Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi İlhami Güler, İslam’ın içindeki beş kavramı ‘Beşi Birlik’ çerçevesi üzerinden değerlendiriyor.
1- AKIL
Arapça “Akıl” kavramı, Yunanca ’da “Logos”
yani düzen ve söz/konuşma kavramı ile ifade edilmişken; Latincede “Ratio” yani
oran, orantı, tartma kavramı ile ifade edilmiştir. Logos, Arapçaya
“Nutk/Mantık” olarak çevrilmiştir. “Logic”, Yunan’da doğru düşünmenin bilimi
olarak teşekkül etmiştir. Arapçası da “Mantık” olmuştur. Yunanlılar, varlığı
tanımaya çalışmışlardır. Yani “Bu, nedir?” ve “Bu (olay-olgu) nasıl oluyor?”
sorularının cevabını, nedensellik ve mantığın özdeşlik, çelişmezlik, üçüncü
halin imkânsızlığı ilkelerine göre, “Felsefe” ve “Science (Bilim)
disiplinlerine göre aramışlardır. Bu faaliyet, meraktan doğmuştur (Arşimed ve
Newton hatırlansın). Arapça “Akıl” kavramının türetildiği “A-K-L” fiil kökü
rapt, zapt, fark, keff (çekinme/geri durma), bağlama ve cem anlamlarına gelir.
Ağırlık noktası “varlık” değil; “hayat”tır ve ahlakidir. Kur’an’da “Taakkul”,
ahlaki doğruyu/hakikati bulma faaliyeti olarak tefekkür, tezekkür, tafakkuh,
tedebbür, teemmül, taabbur, ilim, hikmet… ile aynı anlamda kullanılır. Akıl
sahibi olmak, aklı kullanmak, ahlaki sorumluluğun temelidir. “Allah, aklını
kullanmayanları, pislik içinde bırakır.” (10/100). Aklı olmayanın dini
sorumluluğu olmaz. Bu tarz düşünmenin sorduğu sorular: “Bu değirmenin (Güneş
Sistemi, Eko-sistem ve İnsanın kendi mükemmelliği) suyu nereden geliyor?”, “Bu
(şey/nesne), niçin yok değil de; var?” ve “Bu (olay-olgu), niçin başka türlü
değil de; böyle oluyor?” sorularıdır. Bu sorular, “merak” etmekten değil;
“hayret” etmekten doğar. Yani ahlaki sorulardır. Bu düşünmede “Akıl” beş-duyu,
nedensellik/mantık, ahlaki duygulanım ve bütüncül idrâk olan sezgi/ilhamın
birliği/bütünlüğüdür. Bu bütünlüğün parçalanması, İslami disiplinlerde yanlış
yorumlara sebebiyet vermiştir.
2- AYET
Ayet, işaret demektir. Kur’an’da iki çeşit
ayet vardır: 1- Tekvini ayet, 2- Teklifi ayet. Tekvini ayet Güneş sistemi,
Eko-sistemde bulunan her şey ve insanın kendisidir. Bunların tümü, Allah’ın
“var” olduğuna; onun “Esmau’l-Hüsna” sı olan isimlerinin/fiillerinin yani
ahlaki karakterinin “ürünüdürler (mahluk)”. Bazı sapkınların ifade ettiği gibi,
O’nun varlığının “tecellisi/tezahürü” değillerdir (Vahdet-i Vücut). İnsan,
tekvini ayetleri düşünerek de iman edebilir; teklifi ayetleri
okuyarak-dinleyerek de iman edebilir. Tekvini ayetler, merak edilerek “Bilim”
yolu ile keşfedilebilir. Bu keşifler, müstağni ve mütekebbir (şeytansı) olmayan
insanların imanını artırabilir. Ancak, naiv/saf bir “Ontoloji” veya halk
“Epistemolojisi” ile de kolayca iman edilebilir. Kur’an’daki kozmoloji,
“ontolojik” değil; ahlakidir. Kur’an ayetleri, Allah’ın evreni, eko-sitemi,
insanı, tarihi ve 610-632 arasında olup-biteni yorumlaması, te’vil etmesi, yani
aslına/hakikate bağlamasıdır. Akıl-Nakil (haber-vahiy/sem’) aynıdır Kur’an ayetleri,
yukarda tanımladığımız duyu verileri, mantık/nedensellik, ahlaki duygulanım ve
âni kavrayış/idrâk olan ilhamın bütüncül aklın ürünüdür ve ona hitap eder.
İnsandaki merkezinin isimleri de “Kalb-i selim”, “Fuad” ve “Lübb”dür. Kur’an,
sadece gökten nazil olmamış; aynı zamanda yerden bitmiştir: Diyaloji. Yukarı,
aşağıyı dinlemiş (Kad semiallahu…); aşağı, yukarıyı dinlemiştir. “Ayet”, pür
anlam iken; Ulema, “Nass” kavramını icat ederek, cümleleri mutlak dogmaya
dönüştürmüştür (“Mevrid-i Nass’da içtihada mesağ yoktur=Nassın olduğu yerde
düşünme/karar/hüküm yoktur.”). Allah, hükümlerini değiştirerek (nesh) sürekli
tecdit etmiş iken (2/106, 16/101, 13/38); ulema, sorumluluktan kaçarak buna
yeltenememiştir.
3- AHLAK
Kur’an’da Ahlak, iki yönlüdür. Birincisi,
Allah’ın hakları (Hukukullah)dır. Bu da, ona iman etmek, emirlerine itaat
etmek, hamd etmek, şükretmek, dua etmek, onu takdis etmek ve rızasını talep
etmek ve hatırını saymaktır. İkincisi ise, İnsana yöneliktir (Hududullah). Bu
da, insanın hakları (Hakku’l-İbad) ve sorumluluklarıdır. İnsanlara karşı adalet
ve merhametle muamele etmektir. Ona karşı hoyrat, zalim ve gâsıp olmamaktır.
Din, ahlak demektir. Kör-inanç ve anlamsız (“Tabbudî”)/alışkanlık olmuş ritüel
(ibadet-i mersume) değil. Şeriat iman, ibadet, ahlak, hukuk, iktisat ve
siyasetin toplamıdır. Sebilullah, sırât-ı müstakim, sıbğatullah, hablullah ve
hizbullah demektir. Ahlaklı olmak, “muttaki” olmaktır. Yani sürekli tetikte,
teyakkuzda olmak ve kül yutmamaktır. Vicdanı diri olmaktır, düşünceli olmaktır.
4- ALLAH
Zatı, mahiyeti, künhü, kendisi, bize
“Ğayb” olsa da; var olduğunun delilleri, kalbimizde (enfüs) ve dışarıda/doğada
mevcuttur. (41/53). “Esmau’l-Hüsna=Güzel/İyi isim ve sıfatlar”ını lütf edip
bize kendini tanıtmıştır. Karakteri bellidir. İnsanlara ne yapabileceği ve ne
yapmayacağı, Kur’an’dan öğrenilebilir. Teolojiler, O’nu “gereği gibi takdir
edememişlerdir.” (6/91). Mutezile ekolü, onu “Adalet” sıfatı ile tenzih
ederken; Maturidi ekol, “Hikmet” sıfatı ile tenzihe çalışmıştır. Eş’arilik ise,
onu, “Kadir-i mutlak, Mürid-i mutlak (Mutlak irade) ve Âlim-i mutlak” sıfatları
ile tenzih etmeye çalışmıştır. Bu da, “Allah’a iftira atanlardan daha zalim kim
olabilir?” (29/68) ihtarına maruz kalabilecek “Kadercilik” anlayışını
doğurmuştur. Bu cürüm, onu tazim/takdis/tenzih etme sanısı/cehaleti ile
işlenmiştir. Oysa Allah ile insan arasındaki ahlaki ilişkiyi ifade eden doğru
kavram “Sünnetullah” gereği, Allah’ın iradesi, insanın iradesine bağlanmıştır.
İlk adımı, insan atar; Allah, ona karşı misillemede bulunur: “Siz dönerseniz;
biz de döneriz.” (17/8). “Kim, Allah’a yardım ederse; Allah da, ona yardım
eder.” (47/7). Halkımız, bu gerçeği, ferasetle: “Kör, Allah’a nasıl bakarsa;
Allah da, köre öyle bakar” şeklinde dile getirmiştir. Ateizm ve Nihilizm,
insanları onulmaz bir “can sıkıntısı” içinde bırakır. “Kalpler, ancak Allah’ı
anmak ile huzur bulur.” (13/28).
5- AHİRET
Ahiret, insanın dünyada yaşarken ahlaki
bağlamda “Denenme” sinin ahlaki ve hukuki bir sonucudur. “Ne ekersen, onu
biçersin”. “Ne verirsen, elinle; o gelir, seninle”. “Kim, zerre miktarı iyilik
yaparsa, karşılığını görür; kim de, zerre miktarı kötülük yaparsa, karşılığını
görür.” (99/7-8). “İnsan için, yaptığı ahlaki iyi veya kötü davranışlarının
dışında başka bir şey yoktur.” (53/39). “O gün ne mal-mülk, ne de çoluk-çocuk
fayda verir; o gün, ancak kalb-i selim iş görür.” (26/88). Alman ahlak filozofu
İ. Kant’da aynı kanaate varmıştır. Tanrı varsa, Ahiret’in olmaması abestir.
Deistler, böyle bir saçmalık içindedirler. Yaşarken insan “Korku ve Umut
(Havfen ve Tamaen-13/12, Rağaben ve Raheben-31/90) içinde olmak gerekir. Umut,
cennet mükâfatını; korku, cehennem azabını ifade eder. Ne Allah’ın rahmetine
aşırı güvenerek günaha dalmak doğrudur; ne de, onun gazabından korkarak, ondan
umut kesmek doğrudur. Ahiret, Kur’an’da, o günün Bedevi Arap muhataplarına aynı
zamanda “Ticari/Ekonomik” bir dil ile de anlatılmıştır. Mekke’nin ticari
kavramları, olduğu gibi (ticaret, alış-veriş, kazanç, kâr-zarar, rehin,
hesap-kitap…) Ahirete aktarılmıştır. Bunda, ahlaken bir sakınca yoktur.
Muhatabın anlayacağı dilden konuşmak, onları, kötülüklerden uzaklaştırmak için
yaralı olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak, düşüncelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.