünler. Bu ürünlerde dış talebin artması içeride alım
gücünü düşürecektir.
-Ülkemizde kur-enflasyon geçişkenliği çok
yüksek. Kurun artması doğrudan enflasyon ve yoksullaşma demek. Gelir
dağılımının son yıllarda aşırı ölçüde bozulduğu ülkemizde bu politika daha
fazla sürdürülemez.
-Son olarak, Türk milleti, başka
milletlere ırgatlığı kabul etmez.
BERAT ALBAYRAK ÇİZGİSİ?
Berat Albayrak’ın çizgisine mi
dönüldü?
Berat Albayrak’ın bir çizgisi var mıydı
bilmiyorum ama şu anda Berat Albayrak ekonomi yönetimine tamamen hâkim.
Kendisinin bakanlıktan ayrıldığı sıkıntılı dönemde ona sahip çıkan sadece iki
isim vardı, bugün ikisini de en kritik bakanlıklara getirildi: Mehmet Muş ve
Nureddin Nebati. Merkez Bankası Başkanı operasyonunu da Berat bey yaptı. Enerji
Bakanı, SPK ve BDDK başkanları zaten onun daha önce getirdiği kişilerdi.
Berat Albayrak’ın Türkiye ekonomisine
verdiği zararın boyutu tahminlerin ötesinde yüksektir. 128 milyar doların heba
edilmesi, Berat Albayrak ve ekibinin marifetidir. Albayrak Hazine bakanı
olduktan sonra sadece bütçe borçlanmasında yanlış bir strateji takip etmesinden
kaynaklanan ilave maliyet 1,3 trilyon liradır. Borçlanma stratejisindeki büyük
yanlışlığın Bütçeye şu ana kadar olan maliyeti bir yıllık vergi gelirimizden
daha yüksektir.
Berat Albayrak ekonomi yönetiminin her
tarafına sadece kendi yönetimini getirmekle kalmadı, ekonomi politikalarını da
kurgular duruma geldi. Kendisinin bizzat bakan olduğu dönemdeki
başarısızlıkları ortadadır. Berat Albayrak kafasıyla ekonomide başarı mümkün
değildir.
MİLLİ PARA SÜREKLİ ERİYOR
TL’ye değer kaybettirmenin faturası
ne? Yeni politikalar, “ucuza kapatma” iştahıyla dış yatırım çekebilir mi?
Türk lirasına değer kaybettirmenin
faturası, az önce ifade ettiğim gibi dış borçlarımızın TL karşılığının artması
demektir. Aynı zamanda bütçenin borçları da olağanüstü artacaktır. Çünkü
özellikle Berat Albayrak döneminde yurt içinde altın ve döviz cinsinden
olağanüstü borçlanmalara gidilmiştir. Bütçe borç stokunun yüzde 81’i dövize,
altına ve enflasyona endekslidir. Bu üç değişkenin de kurla birlikte hareket
ettiği düşünülürse kurdaki her artış devletin borcunu artıracaktır.
Kur artışı artan enflasyonla birlikte
fakirleşme demektir. Özellikle dar ve sabit gelirliler ile çiftçi ve esnaf
enflasyondan en fazla olumsuz yönde etkilenen kesimlerdir.
Kurun yükselmesi ülkemizin kendi
vatandaşlarına pahalı, yabancılara ucuz hale gelmesidir. Üretim faktörlerimizin
ucuz bir şekilde yabancılara kullandırılması anlamına gelecektir.
Kurun hızlı yükselmesi servetin el
değiştirmesine de yol açacaktır. Ayakta durmakta zorlanan firmalar ya iflas
edecek ya da üretim tesislerini kelepir fiyata yabancılara satacaktır. Hisse
senetlerimiz sudan ucuz fiyata yabancıların eline geçecektir.
Biz yabancı sermayeye karşı değiliz ancak
varlıklarımızın yok pahasına yabancılaşmasına rıza gösteremeyiz.
Milli paranın sürekli ve aşırı değer
kaybetmesi istikrarsızlık demektir. Bunun sonucu da ülkeyi uluslararası
tefecilerin eline düşürmek demektir. Nasıl ki, bilançosu düzgün olmayan bir
işletme bankadan kredi alamaz, tefeciden çok yüksek faizlerle kredi alır, bu
politikalar Türkiye’yi bu hale getirir.
ÖNÜMÜZDEKİ İKİ YIL?
Bir iktisatçı olarak önümüzdeki iki
yılı iktisaden nasıl görüyorsunuz?
Bu soruya cevap verebilmek için
Cumhurbaşkanının bu süre içinde değişip değişmeyeceği konusunda bir varsayım
yapmak gerekiyor. Sayın Erdoğan’ın bu politikaları Haziran 2023’e kadar
sürdürme imkânı yok. Ekonomi bu yükü kaldıramaz. Ya Erdoğan kısa süre içinde bu
politikasını değiştirecek ya da yapılacak bir erken seçimle kendisi değişecek.
Bu politikanın devam etmesi durumunda,
önümüzdeki aylarda enflasyon çok hızlı bir şekilde yükselecek, mal kıtlığı
yaşanacak, işsizlik artacak, iflaslar artacak, el değiştirmeler hızlanacak,
yoksullaşma iyice derinleşecektir.
Bu politikaların devam etmesi durumunda,
bir sonraki safhada da Türkiye şu anda yaşadığı ekonomik krizin yanı sıra
ödemeler dengesi ve finansal sistem krizini birlikte yaşayacaktır.
Ben bunların tamamının yaşanmadan ya bir
yönetim değişikliği ya da politika değişikliği olacağını düşünüyorum. Çok
yüksek faiz artırımıyla başlayacak politika değişikliği, ülkenin komple
çökmesini önleyecek ama sorunların çözülmesini sağlamayacaktır.
ÇIKIŞ YOLU?
Nasıl düzlüğe çıkarız?
Erdoğan yönetimiyle düzlüğe çıkmak
mümkün değildir. Çünkü Erdoğan, güvenilirliğini tamamen yitirmiştir, iş yapacak
bir ekibe ve enerjiye sahip değildir, kirlilik çok artmıştır.
Güveni tesis edecek, belirsizlikleri yok
edecek, öngörülebilirliği artıracak; yönetim sistemini değiştirecek, hukukun
üstünlüğünü hâkim kılacak, ehliyet ve liyakate önem verecek, kurumlarımızın
itibarını ve kapasitesini yükseltecek; üretimi ve ihracatı esas alan bir
ekonomi programı uygulayacak; sorunlarının çözümünü bekleyen geniş halk
kitlelerinin refahını artıracak yepyeni, tertemiz, dinamik bir yönetimle
düzlüğe çıkarız.
"Türkiye’nin önüne Çin’i bir model
olarak koymak en az 40 yıl çalışanların emeğini sömürmek, bugün dahi zor
geçinen işçilerimizi iyice süründürmek anlamına gelir. İyi-kötü var olan
sendikal hakları yok etmek ve Türk milletinin önüne en az 40 yıl sefaleti hedef
olarak koymak anlamına gelir."
"Kur istediği yere gitsin diyemeyiz.
Yıl başında dış borç stokumuzun TL karşılığı 3,2 trilyon lira idi. Bugün 6,2
trilyon liraya çıktı. 11 ayda dış borçlarımızdaki artışın ne anlama geldiği,
2021 yılı vergi gelirlerimizin 1 trilyon lira olduğu düşünülürse daha iyi
anlaşılacaktır."
"Milli paranın sürekli ve aşırı değer
kaybetmesi istikrarsızlık ve ülkeyi uluslararası tefecilerin eline düşürmek
demektir. Nasıl ki, bilançosu düzgün olmayan bir işletme bankadan kredi alamaz,
tefeciden çok yüksek faizlerle kredi alır, bu politikalar Türkiye’yi bu hale
getirir."
ERHAN USTA KİMDİR?
Ankara Üniversitesi SBF Maliye Bölümü
mezunu. ABD Northeastern Üniversitesi’nde İktisat Politikası ve Planlama
dalında bölüm birincisi olarak master derecesi aldı. Devlet Planlama Teşkilatı
ve Kalkınma Bakanlığı’nda Uzman, Daire Başkanı, Genel Müdür, Müsteşar
Yardımcısı olarak görev yaptı. Samsun milletvekili. İYİ Parti Grup Başkan
vekili.