Artık herkes görüyor ki mevcut iktidarın varlığını sürdürebilmesi ancak muhalefetin çok vahim bir yanlışa sürüklenmesi durumunda mümkün olabilir. Örneğin, Türk toplumundaki kültürel fay hatlarını harekete geçirebilecek bir kavga ortamında -kötü yönetim yüzünden epeydir kan kaybetmekte olan- iktidar partilerinin tabanında kayda değer bir konsolidasyon oluşması mümkün.
Kültürel fay hatlarımızın başında gelen
dindar-laik çelişkisi ne yazık ki Türk toplumunun bir türlü üstesinden
gelemediği bir mesele. Çünkü iki tarafın da -siyaset kurumunun da bilinçli veya
bilinçsiz olarak beslediği- doğal ve anlaşılır korkuları var. Bir taraf
geçmişteki yanlış örneklerin de etkisiyle dinin toplumdaki görünürlüğüne
yönelik baskıların geri gelmesinden çekiniyor, dindarların -başörtüsü
serbestliği gibi- kazanılmış haklarını kaybedebilecekleri endişesini taşıyor.
Öbür taraf ise mevcut siyasi retoriğe de bakarak belirli bir kesimin din
anlayışı doğrultusunda insanların hayatlarına müdahale edilmesi ihtimaline
karşı teyakkuz gösteriyor.
Bu teyakkuz psikolojisiyle de iktidarın
aslında belli bir amaca yönelik olan çıkışlarını “laiklik elden gidiyor”
demeden haberleştiremiyor “bir kısım medya”. Bugünlerde bazı gazetelerdeki sonu
gelmeyen “Diyanet”li, “laiklik”li manşetler veya sosyal medyadaki “Diyanet
kapatılsın” benzeri etiketler ve bunlara cevaben yazılıp çizilenler muhtemelen
iktidarın geleceğe yönelik ümitlerini arttırıyordur. Bu tartışmaların bir
sonraki aşaması heyecanla bekleniyordur. Nihai aşamanın ise seçim sandığında
olması temenni ediliyordur.
***
Geçmişte işler az çok yolunda
giderken “Biz din partisi değiliz, milli görüş gömleğini çıkardık, İslam
ülkelerine laikliği tavsiye ediyoruz vs” diyebilen AK Parti son yıllarda ise
-kademeli şekilde kişiselleştirilen yönetimi altında icraat başarılarını ileri
sürerek oy alamaz olunca- ideolojik temsil kartını oynayıp taban
konsolidasyonuyla oy alma kolaycılığını keşfetti.
İşler ne kadar kötüye giderse dozu
o kadar arttırılan “dini temsil” iddiasının, muhafazakâr kesimlerde yeterince
güçlü biçimde reddedilmemesi yüzünden de bugün toplumda dindar insanların
helal-haram hassasiyetleri ve adalet duyguları sorgulanıyor; hatta İslam’ın
inananlarına bu ahlakı vermediği görüşü savunulabiliyor.
“Laik” cenahtan gelen eleştirilerin
kimi zaman iktidarla birlikte dinî değerleri de hedef alabilen -veya öyle yorumlanabilen-
ölçüsüz dili ise dindar insanları inançlarıyla birlikte AK Parti iktidarını da
savunmaya yöneltiyor. Tabanının psikolojisini iyi bilen iktidar partisinin
pireyi deve yapabilme kabiliyeti de bunu kolaylaştırıyor elbette. CHP’li
siyasetçiler partilerinde son yıllarda yaşanan bir dizi değişimin neticesinde
bu konularda artık dikkatliler. Türkiye’nin ihtiyacı olan kapsayıcı bir siyaset
dilini benimsedi nihayet ana muhalefet partisi. Ama parti yönetiminin
hassasiyeti partinin destekçisi ve hatta sözcüsü gibi görülen yayın
organlarında görülmeyince, iktidarın istediği şekilde “din diyanet konuları”
üzerinden bir kavga ortamı yaratılabiliyor.
Bu doğrultuda daha önce Ayasofya İmamının
çıkışları parti tabanını bile rahatsız edecek sertlikte olduğu için istenen
sonucu vermemişti. Ama mevcut Diyanet İşleri Başkanı karşı tarafın heyecanlı
pehlivanlarını güreş minderine çekebiliyor. Bu çerçevede “CHP medyası” diye
adlandırılan yerlerde yazılıp çizilenler iktidar partisi tabanındaki “CHP
korkusu”nu harekete geçirmek için bulunmaz malzeme oluyor.
***
Buna karşılık ana muhalefet partisinin
Diyanet’i eleştirilerinin hedefine alması çok büyük yanlış olur. “Atatürk’ün
kurduğu”, yani Osmanlı mirası olmayan çok az sayıdaki “cumhuriyet
kurumlarından” biri durumundaki Diyanet İşleri’nin kaldırılmasına en güçlü
şekilde itiraz etmesi gerekenler CHP’liler olmalı. Meselenin “böyle bir kurumun
varlığı” değil, kuruluş amaçlarından uzaklaştırılmış olması olduğu anlatılmalı.
Ülkedeki bütün kurumlar yozlaştırılırken, partizanlaştırılırken,
etkisizleştirilirken Diyanet’in de bundan nasibini aldığı vurgulanmalı.
Diyanet’in ortadan kalkacağı veya bugünkü gibi fonksiyonsuz kalacağı bir
ortamda önü açılacak “cemaatleşme”nin risklerine dikkat çekilmeli. Elbette
yaklaşık yüz yıl önce kurulan bu teşkilatın bugünün şartlarına uyumlu hale
getirilme ihtiyacı da kabul edilmeli.
Mevcut iktidarın, normal şartlarda kendi
tabanının da tepkisini çekmesi gereken yanlışlarını “Biz aslında dinî bir
mücadele veriyoruz” iddiasıyla örtme stratejisine odun-kömür yetiştiren “laik
muhalefet” yalnızca CHP’nin sorunu değil, sağ-muhafazakâr siyasetçilerin de
sorunu. “Laik” kesimdeki kibirli bakış ve Çağdaş Yaşam’cı at gözlüğü halkın
değerlerini önemsemeyen hoyrat bir dille birleştiğinde iktidara yönelik
eleştirilerin haklılığı veya haksızlığı önemini kaybediyor. Dindarların büyük
çoğunluğunun iktidara yönelik eleştirileri dine karşı saldırı olarak algılamasına
yol açıyor. Dolayısıyla sağ-muhafazakâr siyasetçilerin iktidara yaptıkları
muhalefet de bu insanlarca “ihanet” olarak görülebiliyor.
Bu bakımdan İYİ Parti’den Gelecek
Partisi’ne, Saadet’ten DEVA’ya muhalefetteki sağ-muhafazakâr partiler söz konusu
kesimin korkularına ve endişelerine yönelik bir güvence ifade edemedikleri
takdirde seçim sath-ı mailinde köpürtüleceği kesin olan bir dindarlık-laiklik
kavgasının sonuçları ülkemiz açısından hayırlı olmayabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.